Lübnan'da 13 ay boyunca devam eden siyasî kördüğümün ardından, yeni hükümet nihayet kurulabildi. Eski başbakanlardan Necîb Mîkatî (65) tarafından Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a takdim edilen kabine listesinde 12'si Müslüman 12'si de Hristiyan olmak üzere toplam 24 bakan yer aldı. Bakanlıkların dağılımı da, Lübnan'daki dinî ve mezhebî çeşitliliği yansıtacak biçimde gerçekleşti.
Ülkenin en zengin adamı Mîkatî'nin başbakanlık koltuğuna oturduğu hükümette, başbakan yardımcılığına getirilen Ortodoks Hristiyan Saade Şami, Uluslararası Para Fonu'nda (IMF) yaklaşık 20 yıllık bir kariyere sahip. Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib de Dünya Bankası'nın eski danışmanlarından ve ülkesinin 1983-1990 arasında Washington Büyükelçisi. Eski Başbakan Saad Hariri'nin adamlarından, İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi, meslekten hukukçu. Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın kontenjanıyla kabineye giren Savunma Bakanı Moris Salim, ABD eğitimli bir asker. Seküler Şiî Meclis Başkanı Nebih Berrî tarafından önerilen Maliye Bakanı Yusuf Halil, Fransa'da eğitim almış. Hariri ailesine yakınlığıyla bilinen Sağlık Bakanı Firas Abyad, Lübnan'ın en büyük hastanesinin yöneticisi. Abyad, bakanlığa atandıktan sonra, Twitter hesabının profiline şu ayeti sabitledi: '… Ben, başarabildiğim kadarıyla, ıslah etmek istiyorum…' (Hûd.88).
Yeni Lübnan hükümetinin en dikkat çekici taraflarından biri, 'devlet içinde devlet' konumundaki İran destekli Şiî Hizbullah örgütünün ulaştırma ve tarım bakanlıklarını almış olması. Sıradan halkla ve fakir kesimlerle doğrudan temas imkanı sağlayan bu bakanlıklar, aynı zamanda Hizbullah'ın sınır ötesi operasyonları için de kritik önemde. Hizbullah'ın nüfuz sahasındaki zirai alanların ne şekilde değerlendirildiği ve buralardan nerelere nelerin taşındığı konusundaki türlü iddiaları düşününce hele…
Başbakan Necîb Mîkatî başkent Beyrut'ta yamalı bohçaya benzeyen hükümetini Lübnan halkına ve uluslararası kamuoyuna tanıtmakla meşgulken, Hizbullah siyasî açıdan zekice bir hamle gerçekleştirdi. Suriye'den benzin ve mazot yüklü tırlar, ülkenin kuzeydoğusundan, törenle Lübnan'a sokuldu. Hizbullah, İran ve Suriye liderlerinin fotoğraflarıyla donatılan Ayn kasabasından kamyonların girişi sırasında, Şiî ahali de sevinç gösterilerinde bulundu. Her yere 'Teşekkürler İran. Teşekkürler Esed'in Suriye'si' yazılı pankartlar asılırken, kadınlar ve çocuklar tırların üzerine gül yaprakları saçtı. Lübnan'ın her yerinde akaryakıt sıkıntısının felaket boyutuna ulaştığı bir dönemde, Hizbullah'ın yaptığı, iç siyasete yönelik tantanalı bir şovdu elbette. Aynı zamanda, yeni hükümete 'Sorunları ben çözerim' mesajıydı. Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 'Suriye'nin Banyas şehrindeki petrol rafinerisinden Lübnan'a benzin ve mazot sevkiyatı sürecek' demek suretiyle, liderlik ettiği örgütün 'gölge hükümet' konumunu bir kez daha deklare etmiş oldu.
Lübnan'daki yeni hükümette ABD, Fransa, Suudi Arabistan gibi ülkelerin koyu parmak izleri görülürken, sahada sıradan vatandaşın hayatına dokunan adımlar atma noktasında Hizbullah'ın yürüttüğü strateji, 'halkla ilişkiler' açısından oldukça başarılı. Parçalanmaya ve dağılmaya doğru sürüklenen Lübnan'da, dışarıdan Batılı / Batı etkili müdahaleler öylesine kaba ve ayrıştırıcı ki, aslında mevcut durumun müsebbipleri arasında bulunan İran ve Hizbullah, kendilerini 'yerli kuvvet' ve 'çözümün bir parçası' gibi takdim etmeyi başarıyor.
Mîkatî kabinesinin Lübnan'ın içinde bulunduğu devasa sorunlara kalıcı çözümler getirmesinin imkansızlığı konusunda herkes hemfikir. Hatta bunu bizzat Mîkatî'nin kendisi bile itiraf etti. Uluslararası camianın, 'Batı eğitimli, bol diploma ve sertifikalı, tuzu kuru' aktörler eliyle İslam dünyasındaki ülkelerin iç işlerini dizayn etme projesinin sürekli başarısızlığa uğradığını fark etmemekteki ısrarı düşündürücü. Lübnan, bu türden ülkelerin ne ilki, ne de sonuncusu olacak. İşin ilginç yanı, Lübnan özelinde, Batılı / Batı etkisindeki aktörlerin aynı zamanda 'İran'ın Lübnan'a tasallutu'ndan da şikayet etmeleri. Bu yolu açan ve kolaylaştıran, kendilerinin attığı bazı adımlar oysa.
Hükümet kurulduktan sonra, Beyrut sokaklarında bir televizyon muhabirinin sorusunu cevaplayan Lübnanlı bir kadın, maalesef haklıydı: 'Hiçbir şey değişmeyecek. Hep aynı yüzleri görüyoruz. Kimse çözüm vaat etmiyor.'
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.