O dönem yürütmekte olduğum bir vazife sebebiyle, 2016 haccına Suudi Arabistan Krallığı'nın resmî davetlisi olarak katılmıştım. Hac ibadetinin temel rükünleri yerine getirildikten sonra, kurban bayramının ikinci günü, Kral Selman'ın Mina'daki sarayında bütün yabancı misafirlerin bir araya getirildiği geniş bir yemekli toplantı düzenlendi. Cep telefonlarının ve kameraların hiçbir şekilde içeri kabul edilmediği, birkaç aşamada yoğun kontrollerin yapıldığı ve ellerimize sürekli dezenfektanların sıkıldığı birtakım güvenlik prosedürlerinin ardından, Kral'ın konuklarla teker teker musafaha edeceği yüksek tavanlı salona alındık. Ülkelerin alfabedeki yerine göre sıra bize geldiğinde, görevlilerin refakatinde sandalyelerimizden kalktık. Üniformalı ve çatık kaşlı askerlerin oluşturduğu dar bir etten koridorun sonunda ayakta duran Kral Selman'la tokalaştık. Hemen yanındaki Veliaht Prens Muhammed bin Nayif ve nihayet onun solunda duran İkinci Veliaht Muhammed bin Selman'ın da elini sıktık; misafirler için hazırlanan mükellef sofraların bulunduğu yan salona geçtik.

Mina Sarayı'nda o gün şahit olduğum manzarada, uygulanan güvenlik önlemlerinin yoğunluğu, elbette Kral Faysal'ın 25 Mart 1975'te Riyad'daki sarayında yine böyle bir kabul sırasında kendi yeğeni tarafından öldürülmesinden alınan dersleri barındırıyordu. 1975 bize uzak bir tarih gibi gelse de, Faysal nihayetinde Selman'ın ağabeyiydi ve ne kendisi ne de Suudi devlet aklı, bu suikastı unutmuş değildi. Kabul sırasında gözlerden kaçmayan bir diğer nokta, Veliaht Prens Muhammed bin Nayif'in kendinden emin duruşuydu. O sırada kendisi, Suudi devlet hiyerarşisinde Kral Selman'dan sonraki en nüfuzlu kişiydi.

Muhammed bin Nayif, Kral Selman'ın ana-baba bir kardeşi Prens Nayif'in oğluydu. 1975'ten 2012'deki ölümüne kadar içişleri bakanlığı yapan Prens Nayif, ülkedeki muhalif yapılanmalarla ve özellikle de El Kaide'yle mücadelesi sebebiyle öne çıkmış bir isimdi. 2011-2012 arasında birkaç ay veliaht prens olarak da görev yapan Nayif öldükten sonra, içişleri bakanlığı görevini oğlu Prens Muhammed üstlendi. Prens, babasının uzun bakanlık yılları boyunca onun sağ kolu gibi çalıştığı için, bilhassa Amerikan istihbaratıyla sıkı irtibatlar geliştirmişti. Dolayısıyla Kral Selman'ın 2015'in baharında Prens Muhammed bin Nayif'i veliahtlığa getirmesi, Washington ve diğer dünya başkentlerinde olumlu bir havayla karşılanmıştı. Memnun olmayan tek bir isim vardı: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid. Bin Zayid, Bin Nayif'ten öylesine nefret ediyordu ki, 2003 tarihli bir WikiLeaks belgesine göre, Suudi Prens'i ve babasını kastederek '(İnsanın maymundan geldiği konusunda) Darwin haklıydı!' bile demişti. Prens Muhammed bin Nayif elbette bu nefretin farkındaydı ve günün birinde Suudi tahtına oturduğunda, alacağı tedbirleri hesaplamaya başlamıştı bile. Ancak kaybeden kendisi oldu. 21 Haziran 2017'de Kral Selman, öz yeğenini veliahtlıktan azlederek yerine oğlu Muhammed bin Selman'ı getirdi. Muhammed bin Nayif, o tarihten bu yana ev hapsinde tutuluyor.

BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in 'gönlünde yatan aslan' en başından beri Muhammed bin Selman'dı. ABD başkanlık seçimini Donald Trump'ın kazanması, Suudi tahtına çekilecek operasyon için ortamı uygun hale getirince, BAE'nin Washington Büyükelçisi Yusuf Uteybe'nin Beyaz Saray'da sağladığı bağlantıların yardımıyla, Riyad'da gerekli değişiklik sağlandı. Trump'ın Yahudi damadı Jared Kushner'in de dahil olduğu süreç tamamlandığında, Ortadoğu'da artık Muhammed bin Selman isimli yeni bir politik aktör vardı. 2016 seçimini Hillary Clinton kazansaydı, bugün Kral Selman'ın yanı başında –hatta belki de Suudi tahtında– Muhammed bin Nayif'i görecektik. Ve tabii ki, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı da hayatta olacaktı. Ülkesinin İstanbul'daki başkonsolosluk binasında öldürülüp, cesedi parçalanarak fırında yakılmayacaktı.

ABD'nin yeni yönetiminin, Muhammed bin Nayif'in veya Kral Selman'ın öz kardeşi Prens Ahmed'in veliaht prensliğe getirilmesini tercih ettiği biliniyor. Fakat Muhammed bin Selman'dan 'bir kalem darbesiyle' kurtulmalarının önünde şimdi bir başka engel daha var: İsrail. Joe Biden ve ekibi, 'Trump'ın bıraktığı enkaz'ı toparlamak için, son yıllarda Suudi Arabistan'la stratejik ortak durumuna gelen İsrail'in de desteğine ve işbirliğine ihtiyaç duyacak. Muhammed bin Selman için, BAE ve İsrail'e ilaveten Mısır'ın da katılacağı bir defans hattı kurulursa, Biden yönetiminin hareket alanı iyice kısıtlanmış olacak. Tarafların atacağı adımları hep birlikte izleyeceğiz.

(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.