Diplomasi, Koltuk Krizi ve Muhsin Çelebi

Abone Ol

Her toplumda gündelik hayatı düzenleyen kurallar mevcuttur. Zaten toplu olarak yaşamak için herkesin birbirine karşı nasıl davranması gerektiği az çok bellidir. Bizde buna 'adab-ı muaşeret' denir. Batı dillerinde ise 'etiquette' olarak adlandırılır. Kişiler ile topluluklar arasındaki ilişkileri düzenleyen bu kurallar bütünü, toplumun huzurlu bir şekilde yaşamasının devamını sağlamak için oldukça önemlidir. Bazen bizler de daha önce bulunmadığımız ortamlara girince nasıl davranacağımızı bilemediğimiz için tedirgin olmuşuzdur. Resmi olmayan bir durumda bile yerleşik kuralların bilinmemesi insanları zor durumda bırakıyorsa, resmi ortamların davranış kaidelerini bilmemek daha vahim sonuçlar doğurabilir.

Günümüzde teknolojinin ilerlemesi ile dijital ortamlar hayatımızın neredeyse ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu ortamlarda da hemen davranış kuralları geliştirilmiş ve insanların birbirleriyle nasıl iletişime geçmeleri gerektiği kural ve kaidelere bağlanmıştır. Dijital ağlardan esinlenerek 'net' kelimesi 'etiquette' ile birleştirilmiş ve 'netiquette' olarak bu ağlarda iletişimin kuralları kullanıcılar tarafından benimsenmiştir. Mesela, elektronik postaların nasıl yazılacağı, capslock dediğimiz sürekli büyük harflerle yazmanın karşıdaki kişiye bağırmak anlamına geldiği ve jest ve mimikler ile ses tonu olmadığı için yazarken çok daha dikkatli olunması gerektiği artık herkesçe bilinmektedir. Gerçi gündelik hayatın bir parçası olan bu protokol kuralları çoğu zaman yazılı değildir ama kurumlar arası ve devletlerarası ziyaretlerde ortak davranış biçimleri yazılı olarak kayıt altına alınmıştır. Üniversitelerin uluslararası ilişkiler veya kamu yönetimi gibi diplomat yetiştiren bölümlerinde protokol kurallarını ele alan dersler mutlaka bulunur. Üniversite eğitiminde alınan protokol bilgisi derslerine ilaveten Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlarda sürekli olarak protokol kuralları hakkında hizmet içi eğitimler de mevcuttur. Uluslararası ilişkiler disiplininin, teorilerinin yanı sıra karşılıklı olarak bir araya gelindiğinde uyulması gereken bu kural ve kaidelere dikkat edilmezse, vahim sonuçlara yol açabilecek krizlerin çıkması işten bile değildir. Hatırlanacağı gibi bu krizlerden birisi de 2010 yılında gerçekleşmiş ve İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol›u kabulde alçak bir koltuğa oturtmuş, bu saygısız davranış günlerce tartışılmış ve büyük bir krize dönüşmüştür.

Bununla birlikte her ne kadar her ülkenin kendisinin adet, gelenek ve kültürüne uygun protokol kuralları olsa da resmi ziyaretlerde ortak kurallara uyulması yanlış anlaşılmaları önleyecektir. Türk tarihi geleneklerinde yer alan 'elçiye zeval olmaz' prensibi belki de uluslararası ilişkilerdeki en temel yaklaşımlardan birisidir. Hatta bu konu büyük yazarlarımızdan Ömer Seyfettin'in bir öyküsüne de konu olmuştur. Hikayede geçtiği üzere, İran şahına bir elçi gönderilecektir ama bu elçiden ölüm korkusu ile maruz kalması muhtemel hakaretlere yerinde cevap vermesi beklenmektedir. Belki de saray çevresinde gözü geride bıraktıklarında kalmayacak birisi bulunamamıştır. Belki de liyakatli bir memur yoktu. Bu durumda kendi halinde yaşayan Muhsin Çelebi adında dürüst, kimseden bir beklentisi olmayan ve daha önce yer aldığı savaşlardan dolayı yüzünde kılıç izleri taşıyan korkusuz bir yiğitten bu vazife talep edilir. Muhsin Çelebi görevi kabul eder ama padişahtan kesinlikle hiçbir ücret kabul etmez. İran şahının gösterişe düşkün olduğu bilindiğinden kendisi mallarından bazısını rehin vererek borç para ile pahalı metallerden atlarının koşum takımlarını, hizmetlilerinin kıyafetlerini ve hatta o günlerde İstanbul'da ünü kulaktan kulağa yayılan ve oldukça pahalı bir fiyata satılması beklenen Hint ve Venedik'ten gelen malzemelerle dikilmiş Pembe İncili Kaftanı satın alır. Şahın huzurunda daha evvelden Osmanlı elçisinin geleceği bilindiğinden oturacak hiçbir şey bırakılmaması üzerine Muhsin Çelebi sırtındaki pahalı Pembe İncili Kaftanı çıkarıp üzerine bağdaş kurarak şahın karşısına oturup padişahın mesajını iletir. Bu hareket karşısında şaşıran şah, Muhsin Çelebi'nin sözleri bittikten sonra kalkıp huzuru terk etmesine sinirlense de kaftanını almayı unuttuğunu sanıp arkasından gönderir. Fakat Muhsin Çelebi, şahın da duyabileceği bir sesle unutmadığını, onu kendilerine bıraktığını söyler. Zira Osmanlı elçisini ağırlayacakları bir şilte olmadığından belki ihtiyacınız vardır der ve ilave eder, 'Hem siz bilmez misiniz bizler üzerinde oturduğumuz bir şeyi bir daha arkamıza almayız' diyerek yoluna devam eder. İlkokullarda okutulan bu hikaye çocuklarımıza tarih bilincinin yanı sıra mesajın muhtevası ne olursa olsun elçilerin dokunulmaz olduğunu da öğretmektedir.

Küçük yaşlarından itibaren böyle bir bilince sahip diplomatlarımızın resmi bir ziyarette protokol kurallarına bilerek uymadıklarını iddia etmek haksızlık olur. Fakat geçtiğimiz günlerde Ankara'ya resmi bir ziyaret kapsamında gelen AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabulünde diplomatik bir krize şahit olduk. Cumhurbaşkanı konuklarını ayakta karşıladıktan sonra oturacakları koltuklar Michel için tekli ve yaldızlı olan ayrılmışken kendisine yer gösterilmeyen von der Leyen birkaç saniyeliğine ayakta kalıp şaşkınlığını gizleyememişti. Kriz büyümeden üçlü bir kanepeye tabiri caizse ilişen hanımefendinin hissettiklerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Bırakalım hep övünülen Türk misafirperverliğini, resmi bir ziyaret olmasa bile 7 çocuklu bir anne olan hanımefendiye önce yer gösterilmesi ve ancak o oturduktan sonra diğerlerinin oturması daha şık bir yaklaşım olurdu.

Diğer taraftan dışarıdan gelen tepkilere bakmadan bu yaşananlar öncelikle kurumlar nezdinde mutlaka sorgulanmalı ve soruşturulmalıdır. Bu arada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun konuya açıklama getirmeye çalışması da ayrıca ele alınmalıdır. Sanki Komisyon Başkanı'nın protokol görevlileri ile Dışişleri görevlileri karşılıklı anlaşarak Ursula von der Leyen'e oturacak bir yer gösterilmemesine karar vermişler gibi bir açıklama çok da anlaşılabilir bir gerekçe olarak kabul görmemiştir. Kaldı ki onlardan önce bu yaşananları bizim öngörmemiz ve ona göre altyapı oluşturmamız gerekirdi.

Bu arada İtalya Başbakanı Mario Draghi'nin bu protokol krizi üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef alan açıklaması ise elbette kabul edilebilir değildir. İtalya Başbakanı'nın şov merakı, boşboğazlığı ve kendisini başbakan yapan koalisyondaki aşırı sağcıları memnun etmek için kullandığı bu söz onun ne kadar çapsız ve dar bir bakışa sahip olduğunu göstermiştir.

Sonuç olarak adına ister hata ister gaf isterse bilinçli bir tavır denilsin bu son yaşananlar aslında küçük çapta diplomatik bir krizdir. Dışişleri Bakanı'nın açıklaması maalesef yaşananlardaki beceriksizliği örtmemiştir. Bu olanlardan gereken dersler çıkarılmalı ve bundan sonra daha dikkatli olunmalıdır. Çünkü Muhsin Çelebi'ler kendilerine yapılmasını istemediği şeyleri başkasına yapmazlar.