Türkiye aylardır hatta birkaç yıldan beri Merkez Bankası'nı (MB) tartışıyor. Faiz, döviz, enflasyon tartışmalarının merkezinde hep MB var. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın varlığı tamamen ikinci plana itilmiş durumda. Bakanlık doğru düzgün, önü sonu belli bir açıklama bile yapmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın MB Başkanı ile görüşmesi ardından başkan yardımcılarının görevden alınması ve devamında faiz indirimi kararı ile birlikte sanki ekonomi tamamen MB'nin uhdesine verilmiş gibi bir hava oluşturuldu. Sanki günah keçisi aranıyordu ve MB bu açığı kapattı. Oysa aldığı kararların doğrusu yanlışı bir tarafa, MB ekonomi yönetimin kararlarının sonuçlarına göre adım attığı gerçeği hiç dikkate alınmadı. Bu girizgaha neden ihtiyaç duyduk? Çünkü mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bakanlıkların inisiyatif alanlarının olabildiğince daralttı. Hazine ve Maliye Bakanlığı da bu yüzden topa girme ihtiyacı hissetmiyor. Bu durum maalesef dış politika ve diğer alanları da etkilemeye başladı. Bir ülkenin iç siyasete malzeme yapmayacağı, gözü gibi koruması gereken alanların başında dış politikası gelir. Son zamanlarda gerek 'Osman Kavala Davasında' Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Büyükelçisi'nin öncülüğünde 10 ülke büyükelçisinin ortak metinle açıklama yapmaları, gerekse de Türkiye'nin Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından kara para ve terörün finansmanı gibi konularda 'Gri Liste' ye alınması sürecinde kurumsal akılla hareket etmek ve bu salvoları bertaraf etmek yerine, İçişleri Bakanı'nın yüksek perdeden, içe mesaj kaygısı içeren açıklamaları kamuoyunda öne çıkarıldı. Hala dış politikayı içerde malzeme olarak kullanmak gibi bir yanlışla hareket ediliyor. Dışişleri Bakanlığı kendi sorumluluk alanıyla ilgili gereken uyarıları tam anlamıyla yapamıyor. 'Bir dakika bu işin sorumlusu benim' gibi bir duruş ortaya koyamıyor. Kılı kırk yarması gereken kişiler, çözümü değil, sorunu büyüten açıklamalar yapmakta bir beis görmüyor. Bu yanlış kararın ve açıklamaların ülkeye zararlarını ortadan kaldıracak stratejik bir akıl ve yöntem kullanılamıyor. Diplomasiden ziyade günübirlik açıklamalar ve bireysel tepkilerin belirleyici olduğu bir anlayış öne çıkartılıyor.
Hükümet sistemi referandumu öncesi bir AK Partili dostuma, 'Siz mevcut sisteme Sayın Cumhurbaşkanı için evet diyorsunuz. Normal koşullar altında bir başkasının bu yetkilerle Cumhurbaşkanı olmasını istemezsiniz' demiştim. O da 'aynen öyle' diye cevap vermişti. Buradan aklı selim sahibi iktidar yetkilileri ve destekçilerine seslenmek istiyorum. Bu sistem daha fazla bu haliyle sürdürülemez. Kurumsal aklı inşa edecek bir yol haritasına acilen geçiş yapılmalıdır. Sistemlerin adına değil içeriğine odaklanılmalıdır. Kuvvetler ayrılığı, denge-denetleme, şeffaflık, hesap verilebilirlik ana ilkeler olarak belirlenmelidir.
Sonuç olarak dış politikanın mutlaka kurumsal akılla yürütülmesi gerekir. Gittikçe mevzi kaybediyor ve sorunların sürekli arttığını görüyoruz. Bu durum bir süre sonra sıcak savaş gibi ani gelişmeleri beraberinde getirebilir. Bunu engelleyecek olan da dış politikanın doğru zeminde yürütülmesidir. Dış politikanın temel ihtiyacı bu bölgede bize miras kalan tecrübeyi doğru kullanmak ve etkilenen değil, etkileyen, belirleyen olmaktır. Yoksa ne ülke güvenliğimizi, ne bölge barışını korumamız, ne de dünya barışına katkı sunmamız mümkün olmayacak.