Tunus'ta cumhurbaşkanına sınırsız yetki veren ve her türlü tasarrufuna kanunî koruma sağlayan yeni anayasa, pazartesi günü düzenlenen referandumla kabul edildi. Yeni anayasa metni, cumhurbaşkanını hem hükümet hem de yargı üzerinde mutlak otorite mevkiine yükseltirken, meclisi de sembolik bir konuma indirgiyor. Geçtiğimiz yıl temmuz ayında parlamentoyu kapatarak hükümeti görevden alan Cumhurbaşkanı Kays Saîd, o tarihten bu yana zaten de-facto biçimde kullanmakta olduğu 'sınırsız' yetkileri artık resmî güvenceye kavuşturmuş oldu. Yaşananlar, despot uygulamalarla hatırlanan 'Eski Tunus'a geri dönüş olarak da yorumlanabilir.
Tunus Yüksek Seçim Kurulu'ndan yapılan açıklamaya göre, muhalefet partilerinin boykot ettiği anayasa referandumuna katılım yüzde 27,5 seviyelerinde kaldı. Tamamen Cumhurbaşkanı Kays Saîd'i destekleyenlerin sandıklara gittiği referandumun sonucu da 'Yüzde 92,3 evet' olarak açıklandı. Bu oranlar, 'Arap Baharı' öncesinde çeşitli Arap ülkelerinde düzenlenen sözde seçimleri hatırlatıyor elbette. 'Bakın seçim bile yapıyoruz' demek için sahnelenen demokrasi müsamerelerinde, sonuçların hep yüzde 90 ve üzeri çıkması da dikkatlerden kaçmıyor.
Günlerdir Tunus sokaklarında devasa afişleriyle boy gösteren Cumhurbaşkanı Kays Saîd'in, referandumun sona ermesiyle birlikte yaptığı 'zafer konuşması'nda sarf ettiği bir cümle bilhassa öne çıkıyordu: 'Halkın hakkını gasp eden kim varsa, onunla hesaplaşacağız!' Geçtiğimiz hafta gündeme gelen, Nahda Hareketi lideri Raşid Gannûşî'nin tutuklanacağına dair söylentileri de bu bağlamda hesaba kattığımızda, Saîd'in, Nahda başta olmak üzere muhalif cepheyi -artık anayasa gücüyle- yok etmeye odaklanacağı düşünülebilir. Cumhurbaşkanlığı makamına yakın kaynaklar, Tunus'un içinde bulunduğu ekonomik ve siyasî krizde Nahda'nın başrol oynadığı yönünde raporların hazırlandığını zaten duyuruyordu. Ancak Saîd'in sadece Nahda'yı değil, bütün muhalif odakları susturmaya yönelmesi, Gannûşî'nin liderlik ettiği siyasî harekete yönelik baskının da etkisini yitirmesine yol açıyor.
1956'dan 1987'ye kadar, 'Fransız tipi jakoben laik' anlayışa sahip Habib Burgiba tarafından yönetilen Tunus, o dönemde İslam dünyasının en baskıcı rejimlerinden biriydi. Devlet memurlarına oruç tutmayı bile yasaklamaya girişecek kadar 'laik' olan Burgiba, kendi eliyle yönetime getirdiği Başbakanı Zeynelabidin bin Ali'nin tertiplediği kansız bir saray darbesiyle devrildi; eline 'akıl sağlığı iş görmesine manidir' şeklinde bir doktor raporu da tutuşturularak, görevden uzaklaştırıldı. Bin Ali, 2011'e kadar devam eden iktidarı boyunca, tıpkı hocası ve üstadı Habib Burgiba gibi devlet kurumları ve halk kitleleri üzerinde demir yumruğunu hep hissettirdi. Bir 'polis rejimi' olarak şekillendirilen Tunus'un 'Arap Baharı' sürecinde değişimin lokomotifi oluşu, bu açıdan düşündürücüydü. Ülkede siyasî, ekonomik ve toplumsal buhran artık patlama noktasına ulaşmış, tek bir damlacık, bardağın taşmasına yetmişti.
2011 sonrasında Tunus'un geçirdiği merhaleler, konuyu takip edenlerin zaten bildiği detaylar. Ben, gözden kaçan bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum:
Cumhurbaşkanı Kays Saîd, 2019'da yüzde 72 gibi rekor bir oyla seçimi kazanmıştı. Birinci turdaki rakibi, milyarder işadamı Nebîl Karvî idi. Fransa'nın açık bir şekilde desteklediği Karvî, Nahda Hareketi tarafından 'tehlikeli' bulunduğundan, ikinci turda Gannûşî'nin işaretiyle bütün Nahda oyları 'hukukçu, siyaseten tarafsız ve dindar' Kays Saîd'e aktı. Sonrasında yaşananlar malum. Saîd şimdi, Nahda'ya ve onun lideri Gannûşî'ye savaş açmış durumda.
İslam dünyasının birçok ülkesinde, Tunus'taki bu garip tecrübe sürekli tekrarlandı, tekrarlanıyor. 'Hukukçu kimliğiyle öne çıkan', 'Siyasete müdahale etmez zannedilen', 'dindar olduğu düşünülen', 'karizması güçlü olmayan' gibi vasıflarla kitlelere takdim edilen ve başa geçirilen nice şahsiyetin içinden jakoben, baskıcı, taraflı ve hak-hukuk tanımaz karakterler çıktı. Bilahare yaşanan pişmanlıkların da kimseye faydası olmadı.
Siyasetçilerin, tarihin kritik dönemeçlerinde, niçin böylesine önemli yanılgılara sürüklenebildiği sorusu çok önemli. Tecrübeli ve feraset sahibi siyaset adamlarının bu türden yanılgıları, daha da düşündürücü. Aynı delikten defalarca sokulmanın bedeli ise ne yazık ki çok ağır.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.