Filistin için Vicdan İttifakı

Abone Ol

İkinci Dünya Savaşı'nın kazananları olarak Şubat 1945'te Sovyetler Birliği'nin Yalta kasabasında bir araya gelen Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Sovyetler Birliği (SSCB) mevcut dünya düzeninin mimarları oldular. İngiltere, 1917 Balfour Deklarasyonu ile zaten Filistin topraklarında bir İsrail Devleti kurulması için kendisini sorumlu gördüğünü açıklamıştı. Diğer iki devlet de 1947'de Ortadoğu'da ortaya çıkan gelişmeye yani İsrail'in ilan edilmesine birlikte onay verdiler ve desteklerini açıkladılar. Bugün, 'Uluslararası toplum neden İsrail'e dur diyemiyor' sorusunun cevabını aslında buralarda aramak lazım. 'İsrail neden onlarca BM kararına rağmen geri adım atmıyor' diye hayıflanmak da böylece anlamını yitirmiş oluyor.

İsrail'e özellikle Türk halkının zihinlerinde meşruiyet kazandırmak için de 'Osmanlı'yı arkadan vuran Arap' mottosu öne çıkarıldı ve Filistinliler kendi topraklarını Yahudilere satmakla itham edildi. Oysa 1947 tapu kayıtlarına göre Filistin topraklarının sadece yüzde 6,2'si resmen Yahudilere aitti. Yani ortada toplu bir satış olmadığı gibi özel bir dezenformasyon süreci yürütüldü. Böylece 'kendi eden kendi bulur' algısının hakimiyeti hedeflendi. Osmanlı'ya tuzak kuran T. E. Lawrence'ın kimi Araplara yaptırdıklarının faturası Filistinlilere kesilmiş oldu.

Diğer taraftan özellikle Batı medyasının öteden beri Filistin topraklarında yaşananları manipüle etmek için özel bir gayret gösterdiği gerçeğine rağmen, genel halk kesimleri arasında Filistin ortak bir vicdan meselesi olarak öne çıkmaya başladı. 1960'ları, 70'leri yaşayanlar o dönemler ile ilgili daha fazla detay verebilirler ama özellikle 1990'ların ardından bugün Filistin artık farklı yaklaşımlara rağmen ortak bir bakışa doğru hızla eviriliyor. Yani dünyanın resmî ideolojisi hızla çökmeye başladı. Gerçekler artık gizlenemez ve manipüle edilemez boyutlara ulaştı. Bugün Türkiye'de Filistin konusu siyaset üstü bir mesele olarak ele alınır oldu. İsrail'in dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olan Gazze'ye yaptığı saldırılar ve katliamlar, Kudüs'teki baskı, şiddet ve zulümleri vicdanları derinden sarstı. Bununla birlikte 1979 yılında İsrail ile ilk normalleşme anlaşması yapan Mısır'da bugün Abdül Fettah el-Sisi, 'İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını durdurmaması halinde Tel-Aviv ile ilişkilerin askıya alınacağı' açıklaması yaptı. Bu açıklama bugünün Mısır yönetiminden çok da beklenen bir tavır değildi. Çünkü özellikle 2013 sonrası Mısır ve İsrail arasındaki ilişkilerin seyrine bakıldığında bu net olarak görülüyordu ancak zulüm öylesine ayyuka çıktı ki, bu duruma kayıtsız kalmak imkansız hale geldi.

Ayrıca Edward Said'den, Noam Chomsky'ye varana kadar fikir namusu sahibi insanlar cesur bir şekilde Filistin'e bakarken dayatılan çerçeveye teslim olmadılar. Hele bir Rachel Corrie örneği var ki, bu vicdan ittifakının zirve noktasıdır denilse yeridir. Bir Batılı, bir Amerikan olmasına rağmen, 'Zulüm bizdense ben bizden değilim' diyerek İsrail buldozeri altında can veren Rachel, bugün Filistin davasının önemli bir figürü haline geldi. Bu gibi örnekler bize gösteriyor ki artık Filistin mevzusunun sadece bir Müslüman-Yahudi çatışması olarak takdim edilmesi İsrail'in işine yarıyor. Türkiye ve diğer Arap ve Müslüman ülkeler İsrail Devleti'nin işlediği savaş suçlarını herkesin kabul edebileceği ortak bir zemine taşımalıdırlar. Bu noktada HAMAS Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye'nin, 'Kudüs artık ümmetin, hür Müslümanların ve hür Hıristiyanların cephesidir' açıklaması önemlidir. Sorunu sadece dini bir söylemle ele almak İsrail'in özellikle istediği bir durum haline geldi. Çünkü dünyada köpürtülen İslamofobik yaklaşımlar üzerinden İsrail bunu propaganda aracı olarak kullanmaya çalışıyor. İşte bu yüzden uluslararası kurumlarda ve mahkemelerde İsrail'in yaptıkları insanlığa karşı işlenmiş nefret suçları olarak tescil edilmelidir. Mesele artık insanlık, vicdan ve haksızlık konusu haline dönüşmüştür. Dünyanın neresinde olursa olsun hukuksuzluklar karşısında din, milliyet ve ideolojilere bakılmaksızın ayağa kalkma zamanı gelmiştir. Batı medyasının ikiyüzlü tavrının da foyası dökülmüş ve hakikatler artık gözlerden saklanamamaktadır. Yani artık İsrail için çember her geçen gün daralmaya devam etmektedir. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun bir türlü hükümeti ve hakimiyetini kuramamanın telaşıyla, zulüm ve katliamlar yapması İsrail kamuoyunun da gözünden kaçmıyor. Yolsuzluklarını perdelemek için Filistin'i kullanması artık herkesin bildiği bir gerçeğe dönüştü. Radikal Yahudilerin Mescid-i Aksa'daki bir yangını seyrederken kendilerinden geçercesine gösterdikleri sevinç hangi dinden olursa olsun aklıselim sahibi her insanı derinden etkiledi. Dini mekanlara yapılan saldırılar zaten hiçbir şekilde kabul edilemez ama bilinçli olarak zarar verilip karşısında sevinmek ancak tefessüh hali olarak yorumlanabilir.

Sonuç olarak şu gerçek artık çok açık; Siyonizm, ırkçı emperyalizm sadece Müslümanların değil, Hıristiyanların, farklı inanış sahiplerinin, etnik kimliklerin, mezheplerin, kadının, erkeğin, bebeğin, çocuğun, yaşlının, zenginin, fakirin, hatta aklı başında Yahudilerin yani izan, insaf sahibi bütün insanlığın ortak düşmanıdır. Zaman şimdi Filistin için vicdan ittifakı kurmanın ve halkayı olabildiğince genişletmenin vaktidir.