Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2017'den bu yana ilk kez, resmî ziyaret için Cezayir'deydi. Kabinesindeki çok sayıda bakanın yanı sıra, iş adamlarından, sanatçılardan ve sporculardan oluşan 90 kişilik bir heyetle Cezayir'de boy gösteren Macron, Paris'ten ayrılmadan önce yaptığı açıklamada, Cezayir'le ilişkileri her alanda ileriye götürmek istediklerini, geçmişin yüklerinden kurtularak geleceğe bakmayı hedeflediklerini, iki ülke liderliğinde bu isteğin var olduğunu kaydetmişti. Benzer ifadeler ziyaret sırasında da tekrar edildi.
Emmanuel Macron, geçtiğimiz yıl Fransız basınına verdiği bir mülakatta, Cezayir ordusunun kendi halkını Fransa'ya karşı kışkırtmak için tarihi yeniden yazdığını iddia ederek, '1830'dan önce Cezayir diye bir yer mi vardı ki?' diye sormuştu. Macron'un bu sözleri, -doğal olarak- kendisine ve ülkesine karşı bir öfke tufanına yol açmış, Cezayir hükümeti Paris'teki büyükelçisini geri çağırmış ve hava sahasını Fransız uçaklarına kapatmıştı. 24 Nisan'da Macron yeniden cumhurbaşkanlığına seçilince, Cezayir'e karşı üslubunu yumuşatmış ve 'özre benzer' bir ifadeyle muhataplarının gönlünü almaya çalışmıştı.
Beş yıllık bir arayla bile olsa, Macron'un Cezayir ziyareti, iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden onarma ve özellikle ekonomik işbirliğini daha da derinleştirme noktasında Paris'in sergilediği isteği gösteriyor. Macron'u aceleye sevk eden başka unsurlar da var tabii ki. Bunların başında, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Avrupa'nın doğalgaz konusunda yaşamaya başladığı kriz geliyor. Kış mevsimi yaklaşırken, 'Rus gazına alternatif' bulmak mecburiyeti var. Cezayir'in barındırdığı muazzam petrol ve doğalgaz rezervleri, Fransızların iştahını kabartıyor. Söz konusu rezervlerin büyük bir bölümü için ciddi altyapı yatırımları gerektiği için, Cezayir şu anda hemen Rusya'ya alternatif olabilecek bir ülke değil. Ancak Cezayir'den alınacak desteğin, kısa vadede Fransa'nın enerji açığı için pansuman işlevi göreceği kesin. Nitekim Macron, temaslarının son gününde -dolambaçlı bir üslupla- 'Cezayir, Avrupa'nın gaz tedariklerini çeşitlendirmeye yardımcı oluyor' demek suretiyle, ziyaretinin alt metnini ifşa etmiş oldu.
Macron'u eski sömürge topraklarında yeniden boy göstermeye iten bir diğer sebep, son yıllarda büyük ivme kazanan Cezayir-Türkiye ilişkileri. İki ülkenin her alanda giderek derinleşen işbirliği ve dayanışmasının Fransızlar tarafından dikkatle takip edildiği sır değil. Türkiye'nin Cezayir'de tümüyle Fransa'nın yerini alabileceğini iddia etmek gerçekçi olmasa da, İslam dünyasının iki büyük devletinin böylesine yakınlaşması, Paris'in işine gelmiyor.
'Geçmişte yaşanan acıların araştırılması için' Fransız ve Cezayirli tarihçilerden oluşacak karma bir komisyonun kurulacağına dair açıklama, Macron'un ziyaretinde öne çıkan bir başka noktaydı. İki tarafın da kendi arşivlerini açacağını, belgelerin ortaya konacağını ve 1830'dan 1962'deki bağımsızlığa kadar geçen bütün sürecin bu sayede dikkat bir şekilde inceleneceğini belirten Macron, 'Bu iş, hiçbir şeyi tabu haline getirmeden, tamamen özgür bir biçimde ve tarihî kaynaklara dayanarak yapılmalı' dedi.
Arşivlerin sansürsüz biçimde erişime açılması durumunda, Fransa'nın Cezayir'de imza attığı mezalimin hiç tahmin edilemeyecek boyutlarda gözler önüne serileceği ve tartışılacağı kesin. Bugün eldeki mevcut bilgi ve belgeler bile, hiçbir Fransız devlet yetkilisinin inkara kalkışamayacağı netlikte. Örneğin, sömürge dönemleri boyunca -özellikle de 1945'te halk ayaklanması yaygınlaşmaya başladıktan sonra- Müslüman kadınlara tecavüzün sistematik ve kitlesel hale geldiğini artık bütün dünya biliyor. Cemile Bûpaşa (Djamila Boupacha), 1960'ta Fransız Le Monde gazetesinde yayınlanan öyküsüyle, bu acılı sürecin sembol isimlerinden biri. Keza 8 Mayıs 1945'te, Fransız ordusunun 45 binden fazla Cezayirliyi tek bir gün içinde ve gözünü kırpmadan katlettiğini hatırlamak için, arşivlerin açılmasına ve tarih komisyonlarının kurulmasına hacet yok.
Ezcümle, Macron bir takım şirinlikler sergilemeye çalışarak 'Geçmişi boş verelim, geleceğe bakalım' diyor, ama Cezayirliler açısından bunun o kadar kolay olmayacağı açık.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.