Kaliforniya Sendromu

Abone Ol

İnsanlık bir kısır döngü içine doğru hızla sürükleniyor. Birey ile toplum arasındaki ilişki düzeyi bireyin lehine orantısız şekilde baskın hale gelmiş durumda. Benmerkezcilik, egoizm esareti, doyumsuzluk, hayattan tat alamama, mutsuzluk olarak tarif edilebilecek sonuçları ortaya çıkaran bu sendrom bugün, adı maddi zenginliklerle özdeşleşmiş Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Kaliforniya eyaleti ile açıklanmaktadır.

Maddi açıdan her türlü dünyevi hedeflerine ulaşan insan içine düştüğü çıkmazlarda, odalarında kaybolduğu labirentlerde çıkış aramaktadır. Bu durum bugün sadece Kaliforniya gibi üst düzey zengin kesimleri etkisi altına almamıştır. Sorun maddi açıdan kendi çapında sosyal statüye ulaşmış herkesi kuşatmaktadır. Özellikle salgın koşullarının sosyal ilişkileri daha da zayıflatması ile birlikte her ne kadar bir araya gelişler için özlem duyulsa da aslında uzun vadede bunun bireyi içine kapatacağını tahmin etmek zor değildir. Salgın aslında zaten insanlığı etkisi altına alan bireyselci yaklaşımların üzerine tuz biber ekmiştir. Buradan bireyi değersizleştirme gibi bir anlam da çıkarılmamalıdır. Birey elbette önemlidir. Burada sorun olan bireyin daha çok zevk merkezli maddi taleplerinin tatmin edilmesi hedefi ile ortaya çıkan problemlerdir. Ancak birey aynı zamanda sosyal bir varlıktır. Yani bir insan sosyal çevre içinde, toplumla birlikte, yaşadığı çevrenin parçası olabilirse sağlıklı bir birey olarak hayatını sürdürebilir. Aksi takdirde bireyin mutlu olma imkan ve ihtimali yoktur.

Bununla birlikte Kaliforniya Sendromu 'yalnızlığı' da beraberinde getiren bir bunalım türüdür. Bugün İngiltere ve Japonya'da Yalnızlık Bakanlığı kurulduğu da hatırlanırsa insanlığı hangi tehditlerin beklediği daha iyi anlaşılacaktır. İntihar vakaları özellikle Batı'da gittikçe sistematik bir artış içine girmektedir. Yine hatırlanacağı gibi özellikle Avrupa ülkelerinde salgının zirve yaptığı dönemlerde huzurevlerinde yaşlıların ölüme terk edilmiş olmaları, bu sendromun 'bencillik' boyutu ile açıklanabilir.

Diğer taraftan dinler işte insanın dünyada karşı karşıya kaldığı bu türden sendromların ilacıdır. Ancak özellikle Hıristiyanlık inancı zaman içinde başkalaşıma uğrayarak bireyin zevk, sefa ve kimi sapkınlıklarını meşru gören anlayışların etkisi altına girmiştir. Vatikan'da 600 yıl sonra istifa eden bir Papa olan Joseph Ratzinger'in kilise içindeki bu tartışmalar neticesinde görevinden ayrıldığı bugün artık sır olmaktan çıkmıştır. Hıristiyanlık günümüzde şeklen varlığını koruyan ama temsil ettiği topluma yön veremeyen bir çıkmaza doğru sürüklenmektedir. Her şeyi sembollerle açıklamayı adet haline getirmiş olan Batı için din artık sadece sembol seviyesine indirgenmiş durumdadır.

Bunun yanında işin üzücü tarafı şu ki, İslam bütün boyutlarıyla insanlığın maddi-manevi sorunlarına çözüm önerileri sunuyorken, Müslümanlar bu çözümleri insanlığa ulaştırmada, gereken sorumluluklarını yerine getirmede yeterli olamıyorlar. İslam dünyası bunun nedenlerini çok iyi araştırmalı ve sebeplerini mutlaka dikkatle irdelemeli ve buna çözümler bulmalıdır. Yoksa vebal altından kalkılamayacak kadar büyük olacaktır.

Sonuç olarak Kaliforniya Sendromu gibi patolojik durumlardan kurtulabilmek ancak insanın ruhunu doyurmakla mümkün hale gelebilir. Maddenin cezbedici esareti başka hiçbir şeye benzemez. İnsan kendisini özgür zanneder ama yediği yemeğin, giydiği elbisenin, oturduğu evin, kullandığı aracın kölesi haline gelebilir. Ruh aç ise dünyanın tamamı bile bir insana yetmez.