Hindistan'daki Müslümanlara yönelik saldırılar, son haftalarda yeniden tırmanışa geçti. Daha önceleri bireysel çapta gerçekleşen ve yaygınlaşmayan saldırıların aksine, Müslümanlar örgütlü ve planlı eylemlerin hedefi durumunda. Ülkenin çeşitli eyaletlerinde aybaşından bu yana onlarca cami ateşe verildi, yüzlerce ev ve iş yeri kundaklandı. Sosyal medyaya yansıyan manzaralarda, hiçbir şeyden çekinmeyen Hindu grupların sokaklarda Müslümanlara saldırdığı görülüyor. Üstelik bu olayların neredeyse hiçbirinde 'karşılıklı çatışma' yok, aksine tek taraflı provokasyon var. İnternette yapılacak kısa bir tarama bile, bu türden onlarca hadiseyi yeri ve zamanıyla gözler önüne sermeye yetecektir. 'Hindu tapınağına su içmek için giren 14 yaşındaki Müslüman çocuk
linç edildi', 'Delhi'de Hindu mahallesinde meyve-sebze satmak isteyen seyyar satıcı dövüldü', 'Yolda yürürken sloganlarla taciz edilen Müslüman kız, öldürülmekten polisin müdahalesiyle kurtarıldı' gibi çok sayıda başlık, sayfaları doldurmaya devam ediyor.
Hindistan hakkında bilgisi olmayan bir insan, yukarıdaki haberlere bakıp, oradaki Müslüman nüfusu 'bir avuç' zannetme yanılgısına düşebilir. Oysa günümüzde Hindistan'da 200 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. Hindistan, dünyadaki en kalabalık Müslüman azınlığa ev sahipliği yapıyor. 1947'de Hint Alt Kıtası Hindistan ve Pakistan olarak ikiye (aslında üçe: Pakistan da, aralarında fiziksel bağlantı bulunmayacak biçimde, 'doğu' ve 'batı' şeklinde parçalanmıştı) bölündüğünde, Hindistan'daki Müslüman nüfus
35 milyon kadardı. Müslümanların gerisi, nüfusu tamamen Müslümanlardan oluşan bir ülke biçiminde tasarlanan Pakistan'a göç etmiş veya sınırın o tarafında kalmıştı.
Hindistan'da bugün Müslüman nüfusun neredeyse yarısı üç eyalette toplanmış durumda: Uttar Pradeş, Bihar ve Batı Bengal. Diğer bütün eyaletlerde de, nereye giderseniz gidin, mutlaka dikkate değer bir Müslüman cemaate, tarihî camilere veya medreselere rastlayabiliyorsunuz.
Peki, bunca nüfusa, kalabalıklara, tarihî geçmişe vb. rağmen, Müslümanların sokak ortasında linç edilebilmesinin sebebi ne? Bu iş, nasıl bu kadar kolay gerçekleşebiliyor? Cevap, maalesef çok tanıdık: Müslümanları temsil edecek yekpare bir yapı veya müessese yok. 200 milyondan fazla Müslüman, Hinduların gözünü korkutacak ve onları caydıracak bir organizasyon meydana getirebilmiş değil. Sayısız dinî cemaat, okul, yayın, akademik çalışma ve diğer araçlar, Müslümanları 'heybetli' hale getirmeye ve İslam düşmanı grupları durdurmaya -maalesef- yetmiyor. Müslümanların Hindistan Parlamentosu'ndaki siyasî temsilleri de gün geçtikçe zayıflıyor.
Safran terörü
Müslümanlara saldıran gruplar, Hindu milliyetçiliğinin ultra-faşist bir formu olan 'Hindutva' ideolojisine mensup ve bu adla anılıyorlar. Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin de bizzat coşkuyla desteklediği Hindutva, Müslümanlar için hayatı yaşanmaz hale getiren atmosferi oluşturan ana sebep. Hindutva mensuplarının safran sarısı kostüm ve kıyafetler giymesi nedeniyle, ortaya koydukları saldırganlık 'safran terörü' olarak biliniyor.
Kolay anlaşılsın diye şöyle ifade etmek mümkün: İsrail için Siyonizm ne ise, Hindistan için de Hindutva odur. Narendra Modi'yi İsrail'in eski Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya, partisini de İsrail'in ultra-faşist Likud'una benzetebiliriz.
Narendra Modi'nin 2014'te Hindistan başbakanı seçilir seçilmez, hızlı bir şekilde İsrail'le ve Netanyahu hükümetiyle yakınlaşması, ardından iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik bir işbirliğine dönüşmesi elbette boşuna değildi.
Tüm bunlara ilaveten:
Hindistan örneği, 'Müslüman ekstremistler'i sürekli başımıza kakarak, alternatif olarak 'barışçıl Asya dinleri'ni önümüze sürenlere de sarsıcı bir cevap. Hindu örneği muhataplarınızı tatmin etmezse, Myanmarlı Müslümanlara organize saldırılarını sürdüren 'barışçıl' Budist rahipleri hatırlatabilirsiniz.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.