Irak Başbakanı Mustafa Kazımî'nin Bağdat'taki evine geçtiğimiz pazar gecesi düzenlenen drone'lu saldırı, Ortadoğu'da bu haftanın en önemli hadisesiydi. Ayrıntılarını pazartesi günü gazetemizin 'Dünya' sayfasında okuduğunuz suikast girişiminin ardından, elbette gözler Irak'taki bazı 'olağan şüpheli' odaklara çevrildi. Ki bunların başında da İran tarafından desteklenen Şiî milis gruplar geliyordu. Korumalarının yanı sıra Kazımî'nin kendisinin de sol elinden yaralandığı saldırıyla ilgili, söz konusu gruplar ve İran cephesinden kınamalar geldi. Ancak birbirinin tekrarı kabilinden açıklamalar şüpheleri ortadan kaldırmaya yetmedi. Zira Mustafa Kazımî'nin uzunca bir süredir Iraklı Şiî milislerce tehdit edildiği biliniyordu.
SADR'IN ÇIKIŞI
6 Mayıs 2020'de göreve başlayan Mustafa Kazımî, Şiî inancına mensup olmasına rağmen, uluslararası aktörlerle İran arasında denge siyaseti yürütmeye çalıştığı için, Şiî milis gruplar tarafından sevilmiyor. 10 Ekim'de düzenlenen genel seçimlerde ciddi bir oy kaybına uğrayan İran destekli gruplar, Irak siyaset sahnesinin yeni düzenine uyum sağlamamakta direniyor. Seçimden zaferle çıkan Iraklı Şiî lider Mukteda Sadr'ın Kazımî ile birlikte hareket etmesi de politik arenanın dikkat çeken unsurlarından. Örneğin Sadr, Kazımî'ye yönelik suikast girişimini şu sözlerle değerlendirdi: 'Bu terör saldırısı, Irak'ın istikrarını hedeflemektedir. Saldırganların amacı, Irak'ı devlet dışı güçlerin kontrol ettiği bir kaos ve anarşi durumuna sürüklemektir.' Mukteda Sadr'ın, bu kurşun misali cümlelerle kimlere doğru nişan aldığı elbette meçhul değildi.
APRONDA 90 DAKİKA
Irak'ta bunlar yaşanırken, İsrail'de yayınlanan Haaretz gazetesinde Yossi Melman imzasıyla çıkan bir haber, ilginç ve önemli bir gelişmeyi gözler önüne serdi:
Libya'nın 'de-facto' lideri sayılan General Halife Hafter'in oğlu Saddam Hafter'i taşıyan uçak, 1 Kasım Pazartesi günü Dubai'den Libya'ya doğru uçarken İsrail Ben-Gurion Havaalanı'na iniş yapmış, 90 dakika kadar apronda kaldıktan sonra yoluna devam etmişti. Melman'ın elde ettiği bilgilere göre, İsrail istihbaratıyla bir görüşme gerçekleştiren Saddam Hafter, 24 Aralık'ta yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde babası için İsraillilerden destek istemiş, bunun karşılığında da Libya'nın İsrail'i resmen tanıyacağını vaat etmişti. Oğul Hafter'in gizli ziyareti ise, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden bir grup danışman tarafından organize edilmişti.
TÜRKİYE'Yİ ENGELLEMEK
Eş zamanlı olarak, Kuzey Afrika'nın batı köşesinde Fas ile Cezayir arasındaki diplomatik krizin gittikçe derinleştiğine dair işaretler de yoğunlaştı. Ağustos ayında karşılıklı büyükelçilerin çekilmesiyle ayyuka çıkan krizin arka planındaki ülke belli: Fransa. Bir yandan Fas'la Cezayir'i kafa kafaya tokuşturmak için elindeki bütün kozları kullanan Fransa, diğer yandan Libya'da kendi menfaatlerine uygun bir düzen kurabilmenin mücadelesini veriyor. Minik, ama önemli bir detay: Saddam Hafter'i İsrail'e taşıyan uçak, bir Fransız şirketine aitti. Fransız istihbaratının Libya'da cirit attığı ve bilhassa Türkiye'nin Libya'nın istikrarı için sergilediği adımları baltalamaya gayret ettiği biliniyor.
ORTAK HEDEF
'Türkiye'nin engellenmesi' hedefi, coğrafyanın doğusunda da İran tarafından yürütülen bir politika. Neredeyse her gün Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine manşetlerin atıldığı İran basınında, 'Osmanlılar geri dönmeye çalışıyor' temalı sözde analizlerin ardı arkası kesilmiyor. İran ayrıca Suriye, Irak, Lübnan, Yemen gibi ülkelerde sahadaki milisleri aracılığıyla kontrolünü ve yayılmacı siyasetini pekiştirirken, Türkiye'nin bu ülkelerde mümkün olduğunca oyun dışında kalmasına çabalıyor. Tahran'daki devlet aklının 'kontrol edilebilir ve gücü sınırlanabilir bir Türkiye' peşinde koştuğu sır değil. Yalnızca Azerbaycan-Ermenistan cephesini yakından izlemek bile, İran'ın bu konudaki niyetlerinin anlaşılmasına yeter.
İlk bakışta birbirinden uzakta ve irtibatları zayıf görünen Paris ve Tahran'ın, coğrafyanın en batısından en doğusuna, 'Türkiye'yi engellemek' ortak hedefine kilitlendiğini görmek, bazı gerilimlerin tarihin derinliklerinden günümüze ne kadar canlı biçimde aktarıldığını fark etmek açısından oldukça öğretici.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.