Seçimlerin Galibi Macron ama Kazanan Le Pen

Abone Ol

Bilindiği gibi 2022 Fransa başkanlık seçimleri 10 Nisan'da yapılmış ve çoğunluk elde edilemediği için en yüksek oyu alan iki aday Emmanuel Macron ve Marine Le Pen ikinci tura kalmışlardı. Başbakan Manuel Vals döneminde 2014-2016 yılları arasında, ekonomi, sanayi ve dijital işler bakanı olarak görev yapan mevcut Cumhurbaşkanı Macron bir önceki seçimlerden hemen önce İlerleyen Cumhuriyet! (LREM-La République En Marche!) hareketini kurmuş ve bu hareketi Avrupa Birliği yanlısı bir parti olarak kurgulamış, böylece hem sağ hem de sol seçmenin oylarını (%66,1) alabilmişti.

Diğer Avrupa ülkelerinde de yaygın olan Sosyalist Parti, Yeşiller, Sol Radikal, Cumhuriyetçi Parti, Popüler Hareket ya da Demokratlar Birliği gibi köklü siyasi partilerin dışında ve bu parti sanki bir kişi için (E. Macron) ve bir seçim için kurulmuş bir harekete benziyordu.

Her ne kadar Macron'un kendisi eskiden (2006-2009) Sosyalist Parti üyesi olsa da daha sonra bağımsız hareket etmiş ve bu yeni hareketi daha çok merkez siyasette konumlandırma hedefi gütmüştür. Siyaset biliminin temel prensiplerinden olan siyasi partilerin toplumun her kesiminden oy isteyip onların desteğini alabilmesi ilkesi bu harekette önemli bir başlangıç noktası olmuştur.

Ayrıca Macron merkez siyasetine dönük hareket etmekle birlikte, bir ara Napolyon'a özenmiş ve onun ayak izlerini takip etmeye çalışmış ama aynı zamanda çok iğreti görüntüler de vermiştir. Çoğu zaman da içerideki İslam düşmanlığını aşırı sağcıların elinden almaya kadar gitmiş, ülkesinde yüzde 10 Müslüman olmasına rağmen, İslam'a hakaret içeren karikatürleri devlet binalarına yansıtacak kadar da akıl ve devlet adamlığından yoksun davranışlar sergilemekten de çekinmemiştir.

Bununla birlikte Macron'un partisi gibi partiler, 'Büyük Çadır' (Big Tent) veya 'Herkesten Oy Alan Partiler' (Catch-all Parties), siyasi arenadaki diğer ideoloji partileri gibi dar bir kesime hitap etmeyip toplumdaki siyasi yelpazenin hemen her tonuna hitap edebilmeyi amaçlamaktadırlar.
Aslında bu tür partiler kuruldukları ülkelerin demografik yapısına uymak zorundadır. Mesela, muhafazakar bir toplumda başka görüşlere yer verilse de sağ siyaset bir şekilde daha etkin olacaktır. Macron'un partisi En Marche da nitekim giderek merkez sağ partisi olarak algılanmaktadır.

2017 seçimlerinde birinci turda Macron oyların yüzde 24,01'ini alırken rakipleri Milli Cephe lideri Marine Le Pen 21,30; Cumhuriyetçi François Fillon 20,01 ve solcu Asi Fransa adayı Jean-Luc Mélenchon 19,58 almıştı. İkinci tura kalan Macron oyların yüzde 66'sını alırken Le Pen yüzde 33,9'da kalmıştı. Bu seneki sonuçlara bakıldığında aşağı yukarı benzer sonuçlar alındığı görülmektedir. Ama Macron'un oylarını bu sefer üç puandan fazla bir artışla yüzde 27,85'e çıkarması ama Le Pen'in de yaklaşık iki puan artırarak yüzde 23,15 oranında oy alması ikinci turda tıpkı geçen seçimlerde olduğu gibi yine Emmanuel Macron'un kazanacağına işaret etmektedir.

Zira 24 Nisan'da yapılacak bu turda milliyetçi Marine Le Pen'e ancak aşırı sağcı aday Éric Zemmourun yaklaşık yüzde 7 ve belki Cumhuriyetçi Valérie Pécresse'in aldığı yüzde 5 civarı oy gelebilir. Ama Macron'un siyasi yelpazenin diğer tüm kesimlerinin oyunu alma ihtimali oldukça yüksektir. Hatta halkın içinde bulunduğu şartlar eğer çok daha kötüye gitmiyorsa, Macaristan'daki gibi 'Bilinmeyen Şeytan Yerine Bilinen Şeytan' (Better the Devil You Know than the Devil You Don't) tekrar seçilebilir.

Önümüzdeki hafta boyunca Macron'un geçen seçimlerde olduğu gibi Le Pen'in ırkçı, göçmen karşıtı ve milliyetçi programını ağır bir dille eleştirmesi ve kendisinin ne kadar AB yanlısı, liberal ve Vladimir Putin'e karşı Ukrayna tarafında yer aldığını seçmenlerine anlatmaya çalışacaktır.
Sosyolojik açıdan bakıldığında genel olarak Avrupa'da ve hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde bir sosyal değişimden bahsedilebilir.

Örneğin, 1990'larda İskandinavya ülkelerinde aşırı sağ bir siyasi partinin seçimlerde yüzde 5 oy alabilmesi bile bir başarı sayılabilirdi. O günlerde Batı'da farklı fikirlerin bir arada yaşayıp tartışılabileceği konuşuluyordu. Çok kültürlülük veya kültürel çoğulculuk rüzgarları esmekte ve bu tür fikirleri savunan sol partiler hemen her ülkede zaferler kazanmaktaydı.

Ancak Kovid-19 salgınının da etkisiyle tüm dünya 'post-normal' bir döneme geçti. Artık toplumlar yavaş yavaş salgın dönemindeki fiziki kapanma gibi kültürel olarak da kendilerini 'yabancı' olana kapatmaya başlıyordu. Kapitalizmin döngüsel mali krizleri her seferinde ekonomik göstergeleri etkiliyor ve işsizlik sayıları gibi dengeler bozuluyordu. Yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve sığınmacıların kabul edilmemesi gibi tavırların yükselişi bu sebeplerle normal hale geliyordu.

Avrupa'da aşırı sağın yükselişini sadece artan işsizlikten dolayı göçmenler ve sığınmacılara bağlamak meseleyi hafife almak anlamına gelir. Bunlar gözle görülebilen somut olgulardır ama daha derinlerde kapitalizmin devamını sağlayacak tüketim ve satın alma gücü gibi göstergelerin ötesinde güvenlik endişesi yatmaktadır. Marine Le Pen'in kamusal alanda başörtüsünü yasaklama söylemi ile kasaplık hayvanların canlı kesimi gibi uygulamaları sona erdireceği vaatlerinin arkasında halka korku siyasetini dayatma hedefi vardır. Bu türden vaatler de Avrupa ile birlikte dünyayı etkisi altına alacak otoriterleşmenin yaklaşan ayak sesleri olabilir mi sorusunu akıllara getirmektedir.

Bu arada Almanya'nın Başbakan Angela Merkel döneminde mevcut Başbakan Olaf Scholz ile kurulan 'Büyük Koalisyon'dan vazgeçmesinin başlıca nedenlerinden birisi de aşırı sağcı parti AFD'nin hareket alanını daraltmaktı. Çünkü bu partinin son seçimlerde yüzde 10,3 oy almış olması da yakın gelecekte Fransa'daki gibi bir siyasi konjonktürün oluşabileceğine işaret etmektedir. Fransa seçimleri, sonuçları itibariyle Batı'da istikrarlı bir artış içinde olan aşırılığın kalıcı hale gelmeye başladığını göstermektedir. Avrupa ülkeleri öncelikle bunu masaya yatırmalı ve birliğin önündeki en önemli riskin bu mesele olduğunu idrak etmeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak bütün bu gelişmeler -kim ne derse desin- Marine Le Pen'in seçim zaferinden hemen sonra kutladığı Viktor Orbán gibi önümüzdeki Pazar günü yapılacak seçimlerin kesin galibi olduğu çok açıktır. Yukarıda açıkladığımız gibi Macron'un bu turda siyasi sebeplerden dolayı kazanması beklenmektedir ama halk nezdinde giderek artan bir karşılığı olması nedeniyle seçimin asıl kazananı Le Pen'dir.