Göçmenler / sığınmacılar konusu yine Türkiye'nin gündemine oturmuş durumda. Arap Baharı sürecinde özellikle Suriye'de yaşanan gelişmeler bugün karşı karşıya kaldığımız sorunların ana kaynağını oluşturmaktadır. Uzun süren şiddetli çatışmaların yaşandığı bir ülkeden veya daha geniş anlamda bölgeden, insanların aileleri ve kendi canlarını kurtarmak için güvenli gördükleri yerlere kaçmaları kaçınılmaz bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Başta Türkiye ve Ürdün, bu insanların sığınabilecekleri yerler olmuştur. Sayıları milyonları bulan bu insanları beklemeyen Türkiye gibi ülkeler ilk başta ne olduğunu tam olarak anlayamamış ve onları 'misafir' olarak tanımlamışlardır. Oysa bu durum salt bir misafir bakışıyla tarif edilemeyecek kadar geniş bir sahaya yayılmıştır. Burada kalışları da geri dönüş formülleri de anlık politika değişiklikleriyle çözülemeyecek şekilde çetrefilli bir noktaya taşınmış durumdadır. Konunun burasında şunu ifade etmek gerekir; Türkiye'de yaşayan sığınmacıların son verilere göre yüzde 48'i, 0-18 yaş aralığındadır. Yani bu insanların Suriye'de yaşananlarla ilgili doğrudan bir ilgisi de bilgisi de genel hatlarıyla yoktur. Çünkü olaylar başladığında ya dünyaya gelmemişler ya da sorunu anlamayacak kadar yaşça küçük durumdaydılar. Dolayısı ile bütün sığınmacıların tek kişi kalmayacak kadar döneceklerini düşünmek teknik açıdan mümkün olmadığı gibi eşyanın tabiatına uygun değildir. Bir taraftan geri dönüşleri için çalışmak gerekirken diğer taraftan kalanların entegrasyonu üzerine de yoğunlaşmak gerekir.
Bundan dolayıdır ki, meseleye yaklaşırken 'hepsi artık burada kalacaklar, bunu kabullenmek zorundayız' veya 'hepsini geri göndereceğiz' şeklinde toptancı yaklaşımların çözüme bir katkısı olmayacaktır. Bu meselenin çözümü için daha geniş bir perspektifle bakış açısına ihtiyaç vardır. Tabii olarak burada yaşamak durumunda kalan insanların, olabildiği ölçüde kendi vatanlarına güven içinde dönmelerinin sağlanması olması gerekendir. Ancak bu bugünden yarına olabilecek bir gelişme değildir. Siyasi ve sosyal atmosferin güvenlik sorununu ortadan kaldırdığı zaman bütün bu süreçler ancak işletilebilecek kıvama gelebilir.
Bununla birlikte ülkemizde giderek gün yüzüne çıkan genel olarak Arap ve özellikle de Suriye, Irak veya Afgan sığınmacılara karşı geliştirilen nefret söylemi sanki Türk milletinin en bariz vasıflarından olan misafirperverlik özelliğinin giderek sorgulanmasına yol açmaktadır. Geçtiğimiz hafta içerisinde bir sahne sanatçısının sosyal medya paylaşımı sığınmacılara karşı tavırda artık keskin bir kutuplaşma olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Bir ırka 'soysuz' diyebilecek kadar gözü dönmüş bu insanların işledikleri nefret suçu görmezden gelinmemiş ve iş sosyal medya platformu tarafından paylaşımın silinmesine kadar gitmiştir. Sığınmacıların karıştıkları cinsel taciz gibi veya Katarlı olduğu iddia edilen bir sürücünün arabasıyla bir sokak köpeğini öldürmesi gibi suçların bahane edilerek tamamının suçlanması elbette kabul edilemez. Suç bireyseldir ve suçlu yargılanarak cezasını çekmelidir. Yine, 515 adı verilen bir grubun ellerinde döner bıçakları ile sokaklarda yürümesi ve sanki bir gövde gösterisinde bulunması nasıl asla kabul edilemezse, benzer şekilde sığınmacıların işyerlerine yapılan tacizler, saldırılar da kabul edilemez.
Diğer taraftan sosyal medyada sıkça rastlanan bir videoda 'Esenyurt'ta devlet önlem almazsa biz kendi önlemimizi alırız' diyebilen bir kalabalığın geldiği nokta artık meselenin vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Kavga ettikleri birkaç sığınmacıyı, kaçtıkları bir alışveriş merkezine kadar kovalayıp taşlarla sopalarla darp ettikleri görüntüler kan dondurucu niteliktedir. Derinleşen ekonomik kriz ve giderek artan işsizlik bu davranışların tek açıklaması olamaz. Provokasyon kokan geri dönülmesi zor bir tünele sokulmak isteniyormuşuz gibi bir hissiyata maalesef kapılmadan edemiyoruz. Bu tür saldırılar ile mesele giderek ırkçılık boyutuna taşınmakta ve gereken önlemler alınmadığı takdirde - Allah korusun- bir iç çatışma tehdidi görünmektedir. Hele yine sosyal medyada dolaşımda olan bir videoda yaşlı olduğu görülen bir kişinin elinde bir balta ile Suriyeli oldukları öğrenilen kiracılarının evine saldırması meselenin sadece 1.200 liralık kiranın insafsızca 4.000 liraya çıkarılması değildir. Açgözlülüğün ötesinde geleneklerine, değerlerine ve en önemlisi de artık kendisine bile yabancılaşan bir topluma dönüşme tehlikesi, gelinebilecek en son nokta olsa gerektir.
Sonuç olarak Suriye'de yaşanan fiili durum bölgenin topyekûn istikrarsızlığını hedefliyordu. Sığınmacılar sorununun oluşturduğu kırılgan sosyoloji ve bu meseleyi doğru yönetememek de ülkemizde iç çatışmayı körüklemek gibi bir felaket senaryosunun planlandığına dair ipuçlarını gündeme taşımış oluyor. Dikkatli olmak, sorunları başlamadan bitirmek, adına kriz demeden krizle mücadele etmek gibi bir anlayışın hakim olması gerekir. Kaldı ki imparatorluk bakiyesi olan bir ülkenin bu tür sorunları çözme ve yönetme kapasitesi elbette vardır. Bugün içinde bulunduğumuz şartlarda popülist söylemlere değil, aklıselime ihtiyacımız olduğu gün gibi ortadadır. Hem insanlığımızın hem de inancımızın bize yüklediği misyon budur.