Tahıl Diplomasisi

Abone Ol

Dünya bugün küresel bir açlık kriziyle karşı karşıyadır. Pandemi öncesinde iklim değişikliği ve kuraklık sebebiyle milyonlarca insan dünyanın farklı bölgelerinde açlık tehlikesine maruz kalmıştı. Çoğu sömürgecilik sebebiyle bilerek açlığa ve fakirliğe mahkûm edilmiş bu ülkelerde yaşayan insanlar kendilerinin hiçbir şekilde sebep olmadığı bu sonuca katlanarak sözüm ona medeni dünyanın umursamaz bakışları altında insanlığın düşebileceği en alt noktada hayatlarını kaybediyordu. Bir insanın açlıktan ölmesi herhalde insanlığın da ölmesi anlamına gelir. Bununla birlikte sürekli hale gelen açlık riski veya yiyecek bulamama tehlikesi bugün dünya nüfusunun en azından beş ya da altıda birini tehdit etmektedir. Sebepleri arasında siyasi çekişmeler ilk sırada gelmekte ama iklim değişikliği ve pandemi süreci de gözleri fakir ve geri kalmış üçüncü dünya ülkelerinden daha müreffeh ülkelere çevrilmesine neden olmuştur. Elbette Rusya'nın sebeplerini hala tam olarak izah etmekte zorlandığı Ukrayna saldırısı dünya tarımının bu iki önemli ülkesinin hububat ihracatından etkilenecek ülkeleri endişelendirmiştir.

Petrol, dolayısıyla enerji fiyatlarındaki artış da doğrudan gübre ve genel olarak yiyecek fiyatlarını etkilemiştir. Burada bir parantez açıp sorunun Türkiye'yi etkileyen boyutlarına da bir bakmak doğru olacaktır.

Bugün iktidar her ne kadar enflasyonun ve dövizdeki artışın sebeplerini dünyadaki gelişmelere bağlamaya çalışsa da işin özünde yanlış ekonomik politikalar vardır. Elbette dünyadaki gelişmelerin etkisi olabilir ama bu yaşananların ancak üçte birini açıklayabilir kalan kısım tamamen bu iktidarın yanlış kararları sonucu oluşmuştur. Dünyadaki kimi zaman açıklanan ekonomik verilere dönük istatistikler de bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte dilimize 'tedarik zinciri' olarak tercüme edilen süreç hayatımızın her alanını etkilediği gibi sofralarımızı da etkilemektedir.

Gübre fiyatlarındaki artış sebebiyle tarım sektörünün durma noktasına gelmesi özellikle bizim gibi orta gelir seviyesindeki ülkeler için hayatın daha da pahalılaşmasına neden olmaktadır.

Ülkemizde öteden beri tarım sektörünün tabiri yerindeyse hor görülmesi ve gereken önemin verilmemesi bugün halkımızı besleme noktasında bir açmaza sürüklemiştir. Kırsal kesimlerden kente göç başta olmak üzere pek çok sebepten bahsedilebilir ama üretilmeyen tarım ürünleri yerine sanayi üretimindeki artış da arzu edilen seviyelere ulaşamamıştır.

Çin Modeli, Kore Modeli derken ne dediği ve ne istediği tam belli olmayan, kafa karışıklığında zirve yapan bir anlayışın ülkeyi getirip bıraktığı nokta işte tam da burasıdır. Tarımla ilgili endişeler dile getirildiğine 'paramız var ki alabiliyoruz' anlayışının da ne kadar yanlış olduğu bugün daha açık bir şekilde görülmektedir.

Kanada veya Amerika Birleşik Devletleri, hatta Çin gibi sanayileşmiş ülkeler 'paraları olduğu' halde tarıma da gereken önemi vermişler ve bizim geleneksel seyirlik atıştırmalığımız olan ayçekirdeğini bile bizi 'Dakota ayçekirdeği' adıyla ithal etmeye mecbur bırakmışlardır.

Elbette çocukluğumuzdaki 'kovboy filmleri'nden hatırladığımız ve işgalci beyazlara karşı yanlarında olduğumuz Idaho veya Dakota yerlileri ve onların ürettikleri ayçiçeğine sempati duyabiliriz. Fakat mesele yemeklerde kullandığımız yağa gelince bizim özellikle Trakya çiftçimizin içine düştüğü zorluk ve sıkıntıların ana gündem maddemiz olması gerekmez mi?

Bugün için hangi şartlarda ne zaman biteceğini hala bilemediğimiz bir savaş koşullarına rağmen, savaşan ülkelerin zirai mahsullerini üretmeye devam edebilmeleri bizim de ders almamız gereken bir başka önemli husustur.

Son günlerde saldırı altındaki Ukrayna'nın tarımdan asla vazgeçmediği ve saldıran Rusların onların hububatlarını çalarak Kırım üzerinden sattıkları iddiaları da gündeme gelmektedir.

Bilindiği gibi bomba yağmuru altında bile tarım yapmaya devam eden Ukrayna ile Rusların bu ürünlerin Karadeniz limanlarından gemilerle ihraç edilebilmesine izin verilen bir anlaşma geçtiğimiz Cuma güne taraflar arasında imzalandı.

Bu iktidarla birlikte 'diplomasisi' kavramının önüne mesela telefon, mesela mekik, mesela kamu gibi kelimelerle türetilmiş 'telefon diplomasisi'ne benzer 'gıda diplomasisi' gibi bir kavramla Türkiye'nin büyük bir başarısı olarak ilan edilen bir gündemin içinde kendimizi bulmuş olduk.

Bu gelişmenin önemli bir başarı olduğunu tabi ki inkar edecek değiliz. Emeği geçenlere de teşekkür ederiz. Ancak Ukrayna'nın ihracatlarının yüzde 95'inin, Rusya'nın ise toplam ihracatının yüzde 65'inin Karadeniz ve İstanbul Boğazı üzerinden yapıldığı gerçeğini bilirsek, tarafların bu anlaşmaya neden mecbur olduğunu da idrak etmiş oluruz. Türkiye'nin bu süreçte üstlendiği rolü önemseyelim ama ayaklarımızın yerden kesilmesine de müsaade etmeyelim. Bu anlaşma sadece bu konu özelinde değil, birçok başlıkta Türkiye'nin jeopolitik konumunun ne denli önemli olduğunun delili olmuştur. İktidarlara düşen bu gücü yerinde ve zamanında doğru şekilde kullanmaktır.

İktidarın hakkını teslim etmenin yanında, kendi ülkesindeki kendi çiftçisini kalkındırmak yerine, tarım ve hayvancılık ürünlerinin ithal edilmesini doğru bir işmiş gibi sunulmasına karşı da bir şeyler söylemek zorundayız.

Hele hele ülkemizde tarıma elverişli alanlar kalmamış gibi yurt dışında arazi kiralama fikrini sanki dahiyane bir fikirmiş gibi sunan iktidara bu kararın kurtarıcı bir fikir gibi sunulmasının doğru olmadığına nasıl ikna edebileceğiz?

Artık 'yüzölçümü Konya'dan küçük Hollanda'nın tarım ve hayvancılık ihracat verileri'ne kadar biliyor musunuz diye sormanın bir anlamı da yok. Savunma sanayii ihracat kalemlerinin artmasından memnuniyet duyarız fakat bunların yanında kendi mercimeğimizi ve tereyağımızı da üretmenin ne gibi bir zararı olabilir diye sormak en tabii hakkımız değil midir?

İç kamuoyuna yönelik iktidarın büyük bir başarısı olarak gösterilmeye çalışılan anlaşma dünya kamuoyuna 'Rusya ile Ukrayna arasında tahıl koridoru anlaşması' şeklinde duyuruldu. Belki haberin detayını okuyanlar veya seyredenler anlaşmanın İstanbul'da, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve ev sahibi olarak Türkiye'nin gözetiminde imzalandığını öğrenebildiler. Burada bizim dikkatimizi çeken en önemli husus, Batı'nın bir şekilde kendisini de etkileyebilecek bir yiyecek krizine karşı bir önlem almaya çalışmasıdır. Hatta Rus doğal gazına ihtiyaç duyan Avrupa ülkelerinin benzer bir anlaşmanın provası olarak gördükleri bile söylenebilir. Burada dünya kamuoyunu endişelendiren en önemli nokta Rusya'nın limanlardaki gemilere saldırıp saldırmayacağı, hatta kendisi saldırdığı halde suçu Ukrayna'ya bile atabileceği endişesidir. Şehirlerde sivil yerleşim alanları, hatta hastaneler bile bombalanırken kim gemilerini Ukrayna limanlarına gönül huzuru içinde gönderebilir? Umarız bu endişelerimiz yersiz bir bakıştan ibaret olarak kalır ve anlaşma dünya gıda krizine önemli ölçüde bir pozitif katkı yapar.

Son olarak duyurulduğu gibi iki ülke arasında böyle bir anlaşma yapılabiliyorsa o zaman neden bir barış veya ateşkes anlaşması yapılamıyor gibi bir soru da haklı olarak sorulacaktır. Zaten Ukrayna imzanın hemen ardından Rusya ile bir anlaşma imzalamadıklarını, Türkiye ve Birleşmiş Milletler ile bir anlaşma imzaladıklarını duyurmuştur. Dünyaya, daha doğrusu Ukrayna ve Rusya'dan buğday veya ayçiçeği yağı satın alabilecek ülkelere rahat bir nefes aldıran bu imza inşallah Türk tarım sektörüne şimdiye kadar gösterilmeyen ihtimam ve önemin de bir başlangıcı olur.