Tam 18 yıl önce bugünlerde, Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat, Batı Şeria'nın Ramallah kentindeki yönetim merkezi Mukataa'da İsrail tankları tarafından muhasara altına alınmıştı. Dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un emriyle, 2002'nin mart ayında başlayan kuşatma, 20 Eylül itibariyle bizzat Arafat'ın canına kasteden bir saldırıya dönüştürülmüştü. Şaron, Tel Aviv ve Kudüs'te Filistinli grupların düzenlediği canlı bomba eylemlerinden Arafat'ı sorumlu tutuyor, söz konusu eylemlerin durdurulması için de Ramallah'a bu şekilde gözdağı vermeye çalışıyordu.

Eylül ayının sonuna kadar devam ettirilen kuşatma sırasında, Yaser Arafat yanında kalmış son birkaç adamıyla, jeneratör ve mum ışığı altında dünyayla irtibat kurarken, uluslararası camianın kendisine verdiği sözde destek, kuru birkaç teselli cümlesinden ibaretti. İslam dünyasından yükselen sesler ise, birkaç ülkede düzenlenen protesto gösterilerinden fazlası değildi; onların da gidişata tesiri yoktu. O günleri hatırlayanlar, Arafat'ın 'şehîden, şehîden, şehîden!' (şehit olacağım!) şeklindeki haykırışlarını muhtemelen unutmamıştır. Ki Arafat'ın İsrail tanklarının bombarbımanı sırasında can verme ihtimali, hiç de sürpriz değildi. Mukataa'da hayatını sürdürdüğü bölümün üst katına top atışı isabet etmiş, tavan çökmeye yüz tutmuştu. Külliyenin bir bölümü zaten tanklar tarafından yıkılarak yok edilmişti.

1982'deki Beyrut kuşatması sırasında da Yaser Arafat'ı muhasara altına alan İsrail, 20 yıl sonra aynı senaryoyu bu kez Ramallah'ta sergilerken, aslında yaşlı kurt Arafat'a tartışmalı kariyerini bir kahraman olarak sonlandırma fırsatını da sunmuş oluyordu. 1993'te İsrail'le vardığı Oslo Anlaşması nedeniyle yoğun eleştiriler alan Arafat, şimdi 'şehit' olmaktan söz eden mazlum bir direnişçiye dönüşmüştü. 2003'te ABD'nin baskısıyla başbakanlık yetkisini Mahmud Abbas'a devretmesi, ertesi yıl da Fransa'da şüpheli bir biçimde hayatını kaybetmesi, 'Arafat Efsanesi'ni tamamlayan son rötuşlar oldu. Hayatının final yıllarında uğradığı muamele nedeniyle, Arafat, Filistinliler ve bütün dünya nezdinde bir kahraman olarak anılır bugün. İzlediği siyaset yüzünden, hayatında karşılaştığı ağır eleştiriler ise, neredeyse hiç hatırlanmaz.

***

Filistin davasının tarihî seyrini göz önüne aldığımızda, üç ana dönemden söz etmek mümkün: 1) 1920'lerden 1950'lerin ortasına kadar devam eden 'sahipsizlik', 2) Cemal Abdunnasır'ın işi ele almasıyla başlayan ve 1970'lerin ortasına kadar süren 'hamaset', 3) Enver Sedat'ın 1979'da İsrail'le barış anlaşması imzalamasından itibaren de, her devlet ve grubun kendi yolunu çizmeye başladığı 'savrulma' dönemleri… (Başka kıstaslara göre başka sınıflandırmalar da mümkün elbette.) Yaser Arafat, tüm bu süreçlerin hepsinin içinde bulunmuş, bütün taraflarla farklı boyutlarda münasebetler kurmuş, kendine göre takip ettiği bir siyaset ve ağırlığı olan bir isimdi. En önemlisi ise, İsrail'le bizzat savaşmış, sahada rol oynamış, bunun çetin bedellerini de ödemişti.

Arafat'ın sahneden çekilmesiyle, Filistin'in uluslararası arenada temsili, Mahmud Abbas'ın şahsında -ABD ve İsrail eliyle- zayıflatılmış oldu. Bir yandan Abbas'ın Arafat'ın karizmasına asla yetişememesi, diğer yandan da Hamas gibi dişli rakiplerin güç kazanması nedeniyle, Filistin liderliğinin otoritesi ve gücü de hızla aşındı. Yukarıda zikredilen üç dönem boyunca, Arafat yine de bir sembol olarak meydandaydı. Somut bir yaptırım gücü bulunmasa da, kitlelere verdiği moral gücü önemliydi. Abbas yönetiminin, bu moral gücünü de veremediği anlaşılıyor.

Şimdi, yine ABD ve İsrail, Filistin liderliğini daha da zayıflatmaya karar vermiş görünüyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in başlattığı 'İsrail'le normalleşme' adımlarını diğer bazı Arap ülkelerinin de izleyecek olması, kaçınılmaz biçimde Filistin içindeki grupların zorla dizaynına çalışılacağını da düşündürüyor. Bu bağlamda, Mahmud Abbas'ın yerine, hal-i hazırda BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in danışmanlığını yürüten Muhammed Dahlan'ın getirileceği söylentileri epey yoğun. Bu senaryo gerçek olursa, Filistin liderliğinin Filistin halkıyla son organik bağlarının da artık tamamen kopacağı söylenebilir. Dahlan'ın şahsında, Filistin davası, yaşlı kurtlardan artık çakallara intikal edecek demektir.

***

Tüm bu karmaşanın ortasında, yine umut Filistinli yeni nesillerde. Belki onların, tarihî tecrübeleri sağlıklı biçimde okuyup, önceki nesillerin hatalarına düşmemeleri ve kendilerine dayatılan tuzaklara direnmeleri umulabilir.

(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.