Dün, 20 Temmuz 1974 - Kıbrıs Barış Harekatı'nın 46. yıldönümü idi. Aradan yarım asra yaklaşan bir zaman geçti. Bu vesile ile bugün Kıbrıs'ta hangi durumdayız sorusuna bir kere daha cevaplar aranmalı ve adadaki gelişmeler bir kere daha masaya yatırılmalıdır. Geçtiğimiz yıl harekatın yıldönümü kutlamaları için gittiğimiz Kıbrıs'ta, adadaki siyasi ve sosyal psikolojiyi daha da yakından anlama fırsatı bulmuş ve fotoğrafın birçok farklı boyutunu analiz etme fırsatını yakalamıştım. Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, Barış Harekatı'nın hukuki zeminini oluşturan Adnan Menderes idi. Bilindiği gibi Menderes'in uçağı Kıbrıs müzakereleri için İngiltere'ye giderken, Londra yakınlarında düşmüş, Başbakan Menderes bu kazadan sağ kurtulmuştu.

Türkiye'nin garantör olduğu ve 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulmasını' sağlayan anlaşmayı Menderes, 19 Şubat 1959 tarihinde, Londra'da tedavi gördüğü hastane odasında imzalamıştı. İngiltere Başbakanı Macmillan ile Yunanistan Başbakanı Constantine Karamanlis de anlaşmaya imza koyan diğer isimler olmuştu. Bu anlaşmaya rağmen dönemin Cumhurbaşkanı Makarios, 1960 Anayasası'na itiraz etmiş ve Türklere hak etmediği haklar verildiğini ileri sürmeye başlamıştı. Bu gerekçeyle Rumlar 1963 ve 1967 yıllarında adadaki Türklere baskı ve ablukalar uygulamış, saldırılar düzenlemişti.

Türkiye ise her iki dönemde de adaya askeri harekatı düşünmüş, hazırlıklar yapmış ama son anda adaya müdahale etmekten vazgeçmişti. 1974 yılına gelindiğinde ise CHP-MSP koalisyonu zamanında Barış Harekatı için karar alınmış, siyasi ve askeri süreç başarıyla yönetilmiş ve sınırlar bugünkü halini almıştı.

Tabi, 1974 sonrası işbaşına gelen Türkiye'deki iktidarlar tarafından Kıbrıs bazen 'ayak bağı' olarak görüldü. Hatta eski bir ANAP'lı bakanın Kıbrıs'a yıllık aktarılan kaynağı dile getirerek, 'verelim gitsin' dediği bile iddia edilmişti. Bu iktidarın iş başına geldiği ilk yıllarda ise Kıbrıs, AB ile müzakerelerin başlamasının önündeki en büyük engel (!) olarak görüldü.
O yüzden güle oynaya Annan Referandumu'nda 'yes be annem' propagandaları yapıldı. O yüzden Türkiye'ye gelerek Annan Planı ile ilgili endişelerini ve düşülecek tuzakları paylaşmak isteyen Denktaş'a 'gitsin seçim çalışmalarını Kıbrıs'ta yapsın' denildi (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/rauf-denktas-erdoganin-sozlerine-hic-aldirmadim-5588558).
Türkiye tarafında yaşanan bütün bu kafa karışıklıkları, Kuzey Kıbrıs halkına da dolaylı falan değil doğrudan yansıdı. Türkiye'nin tutumunu daima dikkate alan halk, önünü-sonunu hesap etmeden, Anavatan'ın telkinlerine inanmasa da referandumda 'evet' dedi. Çünkü onlara göre 'Anavatan'a sadakat' esastı. Buradaki iktidarın 'binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete' havasında olduğunu nereden bilebilirlerdi. 'Bir bildikleri vardır herhalde' diye düşündüler. İlk şok referandumda 'hayır' diyen Güney Kıbrıs'a hem de bir hafta sonra ödül (!) olarak verilen AB üyeliği ile yaşandı.

Artık AB'ye göre GKRY bütün adayı temsil ediyordu ve adı da 'Kıbrıs Cumhuriyeti' olmuştu. Şimdi ise hidrokarbon aramalarında, ABD dahil Avrupa ülkeleri 'Kıbrıs Cumhuriyeti' (!) ile anlaşmalar yapıyorlar ve el altından Güney'in NATO üyeliğini konuşuyorlar.

İşte yukarıda ifade etmeye çalıştığımız, bu kısa tarihi seyrin ardından, Kuzey Kıbrıs halkı 11 Ekim 2020'de Cumhurbaşkanlığı Seçimleri için sandık başına gidecek. Bu seçimler Kuzey Kıbrıs için çok önemli. Kıbrıs halkı 'federasyon', 'iki devletli çözüm', 'İşbirliğine dayalı ortaklık' gibi söylemlerle karşılarına çıkacak olan adaylar arasında bir tercihte bulunacaklar. Bunca yaşananlardan sonra federasyon veya ortaklık gibi söylemler halk nezdinde bir karşılık bulur mu bilmem ama bu türden söylemler bile emin olun Güney'i tatmin etmez ve etmeyecektir. AB üyeliği ile müreffeh (?) bir ülke propagandası yapan Güney Kıbrıs, aslında bütün müzakerelere 'iş olsun' diye katılıyor. Masada olduğunu ve kaçmadığı izlenimini vermek istiyor.

Ana hedefleri aslında Kıbrıs'ın tamamını kendi kontrollerine almak. O yüzden müzakereler onlar için 'hoş vakit' geçirdikleri zaman dilimlerinden ibaret. Aynı zamanda bu müzakere süreçlerini Kuzey Kıbrıs Türk halkı üzerinde psikolojik baskı aracı olarak kullanıyorlar. Türkiye ise 2004'te kendi iradesiyle bağlattığı ellerini, ayaklarını bugün çözmeye çalışıyor. Bu bağlardan kurtulmak bugünden yarına çok kolay değil ancak kurtulmaktan başka da çare yok. Doğu Akdeniz, Libya, Mısır, Yunanistan, Ege derken Kıbrıs'ın ne anlam ifade ettiği geç de olsa anlaşıldı. Umarım Kıbrıs halkı Ekim ayında yapacağı tercihle, kendi gelecekleri için en doğru kararı verir ve sosyal, kültürel, siyasi varlıklarını ortadan kaldıracak bir sürecin parçası olmazlar.