Brezilya'da başkanlar doğrudan halkoyu ile seçilir. Seçimlerde yüzde elliyi bir oyla bile olsa geçen aday başkanlık yetki ve sorumluklarını alır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) gibi senatörlerin seçilmesi ve daha sonra onların başkanı seçmesi gibi bir süreç yoktur. Bizde uygulanmayan dar bölge seçimine benzer bir süreç yürütülür. Yani, bir seçim bölgesinden kaç tane temsilci çıkacaksa mesela 5 milletvekili çıkacaksa beş dar bölgeye ayrılır ve orada en çok oyu alan aday kazanır.
Brezilya'da tüm ülke bir seçim bölgesi olarak belirlenmiştir ve bu sene 156 milyon gibi oldukça yüksek sayıda seçmen oy kullanmıştır. İlk turda çoğunluğun sağlanamaması durumunda başkan en çok oyu alan iki adayın yarıştığı ikinci turda belirlenmektedir.
Başka ülkelerden biraz farklı olarak Brezilya'da ve Fernando de Noronha takımadalarında dört yılda bir Ekim ayının ilk Pazar günü birinci turu ve eğer sonuç alınmazsa son Pazar günü de ikinci tur seçimlerde sadece devlet başkanı değil aynı zamanda başkan yardımcısı, kongre ve senato üyeleri, valiler ve onların yardımcıları ile eyalet meclis üyeleri ve federatif temsilcileri de dört yıllığına seçilmektedir. Dünyanın nüfus bakımından en büyük demokrasisi sayılan Brezilya'da uzun yıllardır seçimlere katılım yüzde 80 civarındadır. Her ne kadar G-20 ülkelerinden olsa da kişi başına düşen milli geliri yaklaşık 8 bin dolar ile Brezilya ekonomik refah açısından düşük gelirli ülkeler arasındadır. Yoksulluğun yaygın olmasının beklenen sonuçlarından birisi de siyasette sol politikalar ve partilerin hakim olmasıdır. O kadar ki, bu seneki seçim kampanyalarında en çok vaat edilen konular arasında her bir Brezilya vatandaşının her gün kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğine erişebilmesi vardı. Merkez-Sol İşçi Partisi uzun yıllardır iktidarda olduğu söylenebilir.
Geçen Ekim ayında seçilen Luiz Inácio Lula da Silva daha önce 2002 ve 2006'da da seçilmişti. 2010 ve 2014 yıllarında yine aynı partiden Dilma Rousseff başkan seçilmiş ama 2016 yılında yolsuzluk iddiaları üzerine görevinden azledilmiş, Lula'nın 2018 seçimlerindeki adaylığı da aynı suçlamaların bir parçası olarak cezaevine girdiği için engellenmişti. Seçimlerden sonra 2019 yılında cezaevinden çıktıktan iki yıl sonra siyasete dönebilmişti.
Merkezi Rio de Janeiro'da bulunan Petróleo Brasileiro S.A. — Petrobras, Brezilya'nın çok uluslu ve yarı kamu petrol şirketi aynı zamanda ülkenin de siyasetinin merkezinde yer almaktadır. Mesela 2003 ile 2010 yılları arasında devlet başkanı Lula'yı siyasi olarak desteklemişti. Lula'dan sonra İşçi Partisi'nin başına geçen Dilma Rousseff başkan seçildikten kısa bir süre sonra ülkede yolsuzluk karşıtı gösteriler patlak vermiş ve başkanın girişimleriyle yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama soruşturmaları başlatılmıştı. Brezilya'da o güne kadar üst düzey yöneticilerin ceza aldıklarına pek rastlanmamıştı. Gerek siyasiler gerekse üst düzey şirket yöneticileri bir şekilde adaletin kararlarından kaçabilmişti. Bu sefer şüpheliler teker teker gözaltına alınmaya başlayınca o güne kadar hiç bilmedikleri hapis ve yoksunluk hayatı onları kısa sürede itirafçı olmalarına zorlamıştı. İddialara göre Petrobras şirketinden yaklaşık 2 milyar dolar rüşvet için çekilmiş, 3 milyar dolar inşaat ihaleleri için ödenmiş, binden fazla siyasetçi haksız ödemelere bağlanmış ama daha önemlisi önceki devlet başkanlarına kadar soruşturma uzanmıştı.
Brezilya'da İşçi Partisi yöneticileri ve üyeleri hakkında ulusal basın 'kirli sosyalistlerin yolsuzlukların merkezinde' olduğu haberleriyle çalkalanmaktaydı. 2015 yılında soruşturmalar ve mahkemeler devam ederken İşçi Partisi'nin Senato'daki lideri Delcídio do Amaral'ın tutuklandıktan sonra yaptığı itiraflar ile görevdeki Başkan Rousseff ve önceki Başkan Lula'nın da Petrobras ile siyasetçiler arasındaki yolsuzlukları yönetip rüşvetlerin dağıtılmasındaki rollerini açıklayınca her iki siyasi lider kısa süreli gözaltına alınmış ve süreç Rousseff'in parlamentoda azli ve Lula'nın da siyasetten yasaklanmasıyla sonuçlanmıştı. Yolsuzlukları sona erdireceği vaadiyle iktidara gelen İşçi Partisi'nin kendisi bile koalisyon ortaklarına ihaleler aracılığıyla gayr-i meşru yollardan aylık gelir (mensalão) dağıtmıştı. Brezilya'da herkesin bildiği ve farkında olduğu yolsuzluk o kadar yaygındı ki Rousseff'ten sonra başkan seçilen koalisyon ortağı Brezilya Demokratik Hareket Partisi'nin (PMDB) lideri Michel Temer'in önce üç bakanı sonra da kendisi soruşturma geçirmişti.
Bütün bu karışıklıklardan sonra orduda subay iken maaşların düşük olmasından şikayet eden bir gazete makalesinden sonra soruşturma geçiren ve daha sonra orduya karşı saldırı planlamaktan tutuklanan Jair Messias Bolsanaro askeri mahkemelerce aklandıktan sonra siyasete atılmış ve çeşitli partilerden sonra Sosyal Liberal Parti'nin adayı olarak 2018 seçimlerini kazanmıştı. Önceki siyasi hayatında Hıristiyan Demokrat Parti, Sosyal Hıristiyan Parti ve Liberal Parti gibi sağcı partilere üyeliği onu en sonunda aday yapan Sosyal Liberal Parti'yi de tipik bir muhafazakar bir parti haline getirmişti. Seçim kampanyalarında kullanılan sloganlardan birisi de, 'Her şeyin üstünde Brezilya, herkesin üstünde Tanrı' gibi dinî-milliyetçi bir slogandı. Kendi adı da zaman zaman Brezilya'nın yolsuzluklar listesinde geçmekteydi. Başkanlığı esnasında derinleşen ekonomik krizin yanı sıra Kovid-19 salgınındaki tavrı halk desteğini yitirmesine sebep olmuştu. Hiçbir siyasi parti ile ilişkisinin de kalmadığı son seçimlerde, bağımsız adaylığın kabul edilmediği için seçimlere son anda Liberal Parti adayı olarak girmişti. Seçim kampanyasını eğer kaybederse solcuların iktidarında kiliselerin baskı altına alınacağı, din adamlarının tutuklanacağı, Hıristiyanlık inancının yasaklanacağı hatta kilise binalarının amaçları dışında kullanılmaya başlanacağını iddia etmişti. Kendisi Katolik olmasına rağmen ülkenin muhafazakar evanjelik Pentecostal Protestanları ile iş birliğine giren Bolsanaro, sol ideolojisi ile Lula'yı destekleyen Kurtuluş Teolojisi (Liberation Theology) gibi dinî grupları da karşına almaktan çekinmemişti. Rakibi Lula'yı din düşmanı ilan ederek dindarların oylarını almayı amaçlamıştı.
Kıyasıya rekabetle geçen iki turlu seçimde oyların %50,90'ını alan Lula başkan seçilirken 2017 yılında aldığı 10 yıllık hapis cezasının daha sonra 12 yıla çıkarılmasına ve hapiste 580 gün geçirdikten sonra geçen yıl istinaf mahkemesinin cezaları kaldırmasıyla siyasete dönebilmişti. Mahkeme nasıl olduysa Lula'nın aslında hiç soruşturmaya bile muhatap olmaması gerektiğine karar vererek beraat ettirmişti. Seçim gecesi yaptığı konuşmada kendisini siyaseten diri diri toprağa gömmek isteyenlere inat Brezilya'yı yeniden ayağa kaldıracağına söz vermişti. Beş yıl öncesinde başlayan yolsuzluk suçlamalarına ve kendisine normalden çok daha ucuza satılan apartman dairesinin bahane edilmesine karşılık yüksek mahkemenin kararı bozması ile halkın onun haksızlığa uğradığına inanması sonucunda üçüncü defa tekrar seçilmesi mümkün olmuştu.
Latin Amerika'nın en büyük ülkesi olan Brezilya'da dört yıllık bir sağ iktidarın ardından yüksek enflasyon, işsizlik, fakirlik ve salgının ardından siyasi istikrarsızlık içindeki bir ülkenin solcu bir başkan ile yeni dönemde neler yapabileceğini hep birlikte göreceğiz. Siyasetçilerin hapis ile cezalandırılmalarına kadar giden süreçlerde haksızlığa uğradığına inanılması onlar için her zaman bir avantaj olabilecek mi 1 Ocak 2023'te başkanlığı devralması ile Lula'nın şahsında bir kez daha öğrenebileceğiz. Bakalım Brezilya şehirlerinin gecekondu mahalleleri olan Favelalar bu dönemde az da olsa hedeflerine ulaşabilecekler mi?