Geçtiğimiz perşembe günü -16 Aralık-, Bangladeş'in bağımsızlığına kavuşmasının 50'nci yıldönümüydü. Ne var ki, ülke çapında törenlerle kutlanan bu bağımsızlığın öyküsü daha en başından itibaren acı hatıralarla dolu. İslam dünyasının en kalabalık nüfuslarından birine -yaklaşık 180 milyon- ev sahipliği yapan Bangladeş, bugün hala o hatıraların yükünü taşımaya devam ediyor.
1800'lerin ortalarından itibaren Hint Alt Kıtası'nı işgal eden İngiltere, 1947'de Hindistan ve Pakistan adında iki yeni ülkenin doğuşuna zemin hazırlamıştı. Ancak tek parça halindeki Hindistan'ın aksine, Pakistan 'doğu' ve 'batı' olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. Birbiriyle fiziksel bağlantısı bulunmayan Doğu Pakistan ile Batı Pakistan arasında 2200 kilometre mesafe vardı. Sonraki yıllarda özellikle Hindistan'ın tahrikiyle, Bengal bölgesinde yer alan Doğu Pakistan kendi yolunu çizmeye ve Batı Pakistan'dan ayrılmaya karar verdi. Hint ordusunun da fiilen desteklediği Bengalli milliyetçiler, 1971'in ilk aylarında başlattıkları saldırıları aynı yılın sonunda neticeye ulaştırarak Dakka'yı ele geçirdiler. Pakistanlı General Abdullah Han Niyazi'nin şehri Hindistan ordusunun komutanı Jagjit Singh Arora'ya teslim edişi, Bangladeş ('Bengal Ülkesi') adında yeni bir devletin doğuşunun habercisiydi.
Bağımsızlık sürecinin öncü ismi Şeyh Mucibur-Rahman, Bangladeş'in ilk devlet başkanı oldu. Ancak siyasî istikrar dönemi çok uzun sürmedi. 15 Ağustos 1975 günü düzenlenen bir askerî darbeyle Şeyh Mucibur-Rahman ve ailesi katledildi. Mucibur-Rahman'ın iki kızı Hasina ve Rehana, o sırada yurtdışında bulundukları için ölümden kurtulabilmişlerdi. Katliamın ardından meydana gelen karmaşa, 1976'da Bangladeş ordusunun komutanı Ziyaur-Rahman'ın düzenlediği yeni bir darbeyle nispeten sona erdirildi. İki yıl sonra kendisini devlet başkanı ilan eden Ziyaur-Rahman, 30 Mayıs 1981 günü bir grup askerin organize ettiği suikast sonucu yaşamını yitirdi. Ziyaur-Rahman'ın kısa devlet başkanlığı döneminin en tartışmalı icraatlarından biri, Mucibur-Rahman suikastına adı karışanlara dokunulmazlık sağlanması ve onların yargılanmaktan korunmasıydı.
Ülkenin iki önemli figürü birbirine yakın zamanlarda ortadan kaldırıldıktan sonra, onların siyasî misyon ve miraslarını en yakınlarındaki iki kadın sahiplendi: Mucibur-Rahman'ın kızı Şeyh Hasina ve Ziyaur-Rahman'ın karısı Halide Ziya. Bu durum, Bangladeş yakın tarihine 'Begümlerin kavgası' olarak geçecek olan bol gerilimli ve çekişmeli bir sürecin de başlangıcıydı. Hindistan coğrafyasında yönetici elitlerin ve aristokratların hanım aile üyelerine verilen bu onursal unvan, Bangladeş için ölümcül bir siyasî rekabetin simgesine dönüşecekti.
1990'ların başından itibaren, Bangladeş'te başbakanlık makamı sürekli biçimde, Halide Ziya ile Şeyh Hasina arasında el değiştirdi. Halide Ziya 1991-1996 ve 2001-2006 arasında başbakanlık yaparken, Şeyh Hasina 1996-2001 arasındaki ilk döneminden sonra 2009'da iki kez üstlendiği başbakanlık görevini halen sürdürüyor. 30 yıllık bu uzun döneme bolca karşılıklı mahkemeler, yargılamalar, idamlar, sürgünler, ev hapisleri, yolsuzluk suçlamaları vs. eşlik etti. Gücü hangisi eline geçirdiyse, rakibini siyaset sahnesinden silmek için bütün imkanları kullandı.
Bangladeş siyasetini ve devlet yönetimini her yönden kilitleyen kavgada, tarafların birbirine yaklaşımı ve üslubu da seviye bakımından epey aşağılarda üstelik. 2013'te basına sızan bir telefon görüşmesinin kayıtlarında tarafların karşılıklı yönelttikleri suçlamalar, adeta sudan sebeplerle saç saça, baş başa kavga eden iki komşu kadının sözlerinden iktibas gibiydi. Örneğin biri diğerine 'Seni aradım, açmadın!' diye bağırırken, karşısındaki 'Yoo, açtım' diye kendisini savunuyordu. Lafın bir yerinde Şeyh Hasina, Halide Ziya'yı 'Neden 15 Ağustos günü doğum günü pastası kesiyorsun? Babamın ölümünü mü kutluyorsun?' şeklinde haşlarken, Ziya 'O gün doğmuş olamaz mıyım?' diyordu.
Dışarıdan bakan biri için okuması veya izlemesi epey keyifli olan bu uzun soluklu polemiğin Bangladeş halkına yansıması ise sürekli siyasî gerilim, fakirlik ve gittikçe derinleşen başka problemler… Koskoca bir ülkenin iki kadın arasındaki husumete göre vaziyet alması da, tarihi okurken 'Böyle bir şey nasıl olabilmiş?' diye şaşırdığımız nice hadisenin güncel ve tatsız bir versiyonundan ibaret.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.