Gözünüzü kapatıp Afrika kıtasını hayal ederseniz tam ortada yer alan Çad Cumhuriyeti, bizim için belki simitlerimizdeki susam kadar önemi olan bir ülkedir. Susam aldığımız bu ülke aslında Afrika kıtasının sömürgecilik tarihi açısından önemli bir örneği teşkil eder.

19 Nisan Pazartesi günü haber bültenlerine düşen Çad Cumhurbaşkanı İdriss Débyİtno'nun savaş meydanında ayrılıkçı gerillalarca öldürüldüğü haberi dünya kamuoyunda pek de ilgi görmedi. 2019 yılında ülkemizi ziyaret eden Cumhurbaşkanı Débyİtno ikili -daha çok ticari- ilişkilerin geliştirilmesine önem verdiğini söylemişti. Cuma günü başkent Ndjamena'nın Ulus Meydanı'nda yapılan resmi cenaze törenine binlerce Çadlının yanı sıra Gine Devlet Başkanı Alpha Conde gibi bazı Afrika liderleri de katıldı. Fakat Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un katılması da gözlerden kaçmadı. Zira Macron ülkenin sahibi gibi davranmaya devam edip ülkedeki istikrarın sürmesi için gereken desteğin sağlanacağını söylemesi bile sömürgeciliğin hala bitmediğinin bir göstergesiydi. Yirminci asrın başında Fransız sömürgeciliği tarafından kuşatılan Çad, 1920 yılında tamamen Fransa'nın kontrolü altına girmişti. İlk baştan itibaren zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları olmadığı için Fransa'nın Çad'a çok da önem vermediği söylenebilir. Belki vatandaşların bir kısmı vasıfsız işgücü olarak Fransa'ya köle ticaretinde götürülmüşler, geriye kalanlar ise yine Fransa'nın başlattığı pamuk tarımında kullanılmışlardır. Sanayi inkılabında Batılı sömürgeci bakışın tabii sonuçlarından birisi olan hammadde ihtiyaçları Avrupa dışından taşınırken yerel halklar bu süreçte her türlü zulme maruz kalmışlardır.

Halkının çoğu Müslüman olan Çad, 20'den fazla etnik gruptan oluşur ve dil olarak Çad Arapçası denilen Arapça ile 'gayet tabii ve normal olarak' Fransızca konuşulmaktadır. Sömürgecilik bir ülkeyi ve halkı sadece geçici olarak hammadde sağlayan bir ülke olarak görmeyip asırlar boyunca bu statüde tutmayı amaçlamaktadır. Bugün pamuk ihtiyacını karşılayıp her iki tarafın da menfaati olacak şekilde ticari bir ilişki yerine, yarınlarda da kendilerine pamuğu bedava sağlayacak bir düzen kurulması hedeflenmiştir. Bu statükoyu devam ettirebilmek aslında başlı başına bilimsel bir disiplin işidir. Öncelikle bu düzenin 'normal' olarak algılanıp benimsenmesi gereklidir. Eğitim herhalde bu yönde en öncelikli sıradadır. Fransa'ya karşı sempati uyandırılması, dilinin akıcı bir şekilde konuşulması ile kültürün empoze edilmesi ve elbette siyasi atmosferin ve siyasi aktörlerin Fransa taraftarı olarak yetiştirilmesi oldukça önemlidir. Zaten dünyanın hemen hemen en fakir ve yolsuzluğun en çok olduğu ülkelerden birisi olan Çad, bu düzenek içerisinde sömürgecisine bağımlı olmaktan kurtulamamıştır. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa, ülkeye 'denizaşırı bölge' statüsünü lütfetmiş ve böylece Çad halkı hem Fransa Assemblée Nationale (Ulusal Meclis) seçimlerinde hem de kendi parlamentoları için yapılacak seçimlerde oy verme hakkına kavuşmuşlardır(!) Kendi seçimleri için de elbette siyasi parti kurmalarına imkan tanınmış ve ülkenin güneyinde kurulan bir parti (Parti Progressiste Tchadien) François Tombalbaye liderliğinde 11 Ağustos 1960 tarihinde bağımsızlığı kazanmıştır.

Kuzeyde Libya ile komşu olması ve bu bölgede yaşayan halkın büyük kısmının Müslüman olması güneyde kurulmanın ötesinde onların daha çok desteğini alan ve bir Hıristiyan olan Tombalbaye bağımsızlıktan sonra ülkedeki diğer siyasi partileri yasaklamış ve otoriter bir rejim oluşturmuştur. Etnik çatışmalar tabii ki sömürgecilerin işine gelmektedir. Nitekim Müslümanlar da kendi partilerini kurup (Çad Ulusal Kurtuluş Cephesi -Front de libération nationale du Tchad, FRONILAT, 1965) yönetimde söz sahibi olmak için mücadele etmişler ve 1975 yılında Tombalbaye'nin öldürülmesine rağmen taraflar arasında çatışmalar devam etmiştir. Ancak dört yıl sonra Hissène Habré liderliğindeki muhalif gruplar başkenti ele geçirince nispeten biraz huzur hakim olmuştur. Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin silah ve ekonomik desteğini alan Habré, 1982'de cumhurbaşkanı olarak seçilmiş ve 1990 yılında kendi atadığı bir general olan Déby İtno tarafından bir darbe ile iktidardan indirilinceye kadar bu görevde kalmıştır. Aslında ülkede iç savaş sürerken Fransa'dan nispeten bağımsız olduğu için Libya'nın da güney komşusundaki bu iktidar boşluğundan faydalanmak istemesini ifade etmek gerekir.

30 yıldan fazladır ülkenin başında bulunan Déby İtno aslında kıtadaki diğer siyasi liderlere benzer bir geçmişe sahiptir. Fakir bir çobanın oğlu olarak ülkede yükselmenin en garanti yolu olan askerliği seçmiş ve işinde başarılı olarak en üst rütbelere kadar ulaşınca askeri bir darbe ile iktidarı ele geçirmiştir. Hatta bugün kendisinin ölümünden sonra yapılacak seçimlere kadar 37 yaşındaki oğlu -yine dört yıldızlı bir general- Mahamet İdriss Déby Askeri Geçiş Konseyi (CMT) başkanı olarak yönetimde olacaktır. Genel olarak insan hakları ve demokrasi açısından pek parlak olmayan İdriss Déby yönetimi için söylenebilecek tek olumlu şey, ülkeyi bir diktatörden kurtarmasıdır denilebilir. Ama yıllar önce ülkenin iç işlerine müdahale eden Libya'nın hala isyancı FACT (Çad'da Değişim ve Uyum Cephesi) gruplarını desteklemesi, hatta bu militanların Libya iç savaşında meşru hükümete karşı ayaklanan Halife Hafter tarafında savaşması istikrarsızlığın bir neticesidir. Diğer komşu Sudan'ın da yine benzer gerilla gruplarını desteklemesi hatta Darfur savaşında onların da kullanılması, ülkenin içinde bulunduğu her müdahaleye açık durumu gözler önüne sermektedir. Nitekim Cumhurbaşkanı İdriss Déby İtno da kuzeyde Libya sınırında FACT gerillaları ile çıkan bir çatışmada hayatını kaybetmiştir. Açgözlü sömürgecilik yüzeysel olarak bitmiş gibi görünse de farklı etnik grupları birbirleriyle çatıştırarak menfaat sağlamaya devam etmektedir. Sahip Macron ise kavga eden çocukları ayırma bahanesi ile ülkeyi yöneten gerçek gücün kimde olduğunu göstermeyi yüzsüzce sürdürmektedir.