Mavi Vatan' doktrini üzerinden Türkiye'ye önemli bir alan açan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Doğu Akdeniz'de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. 'Doğu Akdeniz'de ivedilikle MEB ilan edilmelidir.' diyen Yaycı Paşa, Yunanistan asla Megalo idea hedefinden vazgeçmeyeceğini söyledi.

Yunanistan da NATO üyesi, Türkiye de NATO üyesi. Doğu Akdeniz'de olası bir çatışma halinde nasıl bir durum çıkar ortaya? NATO nasıl bir işlev görür?

Öncelikle Yunanistan'ın haksız talep ve tahrikleri neticesinde NATO üyesi iki devletin çatışması NATO'yu temelinden sarsar diye düşünüyorum. Diğer yandan Yunanistan AB üyesidir ve taleplerine AB'yi aracı kılmak istemektedir. Bu durum NATO ve AB ilişkilerini de bozucu niteliktedir.

Biliyorsunuz 2001 yılında imzalanıp 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Antlaşması'nın 2002'de konsolide edilen versiyonunun Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili Hükümlerinin 17(1)'inci maddesi AB'nin NATO üyesi ülkelere karşı yaptırıma başvuramayacağının ve savunma ve güvenlik alanında AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle uyumsuzluk teşkil eden girişimlerde bulunamayacağını esasen ifade etmektedir.

İlgili üye devletler için bu madde, AB askeri kriz yönetimi çerçevesinde üstlendikleri eylem ve kararların her zaman NATO müttefikleri olarak Antlaşma yükümlülüklerine saygı gösterecekleri anlamına gelir.

Özetle, Nice Antlaşması'nın maddelerinden hareketle Yunanistan'ın AB'ye yaptırım çağrısında bulunmasının hukuki bir dayanağı olmadığı açıkça görülmektedir. Yunanistan hukuka aykırı bir beklenti içerisindedir zira AB, NATO üyesi olan bir ülkeye karşı herhangi bir yaptırım uygulama hakkına sahip değildir. Elbette devletler müstakil olarak istediklerini yapabilirler, bu anlaşmalar ve beyanlar devletleri elbette bağlamaz ama AB'yi bir kurum olarak bağlar. Yoksa müstakil olarak her devlet ne yapmak istiyorsa yapabilir ama AB yapamaz diye düşünüyorum. Ama zaten AB'nin, NATO üyesi bir ülkeye NATO yardımı alarak yaptırımda bulunmasının tutar bir tarafı yoktur. Bu tür kararlar AB ve NATO ilişkilerini de zedeler.

Yunanistan, Meis Adası'nın kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu iddia ediyor. Bu iddiadan hareketle, kendisine 4 bin kat büyük denizalanı oluşturuyor. Bu iddia ne kadar gerçekçi Yunanistan bu hali diğer adalar içinde geçerli kılabilir mi?

Esasen herkes Yunanista'ın Mesi, Rodos, Kerpe, Kaşot ve Girit adalarının arasındaki yüzlerce millik deniz alanlarını da sanki bir kara parçası varmış ve Meis'den Girit'e kadar snal bir kesinrtisiz kıyı hattı varmış gibi kabul ettirmeye çalışmaktadır. Tüm hak iddalarını büyük çoğunluğu deniz olan bu sanal kıyıya dayandırmaktadır. Bu saçmalığın farkında olmayan ve maalesef bizde dahi sanki Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de uzun kıyıları varmış gibi düşünenler olabiliyor.

Halbuki uluslararası Deniz Hukuku, denize kıyısı olan devletlere ancak kıyı topoğrafyasının 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 7. madde esaslarına uygun olması koşuluyla 'Düz Esas Hat' çizilebileceğini saptamaktadır. Kaldı ki 'Normal Esas Hat' ve 'Düz Esas Hat' çizimlerinin dışında, özel bir koşul olarak, BMDHS 47. madde 'Takımada Esas Hat' belirleme usullerine yönelik metotları da içermektedir lakin bu özel metot, BMDHS 46. maddedeki 'Archipelago State' (Adalar Devleti/Takımada Devleti) olarak tanınan devletler için kullanılabilmektedir. Yunanistan'ın bir Adalar Devleti yahut Takımada Devleti olmaması sebebiyle BMDHS 47. maddedeki özel hükümlerden faydalanamayacağı açıktır. Zira Yunanistan ana karası olan bir devlettir, sadece adalardan oluşan Endonezya gibi bir devlet değildir.

Üstelik Yunanistan adalarının Doğu Akdeniz'e bakan yüzleri 167 kilometre toplam kıyı uzunluğuna sahiptir ve 1870 kilometrelik Anadolu kıyıları karşısında bir deniz yetki alanı talep etmesi gayri hukuki bir durumdur. Ayrıca anakaradan 200 milden daha az uzaklıktaki adalar MEB üretmezler, yani bir diğer deyişle anakaranın MEB alanına dahillerdir, üzerinde MEB oluşturamazlar. Sonuç olarak Yunanistan'ın Girit ve Rodos adaları arasında deniz yokmuşçasına düz esas hat çizerek karasuları sınırı oluşturması ve bu hattan itibaren MEB belirlemesi Türkiye'nin deniz hak ve menfaatleri bakımından asla kabul edilebilir olmadığı gibi, uluslararası deniz hukukuna da aykırıdır ve hukukun ihlalidir.

Meis adasının hemen arkasında ve kıta sahanlığına oturduğu Anadolu kıyılarını yok sayarak münhasır ekonomik bölgesi olduğu ise başlı başına hukuk tanımamazlıktır. Buna bir örnek gösterecek olursak; İspanya'nın Fas sahilinde adaları bulunmaktadır. Aşağıdaki haritanın üst kısmında İspanya'nın gerçek MEB'i, alt kısmında ise İspanya'nın Yunanistan gibi hukuksuz taleplerde bulunsaydı sahip olacağını MEB'inin ne olabileceğini görüyorsunuz. İspanya ve Fas deniz hukukuna uygun davranarak, sınırlandırmada ana karaları esas almakta, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve orantılılık ilkelerine riayet etmekte, ters tarafta kalan İspanyol adalarına (Fas ana karası önünde) karasuları dışında bir deniz yetki alanı tanımamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan'ın Meis ve diğer adalarının MEB'i olduğu iddiası hukuksal ve fiili gerçeklerle örtüşmemektedir ve kesinlikle uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

Türkiye ve Yunanistan arasında deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmiş değil. Bu nedenle hem Türkiye hem de Yunanistan kara sularının Ege Denizi'ndeki genişliği 6 deniz mil kabul ediliyor, fakat Yunanistan bunu 12 mile çıkartmak istiyor, yaşanan bu süreçte atılacak adımlar, bu durumu Türkiye'nin lehine çevirebilir mi?

1936'da Lozan dengesini bozarak, karasularının genişliğini 6 mile çıkaran Yunanistan, şimdi de 12 mile çıkarmak ve Adalar Denizini (Adalar Denizi'yi) bir Yunan gölü haline dönüştürmek istemektedir. Malumları olduğu üzere TBMM, Yunanistan'ın karasularını genişletmesi durumunda, ülkemizin hayati hak ve menfaatlerinin korunacağına dair kararlılığını 08 Haziran 1995 tarihinde dünya kamuoyuna duyurmuştur. Yunanistan uygun koşullar bulur ve karasularını 12 mile çıkarırsa; EGAYDAAK'lar dikkate alınmaksızın, Adalar Denizi'deki açık deniz alanları oranı yaklaşık % 20'ye inecek ve Türkiye'nin karasuları kaplama oranı % 8.7'ye, Yunanistan'ın ise % 62'ye çıkacaktır. Bu suretle kıta sahanlığı paylaşımı açısından önemli olan doğu Adalar Denizi'de ise, Türk karasuları % 17, yunan karasuları % 60 artacak , açık deniz alanları ise % 64 azalarak, %'9'a düşecektir. EGAYDAAK'ların Yunanistan'ın egemenliğinde kabul edilmesi halinde ise, Yunanistan'ın karasuları kaplama oranı tüm Adalar Denizi'nde %72'ye, doğu Adalar Denizi'de % 68'e çıkacak ve. durum daha da vahim hale gelecektir. Böylece, Adalar Denizi'nin iki ayrı bölgesinde, etrafı Yunan karasuları ile çevrili iki küçük açık deniz kesimi hariç, Adalar Denizi bir Yunan iç denizine dönüşecektir. Böyle bir durumda, Türkiye'nin ülkesel bütünlüğü bozulacak; Adalar Denizi kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgesinin yaklaşık %90'ı Yunanistan'a ait olacak; Türkiye'nin Adalar( Adalar Denizi) Denizi'ne yönelik doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi ile, balıkçılık, turizm ve bilimsel araştırma gibi ekonomik faaliyetleri çok büyük ölçüde kısıtlanacaktır. Üstelik askeri gemilerimiz eğitim ve tatbikat yapamayacak hale geleceklerdir. Kısaca, Yunanistan karasularını 12 mile genişletmekle kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ile hava sahası başta olmak üzere, tüm sorunları bütünü ile kendi lehine hallederek Adalar Denizi'de mutlak hakimiyet tesis edecektir.

Nitekim, Yunan medyasında çıkan haberler ve yorumlar da bu beklenti ile paralellik arz etmektedir Esasen 6 mil rejimine göre karasularında bir millik bir artış dahi, Adalar Denizi'de açık deniz alanlarının yaklaşık % 12 azalmasına neden olacaktır.

Mesele hukuki açıdan irdelendiğinde ise; 1982 BMDHS'nin 3'üncü maddesi devletlere 12 mile kadar kara suyu genişliği belirleme hakkı tanırken; karasularının genişliğini mutlak şekilde 12 mil olarak dikte etmemekte, hüküm, kendi içinde karasularının 12 milden az olması gereken hallerin de varlığını ortaya koymaktadır. Diğer yandan 1982 BMDHS; 123'üncü maddesi ile yarı kapalı bir deniz statüsünde olan Adalar Denizi denizi için de genel kuralların işletilemeyeceğini dikte etmektedir.

300'üncü maddesi ise, 'taraf devletler iş bu sözleşme hükümleri uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar' hükmüne amir olup, Yunanistan'ın tek taraflı olarak karasularını genişletmesine engel oluşturmaktadır.

Bu hukuki durum muvacehesinde, sorun esasen Yunanistan'ın karasularını tek taraflı ve hukuk dışı genişletme politikasından kaynaklanmaktadır.

İsrail’i İsrail’de Protesto Etmek Serbest Türkiye’de Yasak? İsrail’i İsrail’de Protesto Etmek Serbest Türkiye’de Yasak?

Bu noktada talep edilmesi gereken husus Lozan dengesine dönülmesi ve karasularının 3 mile indirilmesi olmalıdır diye düşünüyorum. Tekrar tesis edilecek Lozan Antlaşmasına uygun 3 millik karasuları neticesinde Adalar Denizi (Ege) 'nde tekrar barış, istikarar ve güvenlik tesis edilebilecektir.

12 Ada 1947'de Paris Antlaşması ile İtalya tarafından silah bulundurmamak koşuluyla Yunanistan'a devredildi, fakat şimdi Yunanistan bu ön koşulu çiğniyor. Bu anlaşmanın ihlali anlamına gelmiyor mu?

1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Andlaşmalarının ilgili hükümleri gereği, Taşoz, İpsara, Bozbaba, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, Batnoz, Lipso, İleryöz, Kelemez, İstanköy, İncirli, Sömbeki, İleki, Herke, Rodos, Kerpe, Çoban Adası, İstanbulya ve Meis Adası gayrı askeri statüdedir.

- Bu gayrı askeri statü; kesin bir biçimde bunlar üzerinde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine ilişkin tahkimat/istihkam/üs tesis ile iç güvenlik kuvvetlerininkiler hariç olmak üzere, her türlü silah konuşlanmasını, tatbikat/eğitim dahil askeri uçakların değişik amaçlı her türlü uçuşunu, transit geçişini, daimi/geçici konuşlanmasını yasaklamaktadır.

- Adaların, 'Gayrı Askeri Statüsü' karasal kısımlarının yanı sıra karasuları ve hava sahasını da içermektedir.

- Adaların gayri askeri statü altına konulmuş olmasının temelinde, bu adaların Türkiye'ye yakınlıkları ve dolayısıyla Türkiye'nin güvenliği bakımından arz ettikleri önem yatmaktadır. Türkiye'nin güvenliği esastır.

- Adalar üzerindeki Yunan egemenliği ile Türkiye'nin güvenlik endişeleri ancak adaların gayri askeri statü altına konulmaları ile dengelenmiştir.

- 1923 Lozan Barış Antlaşması konferans tutanak ve belgeleri incelendiğinde; adaların Türkiye'ye karşı yöneltilecek saldırılarda kara, deniz ve hava üssü olarak kullanılmayacak biçimde askerden arındırılacağına ilişkin kesin hükümlerin anlaşma metnine de dahil edildiği ifade edilmiştir.

Özellikle gayri askeri statüde olmak kaydıyla Yunanistan'a devredilen ancak Yunanistan tarafından askerileştirilerek ve silahlandırılarak devir şartının bizzat Yunanistan tarafından ortadan kaldırıldığı adalara ve hemen Anadolu kıyılarımız yakınındaki pozisyonlarına dikkat çekmek isterim.

Bu durumda bu adaların egemenlik devir şartının gayri askeri statüde olmak olduğu açıktır. Bu gayri askeri statüde olması gerekirken bu statüyü bozan Yunanistan, esasen bu adaların egemenliğinin kendine devir şartını da kendi eliyle ortadan kaldırmıştır. Türkiye ivedilikle bu adaların askerden ve silahtan arınıdırlmasını talep etmeli ve her türlü hukuki ve diplomatik girişimlerde bulunmalıdır diye düşünüyorum.

2002'de çizilen 'Sevilla Haritası' tamamen Türkiye'nin aleyhine olan bir harita. Bu haritayı kim ya da kimler neden çizdiler? Harita üzerinden yapılan bu piar çalışmasının amacı neydi?

Avrupa Birliği'nin Sevilla Üniversitesi'ne yaptırdığı ve Türkiye'nin haklarını yok sayan haritaya göre bize verilen alan 41 bin km2, aslında sahip olmamız gereken alan ise 189 bin km2. Yani 148 bin km2 vatan toprağını bizden almak istediler. Bu harita başta enerji ajansı olmak üzere AB'nin bir çok kurum ve kuurluşu tatrfında kullanılmış ve kullanılmaktadır. Zaten AB'nin Türkiye'yi eleştirdiği ve itirazda bulunduğu husus ve noktalar da dikkate alındığında bu haritayı siyasi olarak esas aldığı anlaşılmaktadır. Amaç çok zengin hidrokarbon yataklarına sahip olduğu bilinen Doğu Akdeniz'i Türkiye'yi dışlayarak paylaşmaktır.

Türkiye'nin NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ilanı ne anlama geliyor? Bunu bir savaş tehdidi olarak mı anlayalım?

NAVTEX (Navigational Telex), uluslararası orta frekansta gemilere olası tehlike, emniyet ve hava raporları ve uyarılarını otomatik olarak yazılı bir şekilde veren haberleşme sistemidir. Navtex, esasen Uluslararası Denizcilik Organizasyonu'nun (IMO) ve Küresel Denizde Tehlike ve Emniyet Sistemi'nin (GMDSS) bir parçasıdır. Navtex ilanı, Navtex cihazı üzerinden yapılan bildirimleri ifade eder. Türk karasularında Navtex mesaj ve seyir duyuruları ise, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı tarafından Antalya, Samsun, İstanbul ve İzmir yayın istasyonlarından yayınlanmaktadır. Duyuru ve uyarılar sivil veya askeri farketmeksizin tüm gemi ve tekneler için bağlayıcı niteliktedir. Bu duyurular aynı zamanda Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde halka açık bir şekilde yayınlanmaktadır. Ülkelerin Deniz Kuvvetleri, eğitim ve tatbikatların bilgisini önceden duyurarak bu sahalara girilmemesi konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Oruçreis'in sismik araştırma yapacağı saha da bu şekilde usulüne uygun olarak yapılmıştır. Üstelik bu saha 2011 yılında TPAO'ya ruhsatlandırılan sahadır. Kendi deniz yetki alanımız içinde olduğu şüphesizdir. Kendi sahamızda yapacağımız bir araştırmayı savaş ilanı görmek ya da algılamak mantık dışıdır.

Türkiye'de bir dönem sıkça konuşuldu ve tartışıldı…2004 yılından bu yana Yunanistan'ın Adalar Denizi'nde 18 ada ve 1 kayalığı işgal ettiği yazılıp çizildi. Bunun gerçeklik payı var mı? Varsa neden suskun kalındı?

Öncelikle Egemenliği Yunanistan'a Andlaşmalarla Deverdilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) 152 ada ve adacık grubudur. Yani sayıyı 18 ile sınırlamak çok yanlıştır. Diğer yandan sorun 1914 Altı Büyük Devlet Kararı, 1923 Lozan Andlaşması ve 1947 Paris Andlaşmasına dayanmaktadır. Maalesef biz EGAYDAAK konusunu hukuki ve siyasi olarak ancak 1996 Kardak krizi esnasında detaylıca fark edebildik. Yani sorun bugünlerin değil, 106 yıl öncesinden bugüne dek olan sürecin bir parçasıdır. Hukuki ve diplomatic olarak bu konunun mücadelesini vermeliyiz. Bir kısmında köyler, kasabalar olan bu adaların aidiyeti konusu Adalar Denizinin temel sorunudur.

Ama hiçbir oldubittiye fırsat vermeyecek, gerektiğinde konuyu ulusal ve uluslararası gündeme taşıyacak şekilde tepki ve uygulamalarımız yapılmış ve yapılmaktadır. Bu bağlamda; Yunanistan'ın gayri hukukî olarak Ege'de Aidiyeti Anlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) üzerinde yaptığı kışkırtmalar asla karşılıksız bırakılmadığını da biliyorum.

Yunanistan ve Mısır donanmalarını Türk donanmasıyla kıyasladığımızda nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

Malum, Mısır donanması Rusların yaptırdığı ama AB'nin Kırım nedeniyle yaptırım uygulaması neticesinde alamadığı 2 adet Mistral sınıfı helikopter amfibi hücum gemisini aldı. Mistral sınıfı gemiler bizim gelecek yıl hizmete girecek TCG Anadolu amfibi hücum gemimizin benzeridir. Ayrıca Mısır yeni firkateyn ve denizaltı gemileri de almıştır. Yunanistan ile Mısır donanmasını birlikte dikkate alınca kuvvet mukayesesi onların lehinedir. Ancak nicelik bakımından ikisi bir araya geldiğinde fazla olması başlı başına üstünlük anlam ifade etmez. Önemli olan nitelik yani eğitim ve harp etme yeteneğidir. Bu da bizde ziyadesiyle vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri savaşan bir ordudur. Zafer bizim karakterimizdir.

Doğu Akdeniz'de tam sayısı bilinmemekle birlikte tahminen 70'e yakın savaş gemisi bulunuyor. Yunanistan veya Mısır ile olası bir sıcak çatışma yaşanması bölgeyi nasıl etkiler?

Bu sayı çok abartılı bence. Mısır ile bir sıcak çatışma ihtimali görmüyorum. Ancak Yuanistan'ın bizimle çatışmaya girmesi de büyük cesaret gerektirir. Haklarımızdan ve vatan suyumuzdan asla vazgeçmeyeceğimize iannıyorum. Böyle bir çatışma bölgeden ziyade Yunanistan'I son derece kötü etkiler. Biz ise dediğim gibi savaşan bir ordya sahip, hakları için savaşa alışkın bir milletiz.

Çatışma çıkmasından endişe etmeli miyiz?

Ya çatışma çıkarsa endişesinden kaynaklı geri çekilme bizim fıtratımıza uygun değildir. Yarın bir gün herhangi bir devlet vilayetlerimizden birinde hak iddia etse çatışmadan çekinip müzakere mi edeceğiz? Bu gibi durumlardan Türk Milletinin çekinmediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de asla müzakere etmediği ve etmeyeceği zaten sayısız delilleri ile ortadadır.

Esasen Yunanistan'ın bizimle çatışmayı göze alması aklen pek mümkün değildir. Zira o kadar çok yumuşak karnı var ki… Yumuşak karınlarının nereler olduğu haritaya bakınca çok net görülür. Özellikle gayri askeri statüde olmak kaydıyla Yunanistan'a devredilen ancak Yunanistan tarafından askersizleştirilerek ve silahlandırılarak devir şartının bizzat Yunanistan tarafından ortadan kaldırıldığı adalara ve hemen Anadolu kıyılarımız yakınındaki pozisyonlarına bir kez daha dikkat çekmek isterim. Esasen zımni olarak kendimce bir kriz yönetimi stratejisine işaret ediyorum

Doğu Akdeniz'de ne yapmalıyız?

Yunanistan'ın bundan sonraki adımı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile MEB andlaşması imzalamak olacaktır. Bunun da haberleri Yunan ve Rum basınında yayılmaya başlamıştır. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden iligili ülkelerle andlaşma yapmışçasına Doğu Akdeniz'de ivedilikle MEB ilan edilmesinde fayda mütalaa ediyorum.

Milli Gazete - Gökçan Göksal