Çok kritik zaman dilimlerinden geçiyoruz. Özellikle Akdeniz üzerinden ortaya çıkan tehditler ülkemizin ateş çemberi içine çekilmeye çalışıldığının en net delili haline geldi.
Malazgirt'ten, 30 Ağustos Zaferi'ne gelene kadar, yurt edindiğimiz bu coğrafyada tutunabilmek için çok zorlu süreçler yaşadık. Kimi zaman ödediğimiz bedeller ağır oldu ama ne pahasına olursa olsun, bu topraklarda ayakta kalmayı başardık. Şimdi yine kritik bir eşikteyiz. Güçlü, zayıf yönlerimizi masaya yatırdığımızda, tehditleri ve fırsatları ortaya koyduğumuzda güç dengeleri içindeki önemli pozisyonumuzu koruduğumuz açıktır. Ancak bir de endişemizi dile getirmek durumundayız. Türkiye yumuşak gücünü (Soft Power) kullanma iradesinden gün geçtikçe uzaklaşmaktadır. Askeri güç tabi ki her daim en önemli olanıdır. Herhangi bir sıcak çatışmaya karşı her an hazır olmak şarttır. Ancak askeri gücü sürekli birilerinin kantarının kefesine koyacak yaklaşımlar içinde olmak stratejik açıdan yanlıştır. Muhataplarda sürekli endişe oluşturacak gizemli bir alan, kimi bilinmezlikler daima kalmalıdır. Askeri gücü her fırsatta açığa çıkarmak, rakiplerin gözlerine sokmak ve onun üzerinden güç gösterisine girişmek taktiksel açıdan doğru değildir. Bu yaklaşım güç dengeleri hesaplamaları üzerinden karşı taraftaki işbirliklerini kolaylaştırır. Akdeniz'de bugün olan da budur. Yunanistan'ın müttefiklerinin çoğalması ancak böyle açıklanabilir. 'Mahalle kavgasına abilerini çağıran, cılız, mızmız, korkak' Yunanistan ile Fransa'nın, Amerika'nın, Avrupa Birliği ülkelerinin göstermiş olduğu dayanışmanın arka planında, işte bu gerçeğe karşı gösterdikleri işbirliği ihtiyacı vardır. Yani Türkiye karşıtı ittifakın içinde olan ülkelerin, kendi aralarında çıkar çatışmaları, derin hesaplaşmalar yok mu sanki. İşte Türkiye o ülkelerin aralarındaki bu sorunları kendi lehine çevirecek diplomatik manevraları yapamadığı için bugün sıkıntılar yaşıyor. Yoksa Yunanistan hangi kapasitesi ile Türkiye'nin karşısında durabilir? Hangi gücü Türkiye ile mücadele etmesine yeterli olabilir? Yunanistan'a arka çıkanlar bütün bu gerçekleri bilmiyor mu, zannediyoruz.
Peki, tamam, bazen de pazu göstermek gerekmez mi? Tabi gerekir. Ancak endişe odur ki, bu bölgede kimseye nasip olmayan yumuşak gücünü Türkiye, birkaç yıldan beri gereği gibi kullanamıyor. Yumuşak güç de zaten bir anlamda pazu göstermektir.
Geliniz en basitinden bir örnek verelim. Bilindiği gibi Beyrut'taki patlama sonrası Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Lübnan'a gitti. Orada, 'Cumhurbaşkanımızın talimatıdır. Ben Türk'üm, ben Türkmen'im diyen soydaşlarımıza Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı vereceğiz' dedi. Bu öylesine yanlış bir açıklama ki ilk duyduğumda inanmak istemedim. Soykırım gibi tehditlerle karşı karşıya kalanlara elbette gereken kolaylıklar sağlanmalıdır. Ancak bu türden açıklamalar Türkiye'nin dünyadaki yumuşak gücüne zarar verir. Bunu da çok önemli bir şeymiş gibi açıklamak ve propagandaya dönüştürmek yanlıştır. İçerdeki insanlarımız, 'Ne kadar güzel. Türkiye insanlarına sahip çıkıyor' diye alkışlar ama bu devlet aklı değil, politik akıldır. Sorumluluk mevkiinde olan insanlar politik şahsiyetlerdir ama yönettikleri partileri değil, devlettir. Asıl o insanları oralarda güven içinde yaşatmak Türkiye'nin asli görevi olmalıdır. Devlet aklının böyle çalışması beklenir. Bu açıklama ve Lübnan'daki olaylara gösterilen bu yaklaşım toprak kaybetmek neyse odur. Bu anlayış tam anlamıyla geri çekilmekle eşdeğerdir. Yönü Türkiye'ye dönük, kulağı bu topraklarda olan her insan dünyanın neresinde olursa olsun 'yumuşak gücün' bir parçasıdır. Dün Süleyman Şah Türbesi'nin taşınma kararı nasıl büyük bir yanlış olduysa, Bakan Çavuşoğlu'nun açıklaması da o derece yanlıştır. Yani Türkiye yumuşak gücünü doğru ve yerinde kullanmayı bilmek zorundadır.
Bütün bu değerlendirmelerin yanında başta da ifade ettiğimiz gibi çok kritik günlerden geçtiğimizi bir kere daha ifade etmek gerekir. Akdeniz'de NAVTEX'ler (Seyir Uyarısı) ilan ediyoruz. Sismik araştırma gemilerimiz ve onlara eşlik eden donanmamız bayrak göstererek kritik öneme haiz vazifeler yürütüyorlar. F-16'lar ilan edilen bölgelerde Türkiye'nin haklarını korumak adına çok önemli uçuşlar gerçekleştiriyor. Bizim geleneğimizde ordu sefere hazırlandığında, bir yola girdiğinde veya önemli bir vazifeye başladığında onlara 'acaba' sorusunu sordurmak yoktur. Sözümüz siyasileredir ve her sözü kılı kırk yararak söyleriz.
Bu memleketin hak ve hukukunu korumak başta iktidarın vazifesidir. Endişe etmesinler, onlar yeter ki doğru adımları atma iradesi göstersinler. Bu millet tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de yarın da haklı mücadelelerin yanında durmasını bilir.