Geçtiğimiz Pazar günü Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu yapıldı. 10 Nisan'da yapılan ilk tur seçimlerine aralarında mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (%27,85), Marine Le Pen (%23,15), Jean-Luc Mélenchon (%21,95), Éric Zemmour (%7,07) ve Valérie Pécresse'in (%4,76) de bulunduğu adaylardan Macron ve Le Pen en yüksek oy alan iki aday oldukları için ikinci tura kalmışlardı.
İki adayın yarıştığı bu turda gözler Milliyetçi Cephe, ya da yakın zamanda değişen ismiyle Milliyetçi Toparlanma Hareketi'nin adayı Marine Le Pen'e çevrildi. Toplumun bütün kesimlerinden oy alabilmeyi hedefleyen Macron'un Cumhuriyetçi İlerleme Hareketi beklenildiği gibi 'aşırı sağ' olarak tanımlanan Le Pen'in göçmen karşıtı kampanyalarına karşı bir söylemi kampanyasının merkezine koymuştu.
Göçmenlere karşı olduğunu her fırsatta haykıran, yabancı düşmanlığı yapan ve İslamofobik olarak Müslümanlara karşı nefret saldırılarına göz yuman bir hareket ve onun lideri tüm bunlara rağmen kendilerinin 'aşırı sağ' olarak nitelendirilmesinden üzüntü duyduğunu belirtmişti.
Diğer örneklerde de olduğu gibi aşırı sağ kökleri olan siyasi hareketler kendilerini basitçe vatansever olarak tanımlamaktadır. Ama bu vatanseverlik eğer toplumun çoğunluğunun dışında kalan kesimlere tahammül edememek, hele kendi vatandaşı olan bu insanların başörtüsü gibi en temel insani haklarına karşı çıkmak hatta yasaklamaya kalkışmak olursa bu durum elbette onların vatanseverlik anlayışının sorgulanmasını beraberinde getirir.
Marine Le Pen sık sık başörtüsünün dini bir hürriyet olmadığı tam tersine Müslüman kadınları esaret altına alan bir üniforma olduğunu iddia etmiştir. Güya onları bu baskı ve zulümden kurtaracağına söz vermektedir. Ama bu hareket ve düşünceleriyle kendisi gibi Batılı, beyaz ve seçkinci kadınların hep yaptıkları aynı hataya düşmektedir. Batılı beyaz kadın nedense kendisinde beyaz olmayan, siyah veya kahverengi kadınları kurtarma hakkı görmektedir. Ama kendisi gibi olmayan bu kadınları hiçbir zaman dinlemeye bile tenezzül etmediği için sanki onların bir kurtarıcı beklediğini varsaymaktadır. Müslüman kadının Batılı kadınlar tarafından sözde bir kurtarılmaya ihtiyacı olmadığı defalarca söylendiği halde hala ısrar etmektedir. İslamofobinin en yaygın uygulamalarından birisi olan başörtüsü konusu ve onun yasaklanmaya çalışılması bireylerin özgürlüklerini ve tercihlerini kısıtlamaya yönelik bir teşebbüstür. Bireylerin kılık kıyafetlerine yönelik tahammülsüzlük özellikle kendilerini demokratik olarak tanımlayan toplumlarda aslında kendileri gibi olmayana karşı duyulan nefretin ya da en azından saygısızlığın en üst seviyesini göstermektedir.
Instagram hesabında kedilerle şirin pozlar vermesi belki siyasi iletişim stratejisi açısından yararlı olmuştur ama hemen ardından Fransızların işlerini 'çalan' göçmenleri azarlar gibi konuşması ne kadar etkili olmuştur bilinmemektedir. Fakat katılımın yüzde 63 seviyelerinde kalması insanların artık sistemden umutlarını kestiklerini ve ufukta iyi yönde bir değişimin olacağına pek inanmadıklarını göstermektedir. Bu düşük katılım oranında yüzde 58 oy oranıyla Macron'un aslında gerçekten tercih edilmeyip büyük oranda aşırı sağcı aday Le Pen'in durdurulması için verilen oyları alabildiğini ortaya koymaktadır. Belki bu sonuçlar ülkede yaşayan göçmen nüfus ile Müslümanlar üzerine geliştirilecek siyasi oyunlarda daha dikkatli olunmasını sağlayabilir.
Kovid-19 salgınından sonra gelen enflasyon şoku ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi Fransız halkını ekonomik olarak telaşlandırmış ve onları sosyal sınıf standartlarından düşmeye ve fakirleşmeye sürüklemiştir. Hemen her türlü ekonomik zorluk karşısında sebep olarak görülen ilk grup olan yabancılar bu seçimde de hedef olmuştur. Bu yüzyılda yapılan önceki seçimlere göre yabancı düşmanlığı tonunu biraz hafifletse de Le Pen bu kez ekonomiyi bahane ederek eski söylemlerini devam ettirmiştir. Ama kampanyasının hedefini Avrupa Birliği, Almanya ve NATO karşıtlığında temellendirmesi Batı'yı endişelendirirken, Rusya taraftarlığı ile Türkiye'de iktidara yakın bazı gazeteciler Macron'a karşı Le Pen'i destekleyen yazılar yazabilmişlerdir. Oysa Türkiye'nin Fransa ile ilişkileri kişilere göre şekillenmemiş, çoğu zaman hep sancılı ve çekişmeli bir atmosferde yürütülmüştür. Seçimlerde taraf olmanın Türkiye'nin menfaatlerine uygun olmadığı açıktır. Birini diğerine tercih etmek yerine ayakları yere basan, kurumsal aklı önceleyen söylemler dile getirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Türkiye sadece Fransa ile değil diğer ülkelerle de o ülkelerin iç politik tartışmalarında taraf olarak kendi çıkarlarını koruyamaz.
Böylece sıklıkla dile getirilen eksen kayması tartışmalarında ülkemizin selameti için kendi siyasetimizi kendimizin belirlediği daha adil bir dünyanın da var olabileceğini göstermemiz mümkün hale gelebilir.