Yaklaşık üç yıl önce, 15 Mart 2019 günü, Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde bir cami ile bir İslam merkezine düzenlenen çifte saldırıda 51 kişi hayatını kaybetmiş, 10 kişi de yaralanmıştı. Brenton Harrison Tarrant adlı beyaz bir ırkçı terörist tarafından gerçekleştirilen saldırılar bütün dünyada büyük bir şoka yol açmış, hadisenin bilahare ortaya çıkan ayrıntılarıyla bu şok daha da derinleşmişti.
Eylemlerinden birini Facebook üzerinden canlı yayınlayan terörist, ardında ayrıca 73 sayfalık bir 'manifesto' bırakmıştı. Beyaz ırkın üstünlüğüne vurgularla dolu bu manifestoda, Müslümanlara yönelik düşmanlık hemen her satırda göze çarpıyordu. Farklı zaman dilimlerinde dünyanın farklı yerlerinde yaşanan olaylara atıflarda bulunan Tarrant, özellikle Avrupa'daki İslam varlığını hedefine yerleştiriyor, Endülüs'ten Osmanlı'ya, tam bir Haçlı mantığıyla içindeki bütün kini ve nefreti kusuyordu. Terörist, saldırılarda kullandığı otomatik silahın üzerine 'Müslümanlarla savaş'ı sembolize eden tarihî vaka ve şahsiyetlerin isimlerini de yazmıştı. Bunlardan biri, Birinci Kosova Savaşı'nın (1389) akabinde, harp meydanında Sultan Murad Hüdavendigar'ı şehit eden Sırp Miloş Obiliç'ti.
(Sultan Murad'ın Kosova'da şehit düştüğünü belki hepimiz biliriz, ama katilinin adı kaç Müslüman'ın aklındadır?)
Geçtiğimiz pazar günü –9 Ocak– Bosna Hersek Cumhuriyeti'ni oluşturan siyasi yapılardan Sırp Cumhuriyeti'nde düzenlenen resmî bir tören vesilesiyle, Yeni Zelandalı Müslüman düşmanı teröristin 'tarih şuuru'nu bir kez daha hatırladım. Srebrenitsa Soykırımı'na iştirak eden 'Akrepler' adlı özel birliklerin simgesi olan kırmızı berelerle törende yürüyüş yapan Sırp polisler, Miloş Obiliç'in ve Sırbistan millî kültürünün oluşumunda önemli bir yeri bulunan Stefan Nemanyiç'in (ö. 1199) adını haykırdılar. Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi bu türden nümayişleri ve ırkçı eylemleri resmen yasaklamış olsa da, binlerce Sırp törenlere coşkuyla iştirak etti.
Aradan geçen yüzyıllara ve sözde 'demokratik' dünya düzenine rağmen, Haçlı cephesinde Müslümanlara yönelik kinlerin hala bütün canlılığıyla yaşamaya devam ediyor oluşu, hepimize bir şeyler söylemeli.
Günümüzde özellikle Avrupa ve ABD ile farklı vesileler üzerinden sıkı temasa geçen bazı Müslümanlarda, Hristiyan dünyanın düşünsel bir dönüşüm geçirdiği ve artık eski kinlerin çok ufak bir azınlık dışında toplumların şuur altında etkisinin kalmadığı şeklinde bir yanılgı çok yaygın. Hatta bu Müslümanlar içinden bazıları, tamamen 'onlar gibi' olma adına kılık ve şekil değiştirmek veya kimliğinden tamamen soyunmak gibi yöntemlere de başvuruyor. Ezkaza 'Sen diğer Müslümanlara benzemiyorsun' veya 'Türk gibi değilsin hayret' türünden güya övgüler aldıklarında, keyiften dört köşe oluyorlar. Hatta bunu dönüp diğer Müslümanlara anlatan, buralardan kendince 'fazilet' hissesi çıkaranlar da çok. Ya da hali vakti yerinde, ideolojik ve dinî olarak pratikte herhangi bir hassasiyet taşımayan Müslümanların, kimliğini içiyle-dışıyla korumaya çalışan, tarihini unutmayan, dostunu ve düşmanını hatırında tutan kendi dindaşlarını 'yobazlık'la suçladıklarına da şahit olunuyor.
Oysa Batı'da ve Hristiyan dünyada Müslümanlara yönelik kin ve nefret damarı, zannettiğimizden çok daha güçlü biçimde varlığını sürdürüyor. Özellikle kriz anlarında, bu damardan oluk oluk kan ve öfke fışkırıyor.
Bugün mesela Bosna'da yeniden bir din savaşının çıkıp çıkmayacağını tartışıyoruz. Sırpların (ve onların destekleyen yabancı ülkelerin) niyeti apaçık ortadayken, belki bizim asıl sormamız gereken soru şu: Bosnalı Müslümanlar, acaba tehlikenin ne kadar farkında? Bu konuda aklımdan hiç çıkmayan bir hatıram var:
Bir Balkan seyahati sırasında, Balkan ülkelerinden birinde oradaki dostlarımızla sohbet ediyorduk. Laf, Bosna Savaşı'na geldiğinde, dostlarımızdan biri şöyle dedi: 'Bosnalı Müslümanlar, savaştan önceki yıllarda Sırplarla öylesine içli dışlı olmuşlardı ki, adeta aradaki farklar tamamen unutulmuştu. Savaş, acı bir faturayla, kimliklerin yeniden hatırlanmasına vesile oldu.'
Hafıza kaybı, her şartta kötüdür. Bu kayıp, milletleri toplu şekilde etkilemeye başladığında ise, yaşanan hasar kelimelerle tarif edilemeyecek bir boyut kazanır. Bosna'da bugün çalmaya başlayan tehlike çanlarını konuşurken, en çok vurgulanması gereken nokta zannediyorum burasıdır.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.