Sinan Baykent
Hindutva’nın tarihsel kökleri ve ideolojik ihtirasları dikkate alındığında aslında bu, gerçekleşmesi beklenen bir senaryoydu.
13 Mayıs 2019 tarihinde Independent Türkçe için kaleme aldığım “Modi’nin Hindistan’ı: ‘Hindutva’ kıskacında bir demokrasi” başlıklı makalemde Hindutva’nın gen haritasına derinlemesine işlemiş ve ortaya koymaya çalışmıştım.
Gerçekten de 1920’li yıllarda Vinayak Dimodar Savarkar’ın öncülüğünde nakşedilen Hindutva’nın Siyonist modelden ilham alınarak kurgulandığı kurucu metinleriyle sabittir.
Bu anlamda Hindutva’nın İslam’a karşı bir “koruma kalkanı” işlevi görmesini isteyen Savarkar, Hint Müslümanlarının Hindistan’ın aslî unsurları olmadıkları iddiası üzerinden savını filizlendirmişti.
Modi, Savarkar çizgisinin sadık bir takipçisi ve 21'nci yüzyıldaki temsilcisidir.
Dahası, Modi’nin partisi BJP (“Bharatiya Janata Party”, Hindistan Halk Partisi) ve bu partiye bağlı olarak faaliyet yürüten milis gücü RSS (“Rashtriya Swayamsevak Sangh”, Ulusal Gönüllüler Örgütü) Savarkar’ın bundan tam bir asır önce tasarladığı dünya görüşünün yürütücü güçleri konumundadır.
BJP varlık belirtiği ilk dönemlerden bu yana legal planda örgütlü bir İslam düşmanlığını benimserken, “vurucu kol” mahiyetindeki RSS üyeleri ise Hint Müslümanlarına karşı bir “sokak hareketi” veya daha isabetli bir tarzda ifade edecek olursak bir “terör yuvası” rolü üstleniyor.
İktidara geldiği 2014 yılından beridir ülkede Müslüman kıyımı yapan Modi hükûmetinin korkunç bir vahşetin eşlik ettiği “anti-İslam” uygulamalarına son olarak bir yenisi eklendi.
Vatansever Hint Müslümanlarının “Kristal Gece”si
Hükûmetin vatandaşlık yasasında yaptığı ayrımcı düzenlemeler Müslümanların haklı öfkesine sebep oldu ve binlerce insan (ki bunların arasında Hindutva tasavvuruna nispetle mesafeli yaklaşan Hindu’lar, muhtelif STK’lar ve Mahatma Gandhi’nin kurduğu Kongre Partisi üyeleri de vardır) sokaklara döküldü.
Yasada yapılan değişikliklere göre, 2014'ten sonra Hindistan'a göçmenlere vatandaşlık hakkı verilirken, Müslüman göçmenler bu haktan faydalanamıyorlar.
Düzenleme, yaklaşık 2 milyon Müslüman göçmeni hükûmetin daha önce ülkenin dört bir yanında inşa ettiği kamplarda alıkoyulma, hatta sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya getirdi.
Ne olduysa işte bundan sonra oldu.
Modi’nin devletleşmiş çetesi, sokağa çıkanları sindirmek adına Hindistan genelinde en ücra köşelere değin bir “Müslüman avı”na girişti.
Ülke çapında toplu linçler kaydedildi. Kimi Müslümanlar başları taşlarla ezilerek katledildiler.
Camiler kundaklandı ve Mü’minler namaz esnasında yakılarak öldürülmek istendi.
Müslümanların dükkanları, işyerleri ve evleri pervasızca dağıtıldı. Eli sopalı RSS militanları kalabalıklara dalarak önlerine çıkan herkese ağır darbeler savurdular.
En önemlisi, devletin resmî güvenlik güçleri olayları yatıştırmak şöyle dursun, pogromlara bizzat iştirak ettiler.
Aralıksız olarak 3 gün süren kanlı müdahalelerde 46 kişi hayatını kaybederken, 200’den fazla kişi de yaralandı.
Nasyonal-sosyalist Almanya’da 9-10 Kasım 1938 tarihlerinde cereyan eden meşhur “Kristal Gece”yi anımsatan bu manzara, Hindistan’da Hindutva’nın himayesinde Müslümanlara karşı tatbik edilen kitlesel terörün ne ilk ne de son örneğidir şüphesiz.
Oysa tarihte Hint Müslümanlarının ezici çoğunluğu – ki bugün Hindistan’da yaşayan 200 milyonu aşkın Müslüman var – Hindistan’ın sömürgeciliğe karşı verdiği kavgada daima birinci safta yer almışlardır.
Dahası, Hindistan’ın bağımsızlığı uğruna canlarıyla, kanlarıyla mücadele yürütmüşler – bu doğrultuda büyük bedeller ödemişlerdir.
Dâru’l-Ulûm Medresesi’nin kurucusu Mevlânâ Muhammed Kasım Nanutevî’den medresenin ilk öğrencisi Mahmud Hasan Diyobendî’ye, Hüseyin Ahmed Medenî’den Ubeydullah es-Sindî’ye ve Kifayetullah Dihlevî’ye kadar pek çok alim, aksiyoner ve siyaset adamı Hindistan’ın bağımsızlığı için ön cepheye koştular.
1857 yılındaki isyandan tutun da 1919 yılındaki Hilafet Komitesi’ne ve dahi 1930’lu yılların sivil itaatsizlik hareketine değin Hindistan’ın özgürlük davasının her karışında varlık belirten Hint Müslümanlarının Hint vatanı için feda ettikleri, bugün hem İngiliz tarih-yazımı hem de Hindutva tuzağının derinliklerine çekilen günümüz Hint tarihçilerinin genelleşmiş körlüğünden mülhem kasten görmezden geliniyor ve kolektif hafızadan silinmeye gayret ediliyor.
Ne yazık ki Türkiye’de de – meseleye dair samimî bir hassasiyet gösteren birkaç mecra müstesna – Hint Müslümanlarının kendi tarihimize nispetle ihtiva ettikleri hayatî önemi inkar etmeye dönük birtakım cahil ve küstah tavırlar alınır oldu.
Enver Paşa’dan Halide Edip Adıvar’a Hint Müslümanlarının Türkiye dostluğu
Örneğin Yeni Delhi’nin geçtiğimiz günlerde Ankara’ya Keşmir üzerinden verilen bir tepki sebebiyle uyarıda bulunmasına atıf yaparak, “Bizden kilometrelerce uzaktaki Hindistan’ı nasıl gücendirmeyi başardık arkadaş, aklım almıyor!” gibi ancak bir amibin ulaşabileceği bir mizah (!) anlayışıyla bezenmiş süslü eleştiriler yöneltenlerin sayısı hiç de az değildi doğrusu.
Üstelik geçtiğimiz günlerde Hindistan’da yaşanan vahşeti layıkıyla gündeme getiren haberciler pek azdı.
Türkiye’de hükûmetin verdiği resmî tepkinin yanı sıra yalnızca Saadet Partisi Konya Milletvekili ve Gençlik Kolları Genel Başkanı Abdulkadir Karaduman, Hüda-Par Genel Başkanı İshak Sağlam ve İFAM Kurucu Başkanı İhsan Şenocak’tan ses geldi.
Diğer STK’lardan ve siyasî partilerden ise – izleyebildiğim kadarıyla – kılını kıpırdatan olmadı.
Ne var ki bugün bizim bilerek veya bilmeyerek kayıtsız bakışlarımızla kendimizden uzaklaştırdığımız ve feryatlarına kulaklarımızı tıkadığımız Hint Müslümanları vaktiyle bütün imkanlarını seferber etmek suretiyle hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de genç Türkiye’nin yardımına koşmuşlardı.
Dahası, biz yedi düvelin ihanetine ve saldırganlığına muhatap olurken, onlar sadakatlerinden katiyen taviz vermemiş ve kardeşlerini yalnızlığa terk etmemişlerdi.
Mesela pek çok Hint Müslümanı II. Abdülhamid Han devrinde Hicaz demiryolunun yapımı bağlamında kenarda köşede biriktirdiği parayı hiç düşünmeden bu tasavvurun gerçekleşebilmesi için bağışlamıştı.
Yine Hint Müslümanları Türk-Rus savaşlarında farklı şehirlerde Osmanlı’ya yardım kampanyaları düzenlendiler.
Kızılay’a hiç de yadsınamayacak ölçekte maddî bağışlar oldu. Keza Trablusgarp savaşı esnasında İtalyan ürünleri kapsamlı olarak boykot edildi.
Bitmiyor.
Mahmud Hasan Diyobendî mesela… Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlere karşı Hindistan’da bir cephe açmayı istemişti.
Bu amaçla Mekke’ye seyahat eden Diyobendî, burada Hicaz Valisi Galip Paşa’yla, ardından Medine’de Enver Paşa ve Cemal Paşa’yla görüşmüş – desteklerini almıştı.
Ancak Diyobendî’nin Hindistan’dan hareket etmeden evvel Kâbil’e gönderdiği yardımcısı Ubeydullah es-Sindî’nin içeriğinde icra ettiği hazırlıkların ayrıntılarılarını paylaştığı ve Mahmud Hasan Diyobendî’ye ulaştırılması için yolladığı bir mektup İngilizlerin eline geçer.
Osmanlı’ya karşı ayaklanma başlatan Şerif Hüseyin ise durumdan İngilizler kanalıyla haberdar olur.
Şerif Hüseyin, Diyobendî’yi çağırır ve Osmanlı’yı kafir ilan eden fetvasına omuz vermesini talep eder.
İngilizler bu vesileyle Hindistan’da yaşanması muhtemel daha büyük bir Müslüman isyanının önünü kesecekleri görüşündedirler.
Ancak Mahmud Hasan Diyobendî fetvaya imza koymayı ısrarla reddeder.
Sergilediği bu sarsılmaz irade ve şahsına sunulan çeşitli vaatlere karşın Halife’yi yüzüstü bırakmaya yeltenmemesi neticesinde Diyobendî tutuklanır.
Malta’ya sürgüne gönderilen Dâru’l-Ulûm’un ilk öğrencisi, böylelikle dostluğunun bedelini uzak diyarlarda yaşamaya zorlanarak ödemiştir.
Dahası var.
Mesela Osmanlı’nın çöküşünü müteakip ete kemiğe büründürülen Hilafet Komitesi…
İngilizlerin dayattıkları ağır sömürge şartlarında yaşamalarına karşın Hint Müslümanlarından alimler, gazeteciler ve aktivistler Türkiye’nin yanında durduklarını ilan için konferanslar tertip etmişlerdi.
İlaveten, işaret fişeği Anadolu’da atılan ulusal kurtuluş mücadelesi esnasında Halide Edip Adıvar aracılığıyla yüklü miktarlarda yardımları Ankara’ya iletmişlerdi.
Her ne kadar “Hilafet Hareketi” Türkiye’de hilafetin 3 Mart 1924 tarihinde ilga edilmesiyle birlikte kademeli olarak sönümlenmişse de söz konusu hareketin izdüşümlerine bugün bile rastlamak mümkündür.
Öyle ki, günümüzde hâlâ faal olan Hint Ulema Cemiyeti’nin kökleri 1920’lerin Hilafet Hareketi’ne dayanmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye hem imparatorluk hem de erken cumhuriyet yıllarından bu yana Hint Müslümanlarına çok şey borçludur.
Bu borç salt maddî nitelikli değil, aynı zamanda ve esasen manevî bir borçtur.
Hint Müslümanlarıyla dayanışma sırası bizde
Bugün Hindistan’ın başında İslam’a savaş açmış, Müslümanları soykırıma tabi tutmak için ant içmiş bir terör yapılanması mevcuttur.
Bugün Hindistan’da toplama kampları yeniden diriltiliyor.
Bugün Hint Müslümanları köleliğe mahkûm ediliyorlar.
Bugün Hint Müslümanlarının insanlığı sopa uçlarında imha edilip, soğuk taşlar altında eziliyor.
Ey Türkiye’nin haysiyetli insanları!
Tarihî vesikaları, siyasî şuuru vb. – hepsini geçtim.
En azından Hz. Peygamber’in (sav) buyruğuna uyunuz:
Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.
Dün bütün dünya karşımızdayken ve “en yakınımız” dediğimiz bile bizi sırtımızdan hançerlemişken, Hint Müslümanları bütün yokluklarına rağmen bir hiçten başlattığımız varoluş hikayesini tamamlayabilmemiz için ellerindekileri bizimle paylaştılar, bize dua ettiler, bize yoldaş oldular.
Bugün Hint Müslümanlarıyla dayanışmada cimri davranmama, bugün Hindistan’da yaşananlar karşısında lâl ve âmâ olmama sırası bizdedir.
Vefalı olmanın gereklerinin yerine getirilmesi temennisiyle…
*Bu makale Independent Türkçe'de yayınlanmıştır, metinde yer alan fikirler yazara aittir.