Kudüs şairi rahmetli Nuri Pakdil üstadımızın her birimizin hislerine tercüman olarak dediği gibi: 'Yüreğimin yarısı Mekke'dir, geri kalanı da Medine'dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.'
Kudüs sadece Müslümanlar için ilk kıble olma özelliği taşıdığından değil, aynı zamanda arzın merkezi olma konumuyla da tüm insanlık için özel bir öneme sahiptir. Eğer Kudüs'te barış varsa tüm dünyada barış olacaktır. Dünya barışının kilit taşı Kudüs'tür.
Dünyanın geri kalanında huzur ve refah için Kudüs'ün bir an önce özgürleştirilmesine ihtiyaç vardır. Madem Kudüs bu kadar mühim bir konuma sahiptir, öyleyse Kudüs üzerinde gerilimi tırmandıracak girişimler neden meydana gelmektedir? Hele Ramazan ayı gelince hususiyetle, bile isteye Mescid-i Aksa'da ibadet eden insanlara saldırılması özel bir planın parçası mıdır? Ama bu gerilimi artıran İsrail tarafı da Kudüs'e sözde önem verdiklerini iddia etmelerine rağmen barışı baltalayan, huzuru istemeyenlerin onlar olduğu çok açık değil midir?
İsrail'in ilk başbakanı David ben Gurion da 'Kudüs'ün İsrail'in kalbi' olduğunu öne sürmüş ama her fırsatta bu kalbe hançer saplayan bizzat İsrail'in olduğunu görmezden gelmiştir. Hıristiyanlar için zaten Hz. İsa'nın (A.S.) doğum yeri olan Beytüllahm'in çok yakın olması onu dünyadaki geri kalan her yerden daha fazla önemli ve kutsal olması için yeterlidir.
Yahudi geleneklerine yakın zamanda ilave edilen bir bayramla Kudüs Günü kutlamaları kendileri için bir kurtuluşu simgelese de Müslümanlar için bugün onun esareti anlamına gelmektedir.Yom Yeruşalayim adı verilen Kudüs Günü bu sene Yahudiler için onların takvimine göre 28 Mayıs'a denk gelmektedir ama İran'da bugün her sene Ramazan ayının son Cuma günü olarak belirlenmiştir.
Demek ki Mayıs ayının sonunda da İsrail yine Kudüs'e olan sevgisini(?) baskı, zulüm ve şiddete zirve yaptırarak gösterecektir. Elbette Müslümanlar için Kudüs Günü bölgedeki Filistin halkı ile dayanışma ve onların dertleriyle dertlenme günüdür. Ülkemizde Kudüs için özel olarak belirlenmiş bir gün olmasa da Filistin halkının esareti ve çektiği acılar her zaman hatırlanır, gösterilerle, program ve organizasyonlarla kamuoyunun dikkati çekilmeye çalışılır.
Ramazan münasebetiyle mazlum coğrafyalardaki Müslüman kardeşlerimizin dertlerini kalplerimizde hissederken, bu sene Kubbetü's-Sahra'da işgalci İsrail askerlerinin huzuru bozma çabaları karşısında vakarlı bir şekilde hiç de istifini bozmadan ve oldukça soğukkanlı bir biçimde sandalyesinde sakin sakin onları seyreden bir Filistinli kardeşimizin fotoğrafı haber ajanslarına düşünce sivil itaatsizlik kavramı yeniden güçlü bir anlam kazandı zihin dünyamızda. Vatandaşların bilinçli ve aktif bir şekilde bazı kanun ve düzenlemelere uymayı reddetmesi anlamında kullanılan sivil itaatsizlik kavramı diğer toplumsal hareketlerde bazen rastlanan, şiddet unsurunun olmaması ile öne çıkan bir tavırdır. Tarihte özellikle de sömürgeciliğe karşı kendilerini müdafaa etmek için ellerinde çok da fazla imkanı olmayan ülkelerde, mesela 1920'lerde Mahatma Gandi'nin Hindistan'ın bağımsızlığı mücadelesinde tercih ettiği bir yöntem olarak da bilinmektedir.
Şair İsmet Özel'in bir kitabında başlık olarak kullandığı, kendisine, 'Henry (David Thoreau) sen neden buradasın?' diye soran yakın arkadaşı, '(Ralph) Waldo (Emerson) sen neden burada değilsin' diyerek sitem eden Thoreau sivil itaatsizlik eylem çeşidini ilk uygulayan filozof olarak bilinir. 1846 yılında devletin yerlilere karşı tavırları, Meksika'ya saldırması ve kölelik uygulamalarını protesto etmek için vergisini ödemeyi reddettiği için hapsedilmişti. Vergisini ödemeyerek hükümetin politikalarında değişiklik yapmasını beklediği için çevresine de aynı telkinde bulunmuş ama hapishaneye ziyarete gelen arkadaşı Waldo bile ona uymamıştı.
Sivil itaatsizlik için siyaset bilimciler ve siyaset felsefecileri tarafından pek çok şart öne sürülse de galiba en çok dikkati çekeni eylemcinin ağırbaşlı olması, onur ve saygınlığını korumasıdır. Elbette bir itaatsizlik ve kanunlara karşı gelerek onlara uymayı reddetme eylemi vardır ama bunu yaparken suçlu konuma da düşmemek gerekir. Hatta kamusal alan konusunda saygın bir isim olan Jürgen Habermas gibi filozoflar da bu tür itaatsizlik eylemlerinin devletler için bir nevi turnusol testi olduğunu iddia etmiştir. Yani, devletlerin eylemi karşılamada takındığı tavır onun ne kadar demokrat ve vatandaşlarının taleplerini dinlemeye hazır olup olmamasının bir göstergesidir. Bir başka deyişle, sivil itaatsizlik eylemini başlatmak devlet otoritesinin ve geri kalan kamuoyunun vicdanına seslenmek demektir. Sağduyu sahibi bir devlet kendileri için kutsal saydıkları bir zaman dilimi olan Ramazan ayında yine kutsal bir mekanda huzur içinde ibadetlerini yerine getirmek isteyen insanlara şiddet uygulamak yerine onların can güvenliğini sağlamayı tercih ederdi. Tabi kimsenin İsrail'den böyle bir sağduyu beklemediği ortadadır. Varlığını çatışma, kaos ve işgal ile tanımlayanlardan sağduyu beklemek mümkün değildir. Bunca yıldır yaşanan gelişmeler şüpheye yer bırakmayacak kadar bu gerçeği herkese göstermiştir.
Zaten uzun yıllardır topraklarını savunmak için silahları bile olmadığından Tevrat'ta geçen bir kıssadan hareketle dini ve kültürel sembolizmi olan düşmana taş atarak savunma biçimi tüm dünyada sempati toplamıştı.
Bu Ramazan ayında ortaya çıkan çatışma görüntülerinin tam ortasında, beyaz elbisesi ile onur ve haysiyetli duruşu ile herkesin takdir ettiği Filistinli kardeşimizin tavrı, sadece Müslümanların değil tüm insanlığın yüreğine su serpen bir bayram hediyesi olmuştur. Bu haysiyetli duruş inşallah Kudüs'ün esaretten kurtuluşuna da en yakın zamanda vesile olacaktır.
Ne diyordu, üstad Abdürrahim Karakoç; / 'Sabahtan haber yok, ufuklar kara / Semerkand kan ağlar, yanar Buhara / Keşmir, Kabil, Kerkük hasret bahara / Kudüs'ün, Sina'nın bayramı nasıl?'
Yarın idrak edeceğimiz Ramazan Bayramımızın Filistin'de, Kudüs'te, Keşmir'de, Arakan'da, Suriye'de, Yemen'de ve dünyanın farklı coğrafyalarında baskı ve zulüm altında yaşam mücadelesi veren mazlumların kurtuluşuna vesile olmasını ve üstad Karakoç'un sorusuna, 'bütün o coğrafyalarda herkes bayram sevincini iliklerine kadar yaşıyor' cevabının verilebilmesine nasip olmasını diliyorum. Sadece İslam dünyasının değil, 8 milyar insanlık aleminin barış ve huzura her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Bu bayramın dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun bütün mağdur ve mazlumlara umut olmasını temenni ediyorum. Ve sizlerin de ailenizle, sevdiklerinizle nice bayramlara esenlikler içinde kavuşmanız için Yüce Rabbimize niyazda bulunuyorum.