Evet bugün bir muvahhid bir İslam savaşçısının şehadetinin sene-i devriyesidir. Muhsin Yazıcıoğlu ağabeyimizin karlı dağlarda Rabbi ile buluştuğu gündür. Katledenlerin halen tespit edilemediği, küresel boyutlarının hissedildiği Muhsin Yazıcıoğlu katliamının mutlaka aydınlatılması lazımdır. Muhsin Başkan, bugün mensup olduğu siyasi hareketi aşan bir öncü millet liderine dönmüş bir kahramandır. İnşallah şehadet insana böyle bir ihsan kaynağı olmakta ve kanını bereketli kılmaktadır. Belli yeminli çevreler hariç olmak üzere, geniş bir siyasi alanda ihtiram görmesi oldukça değerlidir. Şahsiyetli ve izzetli yaşam hikayesi, çektiği çilesi, hasbi tabiatı, milletinin değerlerine olan sadakati ve fakat her şeyden önce İslam'ın bir askeri olması münasebetiyle milletimizin kalbinde her geçen gün artan bir muhabbetin muhatabı olmaya devam etmektedir.
Siyasi Hikayesindeki Tekamülü
Hayatı dikkatle incelendiğinde mücadele süreci ile birlikte derinleşen bir ufki ve imani yolculuğununda olduğu görülür. Süreç içerisinde Milleti millet yapan ana noktanın muazzez İslam davası olduğuna olan teslimiyeti ile açık ve net bir İslam mücahidi olarak hayatını idame ettirmiştir. Türkiye'nin hassas siyasi sürecinde sağ ya da milliyetçi bir temsili aşarak İslami bir temsil düzeyine tekamül etmiştir. Yerli ve milli siyaset diyalektiğini dinin temel kaideleri ve yüksek medeniyet telakkisi ile meczederek ortaya koyduğu düşünce ve mücadele tarzı Hak temelli ve Batılla mücadeleyi esas alan bir mücadele tarzı olarak anlamlıdır. Milletin ve değerlerinin karşısında duran hiçbir güce boyun eğmeyeceğini haykırırken milli direniş paktını genişleten büyük bir siyasi ve sosyal inisiyatif aldığını ifade etmek gerekir. Onun aldığı bu tarihi inisiyatifin Türkiye Müslümanları açısından çok önemli kazanımlar oluşturmuştur. Jakoben unsurların marjinalleştirmek için uğraştığı İslami yapılar onun açık ve cesur tutumu ile pozisyonlarını güçlendirmişlerdir. Gösterdiği yaklaşım Türkiye'de emsali zor görülecek bir İslam ve Millet kardeşliğinin muazzam resmidir. Onun ve arkadaşlarının bu tavrının unutulmaması ve Türkiye'de bir kardeşlik modeli olarak gündemimizde her an yer alması çok önemlidir.
28 Şubat'ta Bir Arslan Meydanda
Biz Milli Görüşçülerin yüreğinde de müstesna bir yere sahiptir. Rahmetli Erbakan Hocamıza gösterdiği nezaket ve hürmetin karşılığı olarak hürmet ve değer görmüştür. Özellikle 28 Şubat sürecinde ortaya koyduğu Müslümanca ve yiğit tavrı asla unutulamaz. Namlusunu milletine çeviren askere selam durmayacağını ifade ederek millet adına tarihi bir duruş ortaya koymuştur. Onun bu tavrı koyması ile millet bloku darbecilerin karşısında büyük bir gövdeye sahip olmuştur. Teşbihte hata olmasın, Hz. Hamza'nın Mekke'ye atının sırtında bir arslan avcısı olarak girmesi gibi algıladığım bu asil duruş Türk siyasi tarihinin ve millet tarihimizin en yiğit duruşlarından biridir. Özellikle 28 Şubat'ın açık zulüm başlığı olan başörtüsü mücadelesinde yanımızda gördüğümüz Muhsin Başkan İslam'ın değerlerinin mutlak bir müdafii olarak 28 Şubat zulmü ile aktif mücadele eden herkesin abisi ve başkanıdır.
Muhsin Başkan İle Şahsi ve Özel Hikayem
Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızın benim sahsım açısından da çok özel bir anlamı olduğunu ifade etmek isterim. Bunu şahsi bir emanet olarak tuttum şu ana kadar. Fakat bu şahsi öyküden çıkardığım çok güzel hikmetler olduğu için bunu kardeşlerimle ve milletimizle paylaşmanın daha hayırlı olacağına kanaat getirdim. Bugün şehadetinin sene-i devriyesinde paylaşmaktan mutluluk duyacağım.
2008 tarihinde dostlarımızla teorisyenler yanında sosyal politikanın tarafı olan tüm aktörlerin önün açacak bir sosyal politika dergisi çıkartmaya karar verdik. Sosyal Politika yaklaşım ve perspektifinin Marksist literatüründen rahatsızlık duyan uygulama süreçlerinde bulunan aktörlere yön gösterme amacı taşıyan milli ve yerli bir sosyal politika yaklaşımı oluşturmak amacıyla bir grup ilim adamı, akademisyen, uzman ve uygulamacı ile bir araya geldik. SPD 'Sosyal Politika Dergisi' adını verdiğimiz bu yapı bugün alanda çalışan pek çok uzmanın bir araya geldiği bir platform olarak bugün bile eşsizdir. Derginin ilk sayısının lansmanı ve bir dergiden daha büyük bir etki yaratması amacıyla konunun tarafı olan kurum, kuruluş ve isimlere ulaştırmak amacıyla çalışmalara başladık. Konunun önemli taraflarından biride siyasi partiler olduğu için Genel Yayın Yönetmeni Erol Erdoğan Bey ve SPD editörü olarak bendeniz siyasi partiler ve kamu kurumları ile görüşmek amacıyla Ankara'ya geçtik. Planlamada Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sn. Muhsin Yazıcıoğlu' da bana düştü. Bir cuma günü takriben saat 11.00 sularında randevuma gittim. Başkanlık makamına çıkıp kendimi özel kaleme tanıttığımda büyük bir ilginin muhatabı oldum. Özel kalem Mansur Bey Başkanımız sizi bekliyorlar dedi ve hemen bilgi verdi. Muhsin Başkan'ın telefonu yeni kapanmıştı ki, kapısı açıldı ve makamın kapısında gözüktü. Mansur Bey hoş geldiniz dedi ve odasına buyur etti. Şaşkınlık içinde içeri girdim, oda kalabalık ve tanıdığım Ülkücü hareketin lider takımı diyeceğim ak saçlı bir kitle ve hepsi Genel Başkanın hürmet gösterdiği genç bir editörü ayakta karşılıyorlar. Büyük mahcubiyet içinde içeri girdim, beni birer koltuk kayarak başköşeye oturttular. Genel Başkan benden müsaade isteyerek MHP mensubu siyasetçiler olduğunu öğrendiğim gruba tane tane MHP ve BBP'nin niçin birlikte olamayacaklarını, birlikte siyaset yapamayacaklarını anlattı. Tabii siyasi mahremiyet taşıyan boyutları burada anlatacak değilim, bunlar benim için bir sır, fakat birbirinden zaten bağımsız siyaset yapan bu iki yapının niçin ayrı olduğunu anlamak açısından da bu şehadet enteresandır. Her şeyden önce bu hassas görüşmeye beni dahil etmesi ve bu mahremiyete beni ortak etmesi, saatim gelir gelmez beni meclise alması çok enteresandır. Bunu özgüven, bilgi ve tavırda sadelik, açıklık, şeffaflık ve nezaket olarak algılıyorum.
Misafirleri gönderdikten sonra Rahmetli Başkan bana döndü ve buyurun demeden önce sizi yakinen tanıyorum etkisi oluşturacak şekilde bir konuyu açtı ve masasından bir dergi çıkardı. Elazığ'da çıkan Milli Çözüm dergisinin kendisi ile ilgili yazdıklarını gösterdi ve bu kardeşlerimiz bunları bize sormadan yazmışlar ve yanlış yazmışlar dedi ve konunun doğrusunu anlattı ve çok üzüldüğünü ifade etti. Bende arkadaşları tanıdığımı ve konuyu ileteceğimi kendilerine ifade ettim ve gerçekten daha sonra söz verdiğim şekli ile ilgili arkadaşlarla konuştum. Yakın zamanda Kafkasya'dan gelmiştim ve Rahmetli Mashadow'un ailesinin selamı vardı üstümde. Bende bu selamı kendisine teslim ettim. Bir süre Çeçenistan'ı, muhacirleri ve Kafkasya'yı konuştuktan sonra konuya geldik. Ben çalışmalarımızı SPD dergisinin amacını anlattım, mutlu oldu ve her türlü açık desteği vereceklerini ifade ettiler. Amaç hasıl oldu ve başarılı geçen görüşmenin ardından ben ayrılmak için müsaade istedim. Başkan Cuma namazını ne yapacaksın diye sorunca, en yakın camide kılacağım dedim. İsterseniz birlikte gidelim deyince de olur dedim. Abdest almak için kapıya doğru hamle yapınca, durun içeride benim dinlenme ve özel çalışma odamda alırsınız dedi ve korumasını davet ettiler. Kara yağız bir kardeşimiz içeri girdi ve daha önce fark etmediğim kapıyı açarak beni buyur etti. İçeriye girdim, aslında burası her haliyle Muhsin Başkanın mahrem dünyası. Mütevazı olarak döşenmiş olan küçük odada bir çalışma masası, eski bir kanepe, seccade, duvarlarda annesi ve köyünde at sırtında çekilmiş fotoğraflar, şarjörü kenarında duran bir tabanca ve okunan üstü çizilmiş kitaplar. Küçük banyosuna yöneldim, eski bir naylon terlik üzerinde M.Y yazılı; eski ama tertemiz bir havlu, kenarında Muhsin Yazıcıoğlu ismi işlenmiş. Traş takımı tüm özel eşyalar 80'lerden kalma ve belli ki cezaevinden beri kullandığı malzemeler. O malzemeleri ben dahi görünce yıllar öncesine bir kapı açıldı, Mamak gözümün önünde canlandı. Özel dünyası, hayatın uzun yolunun şahidi eşya ve yaşanmışlığın sırrı sinmiş malzemelerle dolu. Bizzat yaşayanı hikayesi ile nasılda güçlü bağlar. Bir diğer taraftan tevazu ve dünyevi halleri de aşmanın bir göstergesi. Ben Muhsin Başkanın bu özel dünyasındaki sadelik, tutarlılık, yaşanmışlık ve sürekliliği gördüm ve ona onun müsaadesi ile dokundum. Bu sebeple bugün onun bu sade dünyasını, samimi ve tutarlı yol alışındaki başlıkları paylaşmayı bir sorumluluk olarak görüyorum. Dava adamlığı temsil ve dilinin zaafa girdiği, yaygın bir yozlaşmanın hakim olduğu şu günlerde bir dava adamını böylece bir model olarak tekrar gündemimize almayı önerme haddini ve hakkını önce kendi nefsimden başlayarak bulmuş oluyorum.
Abdestimi aldım ve çıktım. Genel Başkan beni bekliyorlar. Buyurunuz dedi ve çıktık, Başkan kapıyı açan taraf, ne kadar hamle edersem edeyim önce davranan O. Asansör geldi, içinde arkadaşları indiler ve biz bindik. Aşağıya indik, aşağıda bir grup partili bizi bekliyor. Herkese selam verdi ve haydi buyurun namaza diye herkesi davet etti ve yürüdü. Etrafındakilere beni takdim etti ve sokağa doğru çıktık. Yakındaki camiye yürünerek gidilecek, başladık yürümeye, sokaktaki herkes ile tek tek ilgileniyor. Tüm esnaf sokakta, herkes ile tek tek selamlaşırken bir an döndü ve bana seslendi. Gel Mansur kardeşim yanıma ve koşarak yanaştım ve koluma girdi. Aman yarabbi nezaket ve tevazuya bakınız. Kolumda Muhsin Yazıcıoğlu ve Sıhhiye sokaklarında yürüyoruz. Camiye ulaştık, namaz kılacağımız kısma geçerken beni tekrar yanına davet etti ve birlikte oturduk. Hoca efendiyi dinlerken ara ara kulağıma güzel konuları fısıldamaya devam etti. Hatta Trabzon'da gittiği bir caminin hocasının komik üslubunu anlatırken de hoş bir şekilde güldü. Namazı teeni ve namaz adabına uygun bir huşu içinde kıldı ve duayı tamamladıktan sonra camiden birlikte çıktık. Müsaade istedim, bu seferde olur mu tam yemek vakti, yemek yiyelim ben seni makam aracı ile yollarım dedi. Nasıl hayır diyeyim, zaman durdu ben bir dava adamının nezahet ve hasbi tutumu karşısında eriyik haldeyim. Peki Başkanım diyebildim. Beraber makamına döndük, ne yiyelim Mansur Bey deyince estağfurullah efendim dedim. Görevli arkadaşlar Kayseri Cıvıklısı ve saç böreği olduğunu söylediler. İkisinden de yiyelim dediler. Yemek hızlıca geldi ve yemek yerken bana bir sürü soru sordu. Gençlikten, İstanbul'a; azınlık meselesinden Çeçenistan'a kadar bir sürü soru. Ve söylediklerimi tek tek not aldılar. Yemek yendi ve ben müsaade istedim, saate baktım üç koca saat geçirmişiz. Hayatımın en enteresan üç koca saati. Mansur kardeşim biz artık dostuz ve sıkça görüşelim dedi, eyvallah deyip ayrıldım. Ayrıldım ama hala etkisindeyim. Tevazunun, ilginin, hasbiliğin ve gerçek bir liderin etkisi altındayım.
Belli zamanlarda temasımız sürdü. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde idareci, ÖNDER'de ise Genel Başkan Yardımcısıyım, SPD çalışmaları devam ediyor. Bir Mart günü iş yerinde otururken bir haber, Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopteri Maraş'ta kayboldu. Kan beynime fışkırdı, nasıl yahu. Aklıma ilk olarak geleni haykırmışım, 'onu ŞEHİD ettiler'. Evet arandı, bulunamıyor, üstelik İsmail Güneş'in 112 ile telefon görüşmesi yapmasına rağmen bulunamıyor. Anlıyoruz ki, hemen bulunması da istenmiyor. Bir ümit içindeyim, Rabbim belinde silahı ile mücadele ediyordur, inşallah ölmemiştir diyorum bir ümit içinde. Bulunamıyor, nasıl bulunamaz. İsmail telefonla görüştü, mutlaka bulunur diyorum ama bulunamıyor. Biliyoruz ki, o bulunamadığı dakikalarda birileri işini garantiye almak için arıyor ve ölümü garantiye almak için çabalıyorlardı. İlerleyen saatlerde haber netleşti, helikopter düştü ve Muhsin Yazıcıoğlu ve refakatindekiler vefat etti dediler.
Anlaşılan o ki, bu işi planlayanlar bir bedeli ödettirdiler, başlarına bela olan bir adamı ortadan kaldırdılar ve arkalarında hiçbir şahit bırakmamış oldular.
İş yerimde ağlamaya başladım ve saatlerce sürdü. Akrabalık bağım olmayan, ideolojik bağım olmayan bir adama saatlerce ağlamak. Aslında ben onun mert bir mümin olduğuna bizzat şahadet ettim. Yıllardır hiç görmediğim bir hasbilik ve ağabeylik kalbimde büyük yer etmiş olmalı ki ben hala ağlıyorum. Sade, mütevazi bir dava adamını hasret ile hatırlıyorum. Bugün herkesin bir minnet ve rahmet içinde yad edişini görüyorum. Rahmetli Liderim Necmettin Erbakan Hoca'nın vefatında Fatih Camiinde bir taşın üstüne çıkıp arkadaşlarıma şöyle seslenmiştim. 'Ey kardeşlerim, Erbakan'ı herkes sevdi, ama biz onu ıskalamadık ve ona asker olduk' demiştim. Bugün Muhsin Başkanın ardından şöyle söylüyorum. ' Şükür ıskalamadık ve Muhsin Başkana dost olduk, kardeş olduk ve zulme karşı birlikte aynı safta savaştık.'
Rabbim şehadetini kabul etsin, İzzet ve cesareti her müminin temel gayesi kılsın ve bizlere Muhsin Başkan'ın katillerini bulmayı ve onunda özlemini duyduğu; Kudüs'ün özgür olduğu bir dünya; yeni ve Büyük Türkiye'yi kurmayı nasip etsin.