Osmanlı yönetimi, 1400'lü yılların ikinci yarısında bugünkü Arnavutluk topraklarında İskender Bey adlı bir Arnavut beyinin ayaklanmasıyla meşgul olmak durumunda kalmıştı. Başlangıçta Osmanlı ordusunda görev yapan İskender Bey, sonrasında isyan bayrağını açarak karşı mücadeleye başlamıştı. Bölgedeki derebeylerini ve kabile reislerini etrafına toplayan İskender Bey, Haçlılar ve Vatikan tarafından da destekleniyordu. İsyan Arnavutluk'un tamamına yayılmasa da, İskender'in kullandığı 'gerilla taktikleri' yüzünden geniş bir alanda istikrarı etkiliyordu. Venediklilerin de müdahil olduğu bu uzun çekişme, nihayet Fatih Sultan Mehmed'in 1467'nin haziranında kalabalık bir ordunun başında Arnavutluk'a giriş yapmasıyla nihayete erdi. İskender Bey'in, sığındığı Venedik kalesinde 17 Ocak 1468'de ölümü ise Arnavutluk tarihinde bir dönemin sonuydu.
Arnavutluk'un şimdiki başkenti Tiran, 1614 yılında Berkinzade Süleyman Paşa tarafından bir Osmanlı şehri olarak kuruldu. Camisi, hamamı, kervansarayı, çarşısı ve imaretiyle klasik bir görünüm arz eden Tiran'ın temellerini atan Süleyman Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun emrinde İran topraklarında Safevîlere karşı yapılan savaşlara katılmış bir Arnavut asilzadesiydi. Paşa vefat ettiğinde, kendi adıyla anılan caminin yanı başındaki şirin türbeye defnedildi.
1800'lü yılların başına doğru, Tiran bütün Balkanların en hareketli şehirlerinden biriydi. Ticaret yollarına yakınlığı ve verimli arazileri sayesinde zeytinyağından ipeğe, çok sayıda mamul burada üretilip başka ülkelere ihraç ediliyordu. Zaman içinde Müslüman nüfus artıp da Süleyman Paşa Camii'nin yanı sıra yeni bir merkez camiine daha ihtiyaç duyulunca, Paşa'nın ahfadından Molla Bey kolları sıvadı. 1793'te temeli atılan caminin inşaatı, aynı yıllarda rakip Arnavut klanlar arasında patlak veren savaş sebebiyle sürdürülemedi. 1808'de Molla Bey'in vefatıyla birlikte sürüncemede kalan inşaat, oğlu Edhem Bey (1783-1846) tarafından ancak 1822'de tamamlanabildi.
Edhem Bey, siyasetçi ve asker vasıflarının yanında güçlü bir şairdi; Türkçe ve Arnavutça yazdığı şiirlerden oluşan dört divanı vardı. Ve onun, büyük dedesi Süleyman Paşa'nın izinden giderek yaptırdığı cami ve külliye, Arnavutluk'un çok çeşitli dönüşümler geçirdiği Osmanlı sonrası dönemde, Enver Hoca'nın 1941-1985 arasındaki ateist diktatörlüğü sırasında Tiran'da ayakta kalan tek İslam eseri olacaktı. Süleyman Paşa'nın camisi ve türbesi ise ortadan kaldırılarak, yalnızca tarihî kayıtlara silik bir dipnota dönüşecekti.
Uzun süre kapalı tutulduktan sonra müzeye çevrilmesi sayesinde günümüze ulaşabilen Edhem Bey Camii, 1991'de yeniden Müslüman cemaatle buluşmuştu. O tarihten günümüze bakım ve onarıma ihtiyaç duyan cami, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) eliyle 2018'de kapsamlı bir restorasyona alındı. Nihayet çalışmalar tamamlandı ve Edhem Bey Camii, önceki gün -17 Ocak, aynı zamanda İskender Bey'in ölüm yıldönümü- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'nın katıldığı bir törenle ibadete açıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açılış töreninde Edhem Bey Camii'ni anlatırken kullandığı 'Tiran'ın mücevheri' tanımlaması, sadece camide iç mekanın her bir noktasını kaplayan kıymetli el işi nakış ve süslemelerin değil, aynı zamanda mabedin tarih içinde kat ettiği zorlu yolculuğun da beliğ bir ifadesiydi. Edhem Bey Camii, Tiran'da Osmanlıların hakimiyetinde geçen yüzyıllar boyunca yapıldığı bilinen sekiz büyük caminin hepsini şimdi yalnız başına temsil eden 'tek taş yüzük' gibiydi zira.
Edhem Bey Camii'nin restorasyonu vesilesiyle, sınırlarımızın dışındaki dünyanın dört bir yanında ülkemizi başarıyla temsil eden, imza attığı imar ve ihya projeleriyle göğsümüzü kabartan TİKA'ya teşekkürlerimizi sunuyoruz. Adım attığım neredeyse her ülkede bir imzasını gördüğüm TİKA'nın çalışmaları, yalnızca bugünler için mühim değil, yarınlarımıza da tesir edecek bir derinliğe sahip.
Ayağa kaldırılan bir duvar, suyu tekrar akıtılan bir çeşmecik, görünür hale getirilen bir mezarlık, cemaate kavuşturulan bir mescid… Velhasıl coğrafyada bırakılan her bir iz, istikbale atılan umut tohumlarıdır. Bu noktayı hiç akıldan çıkarmamak gerekir.
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.