Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişiminin artçı sarsıntıları devam ediyor. İlk başlarda gün hesabı üzerinden Rusya'nın işgali tamamlayacağı ve hedeflerine ulaşacağı konuşulurken, neredeyse üç ay tamamlanmak üzere ve hala belirsizlik sürüyor. Kimi istihbarat raporlarına göre Rusya, ordusunun üçte birini kaybetmiş durumda. Bazı söylentilere göre ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ağır hasta olduğuna dair bilgiler ortalıkta dolaşıyor ve yerine gelmesi muhtemel isimler üzerinde çalışmalar yapılıyor. Bu iddialar ne kadar doğru, net bir şey söylemek mümkün değil. Ancak bir gerçek var ki Rusya başladığı noktadan çok gerilere düştü. Askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamadı. Mevzi kaybediyor. Yakılan, yıkılan şehirler, Avrupa'ya yönelen göç dalgası hazin insani sonuçlar doğursa da moral üstünlük her geçen gün Ukrayna'ya doğru kayıyor. İşgalin ilk günlerinde Batılı ülkelere destek vermedikleri için serzenişin ötesinde sert eleştiriler getiren Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, askeri desteğin belli bir düzene girmesi üzerine şimdilik istediğini almanın rahatlığını yaşıyor.

Daha önce bir yazımızda da ifade ettiğimiz gibi NATO belki de Soğuk Savaş sonrası en güçlü döneminin içinden geçiyor. Putin, Ukrayna'nın NATO üyeliğini engelleyeceğim derken NATO'ya en önemli varoluşsal desteği veren lidere dönüştü. Eski ABD Başkanı Trump'ın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un NATO karşıtı söylemler içine girdiği bir dönemde, ittifakın varlığının sorgulandığı bir ortamda, birlik üyelerini bir araya getirme görevi böylece Putin'e kalmış oldu. Oysa Avrupa Birliği üzerindeki etkisi Putin'in ülkesine dönük tehditleri engellemesi ve sonuç alması için yeterli olabilirdi. Ukrayna'yı doğrudan fiziki olarak işgal etme fikrini raporlarla kim önüne koyup ikna ettiyse, Putin muhtemelen şimdi o veya onların bağlantılarını çözmekle meşguldür.

Bütün bu yaşananların Türkiye'yi ilgilendiren boyutlarının olduğu bütün dünya tarafından da yakından takip ediliyor. Her iki ülke ile de hem siyasi, hem de başta turizm, doğalgaz ve hububat olmak üzere ekonomik ilişkilerinin varlığı, Türkiye'nin daha dengede bir siyaset izlemesinin gerekçeleri olarak ortaya çıktı. Ancak şimdi bu dengenin NATO lehine daha açıktan değişme ihtimali belirdi. Rusya tehdidini Ukrayna'nın işgali ile birlikte daha açık bir şekilde hissetmeye başlayan Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliklerinin gündeme gelmesi, Türkiye'yi taraf seçmeye zorlayacakmış gibi görünüyor. Türkiye'den yapılan açıklamalar ise yetkililerin süreç yönetiminde usul açısından henüz ittifak edemediklerini gösteriyor. Zaman zaman birbirini düzelten açıklamalar yapılsa da sonunda, Türkiye'nin başta ABD olmak üzere NATO ile halihazırda sorun olarak kabul edilen çeşitli başlıkları, bu meseleye eklemleyerek pazarlık yapmaya niyetli olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle Finlandiya ve İsveç'te Türkiye'ye dönük faaliyet yürüten terör örgütlerinin rahat hareket ettikleri uzun zamandır zaten bilinen bir gerçekti. Ancak bu örgütlerin faaliyetlerine son verilmesi, Türkiye'nin bu iki ülkenin üyeliklerine yeşil ışık yakması için önemli ama yeterli değil. Ayrıca bir de bu ülkelerin ittifaka girişine onay verilmeli mi sorusu da iyice tartışılmalıdır. Bu adım Rusya ile olan köprülerin kalıcı bir şekilde atılmasına sebep olabilir. Özellikle en önemli güvenlik endişesi olan Suriye bu durumdan çok olumsuz olarak etkilenebilir. Sadece Suriye değil, Rusya ile yürüyen ilişkilerde siyasi ve ekonomik olarak büyük sıkıntılar oluşabilir. Bu arada ABD muhtemelen Suriye'deki varlığını tekrar hatırlatarak, müzakerelerde el yükseltmeye çalışacaktır. Beşşar Esad da Suriye'nin Rusya'nın ilgili alanından uzaklaşma ihtimaline karşı, sürece İran'ın daha görünür bir şekilde dahil olmasını istiyor. Bunun için Tahran'a 2019'dan sonra bir kere daha gitti ve önemli görüşmeler yaptı.

Son tahlilde Türkiye'yi zorlu bir trafik ve müzakereler bekliyor. İktidar kanadı, birbirine taban tabana zıt da olsa bütün fikirlerin açıklıkla ifade edilmesine öncü olmalıdır. Hatta acil bir şekilde küçük gruplar halinde dinlemeler yapılmalıdır. Siyasi partilerden mutlaka görüş alınmalıdır. Bu zorlu sürecin ülkemiz için asgari zarar ve maksimum faydaya dönüşmesi hedefi açıkça ortaya konulmalıdır. Bu hedefin de toplumda en ileri derecede sağlanacak konsensüs ile mümkün olabileceği unutulmamalıdır.