Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi, 25-26 Mart günlerinde pandemi koşulları da dikkate alınarak video konferans yöntemiyle yapıldı. 1 Ocak itibariyle dönem başkanlığını Portekiz'e devreden Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı EmmanuelMacron geçtiğimiz Aralık ayında, bu liderler zirvesini işaret ederek Türkiye hakkında çeşitli yaptırım kararlarının alınabileceğini söylemişlerdi. Ancak ortak kanaatleri Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) yeni seçilen Başkanı Joe Biden'ın göreve başlamasını beklemekti. Hatırlanacağı gibi Merkel, 'Silah ambargosu gibi daha radikal yaptırımların NATO çerçevesinde alınması ve ABD'nin yeni yönetiminin de bu konulardaki fikrinin bilinmesi gerektiğini' söylemişti. Macron da bu zirveyi kast ederek, 'Sektörel yaptırımlar konusunun yeniden gündeme gelebileceğini' dile getirmişti. Tabii bu açıklamalar yapılırken Doğu Akdeniz'deki tansiyon oldukça yüksekti. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin (GKRY) Türkiye için yaptırım kararları alınması beklentisi vardı. Almanya'nın süreci yönetirken daha itidalli bir yaklaşım göstermesi Yunanistan'ın beklentilerini boşa çıkarmıştı. Bu arada Türkiye ile Yunanistan arasında istişari görüşmelerin devam edilmesine karar verildi ve toplantılar yeniden başlandı. Bu atmosfer içinde liderler zirvesine dönük bazı beklentiler oluşmuştu. Biden da araya girdi ve AB Liderler Zirvesi'nde yaptırım kararları çıkmadı. ABD Türkiye'nin sorunların çözümü için olumlu bir yaklaşım içinde olduğunu ifade etmişti. Bununla birlikte AB Türkiye ile 'geri dönülebilir şekilde işbirliğini geliştirmeye hazır olduğunu' vurguladı.
Peki, AB neden böyle bir şekilde hareket etti? En başta Avrupa'nın en büyük korkusu hala özellikle Suriyeli göçmenler olmaya devam ediyor. Çünkü AB, 'Türkiye'nin 4 milyon civarında Suriyeliye ev sahipliği yaptığı için takdirle karşılandığı' açıklaması yaptı. Yani Batı ülkeleri düne göre Türkiye'yi daha farklı bir noktada, göçmenler ile Avrupa arasında tampon olarak görüyorlar. Bir anlamda AB ülkeleri Türkiye ile Avrupa arasındaki sorun sıralamasında göçmenler meselesini birinci sıraya koydu ve diğer konuları aslında gündeme almak istemedi. Kendi çıkarlarını önceledi.
Diğer taraftan sonuç bildirisinde Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ile ilgili de değerlendirmeler vardı. Bu noktada AB'nin Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması şartını ileri sürdüğüne dair ciddi iddialar var. Doğu Akdeniz'deki sükûnetin arkasında sadece 'istişari' görüşmelerin olmadığı sonucu da çıkıyor. AB GKRY ile büyük beklentiler içine girmiş. Türkiye'nin hele de bu saatten sonra böyle bir teklife evet deme ihtimali yok. Böyle bir şey Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) tamamen sonunun geldiğini kabul etmek anlamına gelecektir. Zirvede, 'Kıbrıs konusu BM kararlarına göre çözülmeli' şeklinde bir ifade de var. 2004 Annan Planı ile ilgili düşüncelerimizi, çok büyük bir tuzak olduğunu bu köşede çeşitli defalar ifade etmiştik. Tekrara gerek yok. Ancak AB ülkeleri bu çağrılarıyla tam olarak çelişkinin destanını yazmış oldular. 2004 yılında BM planına karşı çıkan GKRY değil miydi? Çıkmışlar bugün Türkiye'ye BM çağrısı yapıyorlar. Ayrıca AB liderleri Libya, Suriye ve Güney Kafkasya gibi bölgesel konularda çözüm için katkı sunmasını beklediklerini ifade ettiler. Haziran ayında yapılacak zirvede de bunların masaya yatırılacağını açıkladılar. Çözümden ne anladıkları ise aslında herkes tarafından bilinen gerçekler.
Sonuç olarak Türkiye bu zirve sonuçlarını çok iyi okumalı ve Haziran ayına kadar AB'nin karşısına daha güçlü çıkacak bir altyapı oluşturmalıdır. AB içinde ve bölge ülkeleri ile çok taraflı diplomatik girişimlerde bulunulmalıdır. ABD ile AB'nin ortak hareket ettiği bir sürecin Türkiye tarafından doğru değerlendirilmesi sorunların aşılması adına önemli bir eşik olacaktır.