Bu çağa başka bir isim arasak Ayıplı Çağ desek yakışır. Batı toplumunun işgal ve kaos iştihanı karşılasın diye, Siyonizm'in küresel sömürü ve iktidar hayali gerçekleşsin diye tüm Dünya'yı ateşe verip doymayacak bir saldırganlık içinde her yerde sistematik ve kaotik alanlar oluşturuluyor. Bölgesel savaşlar küresel etkiler yaratıyor. Bu küresel etkilerden en önemlisi Büyük Göç kitleleri. Devasa kitleler halinde insanlar yurtlarını terk ederek güven içinde olacakları coğrafyalara doğru hareket ediyorlar. Bir kısmı zorunlu göçün etkisi ile en yakınında ve tekrar dönebileceği güvenli bölgeleri seçerken kimi ise zulmün kalbi olan Batı evrenine doğru hareket ediyor.

Tartışmasız bölgesel savaş ve işgallerin en yoğun yaşandığı bölgeler Müslümanlara ait topraklar. Çoğu yakın, uzak komşumuz olan bu topraklardan yurdumuza emin bölge olarak koşup gelen insanlar konusunda millet ve devlet olarak büyük bir gayret ortaya koyuluyor. Göç'ün yarattığı sosyal ve iktisadi maliyetler küçük bir kesimde agresif davranışlar ortaya çıkarsa ve alışkın olmadığımız marjinal bazı söylemler ortaya çıksa da, halkımızın büyük bir kısmı süreci var eden dinamikleri iyi bildiği için konuyu sahipleniyor ve bu zor sürecin üstesinden gelmeye çalışılıyor. Konfor ve gündelik hayatın da etkilendiği bu sürecin küresel tutarsızlıklardan ve işgal eğilimlerinden kaynaklandığını halkımız çok iyi biliyor. Ölüm ile yaşam arasındaki hassas çizgide yaşayan insanlar Müslüman halkımızın himayesinde varlığını idame ettirmeye çalışıyor.

Ülkemiz bulunduğu yer itibariyle Doğu, Batı hattının son ülkesi. Yaşadığı coğrafyanın zorluklarından bıkan insanların Batıya göçünde kullandıkları ülkelerden en önemlisi. Genel ülke politikası ülkemizin bir geçiş ülkesi halin gelmemesi. Buna rağmen bu sürecin doğal akışı içinde ajandasında üçüncü ülke bulunan insanlar bir gayret ağır riskleri de göğüsleyerek bazı adımlar atıyorlar. En bilinen yöntem Trakya bölgesinden Batı'ya doğru hareket etmek. Yani bizim doğal sınır hattımızı kullanarak Yunanistan tarafına geçerek Batıda bir hayata kavuşmak.

Batı medeniyetinin tarihi ve jeopolitik olarak başladığı blok Yunanistan. AB sisteminin de bir parçası olan Yunanistan ile Batı medeniyetinin ilişkisi tarihsel ve Batı ideolojisinden kaynaklı sebeplerle oldukça romantik. ABD ve Avrupa sistemi ülkemiz topraklarından başlayarak öteki dünya olarak algıladığı İslam dünyasına Atina'da bir mukavemet bloku oluşturarak bakıyor. Özellikle Balkan ve Batı Trakya Müslümanları bu hassas dengeyi Müslümanlar lehine bozduğu için zihin altında Sırp saldırganlığına benzer bir saldırganlık yaşamaya devam ediyor. Bunun en güzel örneği Srebrenica'da ahaliyi korumak için bulunan Hollanda ordusunun bir soykırımı izlemesi olmuştu. Batı dünyasının dişlerinin arasından sızan kan bu tarihi medeniyet blokunda Balkan Müslümanlarının rahatsız edici varlığı her durumda kendisini hissettiriyor.

Konumuza dönecek olursak Yunanistan bu hassas boyutu ile Batı'ya göçün en kritik sınırı. Göçmen toplulukların zorladıkları sınır, aslında bir algıyı da ortaya koyan sınır. Zaten Doğu'dan gelen göçmenlerin ait olduklarını düşündükleri Türk topraklarında kalması için çirkin ve sefil davranışlar sergilemekten de imtina etmiyorlar. Yunanistan sınır devriyesi hassas bir ideolojik rol oynadığının bilinci ile kendisini fonlayan ve cesaretlendiren aidiyete hizmet ederken var ettikleri uygarlık kriterlerinden ödün vermekten hiç imtina etmiyor. Ellerinde sopalarla, jop, silah, kimyasallarla bir sınır savaşı vermenin rahatlığı ile hareket ediyorlar zira bu çabaları bir ülkenin çabası değil, mensup oldukları uygarlığın müdafaası. Peki bu çabayı ortaya koyarken hiç mi kural, norm değer, ölçü yok. Evet yok, iki yüzlü medeniyetlerine ait İspanyol, Portekiz, İngiliz, Fransız ve Amerikalı denizcilerin dünyanın dört bir tarafında yaptıkları sömürgecilik faaliyetleri ile bugünkü zihin dünyaları arasında hiçbir fark yok. Bizzat kendi müsebbib oldukları işgal ve vasisi oldukları savaşların sorumluluğunu üstlenmek gibi bir niyetleri de hiç yok.

Yunanistan sınırında nerede ise her gün birkaç kişinin ölmesi günlük basit haber hükmünde artık tüm dünya için. Fakat son yaşanan dram öyle üstü kolayca örtülecek cinsten değil.

Sınırı geçmeye çalışırken kıyafetleri soyulup Türkiye topraklarına doğru bir gece vakti itilen mazlum göçmenlerden 19'u çok ağır şekilde donarak hayatını kaybetti. En son ABD Kabil'den kaçarken uçakların uçuş takımlarına gizlenmiş ve uçak kalkınca birer birer düşen insanları gözyaşı içinde izlemiştik. Dün kamuoyuna düşen görüntülerde bu acımasız sürecin, tutarsızlığın ve namussuzluğu adeta bir göstergesi gibi.

UHİM 'Uluslararası Hak İhlalleri Merkezi' açıklamasında ifade edildiği gibi; Küresel güçlerin İsrail ile birlikte iki şımarık çocuğundan biri olan Yunanistan'ın mülteci ve sığınmacılar ile ilgili insanlık dışı uygulamaları hep toleransla karşılandı, hatta teşvik edildi. Adalarda kurulmuş izole sığınmacı kampları, Nazi zulmünü hatırlatan ölüm kamplarına dönüştürüldüğünde görmezden gelindi. Sınırlarda insanlar taammüden hedef alınarak kurşun yağmuruna tutuldu ve ateşe verildi, ses çıkarılmadı. Denizlerde masum yavruların feryatları, biçare annelerin hıçkırıkları, birbirini yok eden dalgaların köpükleri gibi yitip gitti.

Tamda ifade edildiği gibi. Fakat bu gerçekle tüm boyutları ile Batının yüzleşmesi gerekiyor. Bu katliamın bir sessiz ölüm olarak kalmaması ve bir küresel çığlığa dönüşmesi gerekiyor. Bu sebeple insanoğlunun onur ve haysiyetini korumak amacıyla tüm kaynak, imkan, aygıt, kurum, kuruluşlarının harekete geçmesi gerekiyor. Belli belirsiz infiael ve katliamlar için insanlığın başının etini yiyen diasporalar için olmadık işler yapan Uluslararası Mahkemelerin kapısının zorlanması gerekiyor. 'Yunan Sınır Katliamı' olarak tanımlanarak ilgili tüm kurumların harekete geçmesi gerekiyor. Dünyanın dört bir yanında gıda yardımı için çaba sarf eden kuruluşların ortalığı ayağa kaldırması gerekiyor. İnsan hakları kuruluşlarının, icra ettikleri vazifenin gereği olarak Uluslararası Mahkemelere suç duyurusunda bulunması gerekiyor. Ülkemiz mahkemeleri Uluslararası davalar konusundaki başvuruları alma yetkisine sahipler. Adalet Bakanlığı iznine tabi bu küresel hukuk müdafaasının çok büyük bir tarihsel anlamının olduğunu düşünüyorum. Propaganda ve medya boyutunun ihmal edilmemesi gereken suç duyuruları küresel sistemin bu derin tutarsızlığını yüzüne vurmak açısından çok değerlidir.

Bu sebeple öncelikle mensubu olduğum, emek verdiğim kuruluşlardan başlayarak tüm kuruluşlara açık çağrı yapıyorum. Yunan Sınır Katliamı olarak tanımlanacak bu büyük devlet suçu ile ilgili suç duyurusunda bulunun ve tüm dünyayı bu dramdan haberdar ediniz.