Amerika tarihinin en büyük krizlerinden birisini yaşıyor. Amerikalıların böylesine olağanüstü bir dönemi Trump gibi bir başkanla geçiriyor olmaları en büyük talihsizlikleri olsa gerek. O, siyasi bir kişilikten çok, popülizme tavan yaptıran bir aktör ve zarar etmekten nefret eden bir tüccar gibi hareket ediyor. İncil ile verdiği poz, 'Kiliseleri yakamayacaksınız' gibi paylaşımları, yüzüne kondurduğu sözde kararlılık pozları egosuna tavan yaptırdığı gibi tansiyonu daha da yükseltiyor. Ülke değil şirket yönetiyor sanki. 'Emlak Kralı' lakabını hak ettiğini gösterircesine Amerika'ya da dünyaya da bu gözle bakıyor. Emri altındaki herkese şirketinin çalışanları muamelesi yapıyor. Görünen o ki bütün bunları da bilerek yapıyor. Toplumun sinir uçlarını harekete geçirip, yağmalamaları, sokak eylemlerini gerekçe göstererek ırkçılığı karartmaya, yokmuş gibi göstermeye çalışıyor. Tarihin derinliklerinde kalması gereken ne kadar nefret yükü varsa onları bugüne taşıyan hamal gibi hareket ediyor. George Floyd'a yapılanı dikkate alıyormuş gibi yapıyor ama aslında tek derdi var, o da kendisi. Aslında başka hiçbir şeyin hayatında önemi de anlamı da yok. Tekrar seçilmek için yapamayacağı, istismar edemeyeceği hiçbir şeyi es geçmek niyetinde de değil.
Peki, Amerika'da yaşananlar Amerikan Baharı olarak değerlendirilebilir mi? Bence bunu söylemek için çok erken. Neden mi böyle düşünüyorum, açıklayayım. En başta yüreklerindeki acıyı sokaklara yansıtan, barışçıl protestolarla bu hissiyatlarını ifade etmeye çalışanları bir kenarda tutarak söylüyorum. Amerikan toplumu aslında zannedildiği kadar siyasi bilince sahip bir halk değil. Manipülasyonlara çok açık bir yapıları var. Zihin dünyaları kolaylıkla kontrol altına alınabiliyor. Göçmenlerin kurduğu bir ülke olduğu için herkes bir başkasına karşı temkinli yaklaşıyor. Herkes birbirinden şüphe duyuyor. Bireysel silahlanmada rekor kıran toplumun önceliği kendisini ötekine karşı korumak. Herkes göç ettiği coğrafyanın karakterini de baskın bir şekilde beraberinde getiriyor. Gettolaşma had safhada. Yani Amerikalılar zaman zaman kendilerini farklılıkların harmonisi olarak takdim etseler de kazın ayağı çok da öyle değil. İrili, ufaklı her kriz işte böylesine yoğun bir şekilde sokakları hareketlendirmeye yetiyor.
Sonuç olarak son olaylar da gösterdi ki, Trump'ın egosantrik uygulamalarıyla Amerika daha güvenli hale gelmedi. Onun güvenlik merkezli politikaları Amerika'yı güvenli yapmaya da yetmedi. Demokratların adayı Joe Biden da 'ununu elemiş eleğini asmış' bir görüntü veriyor. Yani ha Demokrat, ha Cumhuriyetçi fark etmiyor. Bu kısırdöngü Amerika'nın geleceği için umut vermekten çok uzak. Toplum kendi sorunlarına odaklandığı ölçüde, ülkelerinin dünyada yapmaya çalıştıklarına karşı da duyarlı olmak zorunda. Dünyayı yaşanmaz kılıp, içerde rahat yüzü görmeyi beklemek hayatın doğal akışına aykırı. Amerika için bu girdaptan çıkış zor ama imkansız değil. Aslında çözüm de çok basit; başta kendi ülkelerindeki siyahlar olmak üzere, bugüne kadar hayatlarını zindana çevirdikleri herkesin yerine kendilerini koymaları, yani empati yapabilmeleridir.