Batı Şeria'nın Cenîn kenti yakınlarındaki Sîletu'l-Harisiyye köyünde kendi halinde bir yaşam süren Yusuf Mustafa Azzam, 1941'de dünyaya gelen oğluna Abdullah adını vermişti. Filistin topraklarında Siyonist işgalin yoğunlaştığı o dönemde, Abdullah düzenli bir eğitim aldı; Tulkarim şehrindeki ziraat lisesinden mezun oldu. İslamî ilimlere de büyük yatkınlık gösteren genç adam, tahsilini ilerletmek için Suriye'ye giderek Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'ni bitirdi.

Üniversiteden sonra Filistin'in çeşitli yerlerinde imam-hatiplik, vaizlik ve öğretmenlik yapan Abdullah Azzam, bu sırada kendisinden yedi yaş küçük Semîra Muhyiddîn'le evlenmişti. Bu mutlu izdivaçtan 5 oğul (İbrahim, Huzeyfe, Muhammed, Hamza ve Mus'ab) ile 3 kız (Fatıma, Vefa, Sümeyye) dünyaya gelecekti.

Abdullah genç ve idealist bir eğitimci olarak vazifesine devam ederken gerçekleşen Altı Gün Savaşı'yla (1967) Batı Şeria'nın tamamı İsrail tarafından işgal edilince, Azzam ailesi Ürdün'e yerleşti. Nüfusunun çoğunluğunu Filistinlilerin oluşturduğu bu çöl ülkesindeki şartlar, Abdullah Azzam'ın siyasi çizgisini daha da netleştirmesine yol açtı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı'yla teması bulunan Azzam, Şam yıllarında Saîd Havva, Mervan Hadîd, Saîd Ramazan el Bûtî gibi isimlerle de tanışmıştı. Filistin'e döndüğünde ise Arap milliyetçiliğinin bayraktarı Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ve Filistin'in liderliğine soyunan Yaser Arafat'ı yakından takip etmeye başlamıştı. Ancak Altı Gün Savaşı'nda yaşanan korkunç hezimet, Azzam'ın her şeyi sorgulamasına neden olacaktı.

1970-73 arasında Kahire'deki Ezher Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayan Abdullah Azzam, sonrasında Ürdün'e döndü ve 1980'de ülkesinden ayrılmak durumunda kalıncaya dek eğitim çalışmalarını sürdürdü. Sonraki durağı olan Cidde'deki Kral Abdulaziz Üniversitesi'nde siyasî faaliyetleri için uygun bir atmosfer bulan Azzam'ın Suudi Arabistan'a ayak basışı, Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinin hemen ertesine denk geliyordu. Azzam, kısa zaman sonra Pakistan'daydı.

Başkent İslamabad'da kısa süreli ikametinin ardından, Afganistan sınırına çok yakın konumuyla 'geçit' noktası teşkil eden Peşaver'e yerleşen Abdullah Azzam, bir yandan İslamî ilimler sahasında dersler veriyor, diğer yandan da 'cihad'ın pratikleriyle ilgileniyordu. 1980'li yılların ilk yarısı boyunca Arap ve İslam dünyasının dört bir yanından 'mücahitler', Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmak üzere Afganistan'a akın ederken, Azzam bu akışın organizatörlüğünü yapıyordu. Suudi Arabistan'da tanıştığı Usame bin Ladin'i Pakistan'a yanına davet eden Azzam, ekonomik gücünden faydalandığı Usame ile birlikte ideolojik bir yapının da temellerini atıyordu: El Kaide.

Abdullah Azzam, 1985'ten itibaren Ortadoğu, Avrupa ve ABD'ye seyahatler gerçekleştirdi. Sonraki dört yıl boyunca devam edecek olan bu seyahatler çerçevesinde, ABD'nin 28 ayrı eyaletinde 50'den fazla şehre uğrayan Azzam, gittiği her yerde binlerce kişiyle buluşuyor, onları 'cihada destek vermeye' çağırıyordu.

1980'lerin sonuna doğru, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'da ciddi bir hezimeti resmen ilan etmeye hazırlandığı artık belli olmuştu. Abdullah Azzam, Usame bin Ladin, Eymen Zevahirî -1980'lerin başında Mısır'dan Pakistan'a gelmişti- gibi isimlerin katkısıyla, yerel Afgan güçlerinin ve mücahitlerin desteğiyle, bütün dünyayı şaşkına çevirecek bir zafer kazanılmak üzereydi. Ancak bu sırada, Abdullah Azzam ile diğer iki Arap lider arasında bazı görüş ayrılıkları meydana çıkmıştı. Azzam, 1988'de gönüllü Arap savaşçıların belkemiğini oluşturduğu El Kaide'yi birlikte kurduğu Usame bin Ladin'i, cihadın sonraki hedefinin Filistin olması gerektiği konusunda iknaya çalışıyordu. Azzam'a göre, Afganistan'da Sovyetler Birliği'ne karşı çok önemli bir savaş tecrübesi kazanan mücahitler, enerjilerini şimdi de İsrail'e karşı kullanmalıydı. Bin Ladin ve yardımcısı Zevahirî ise mücadelenin Afganistan'da devam etmesi konusunda ısrarcıydı.

24 Kasım 1989 Cuma günü, Peşaver'de gerçekleşen bir suikast, tüm bu ihtilaf ve çatışmaları sona erdirecekti:

Abdullah Azzam, yanında oğulları İbrahim (20) ve Muhammed (16) ile birlikte, cuma namazlarını kıldırdığı Seb'u'l-Leyl Mescidi'ne giderken, yol üzerine yerleştirilen 20 kilogram ağırlığındaki TNT kalıbının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu öldü.

Önceki gün, bir arkadaşım vasıtasıyla, Abdullah Azzam'ın eşi Semîra Muhyiddîn'in Covid-19 nedeniyle Ürdün'de vefat ettiğini öğrendiğimde, aklıma Azzam'ın bu sıra dışı hikayesi geldi.

Azzam yaşasaydı nerelere sürüklenirdi ve hangi çizgide olurdu, tahmin etmek zor. Ancak 48 yıllık kısacık hayatı boyunca imza attığı şeyler, hala hatırlanmasına ve gündemde kalmasına yardımcı oluyor.

(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.