Demokrasi dediğimiz sistemin en başından bir nizam iddiası olduğu kabul edilir ve vatandaşların bu düzende en azından temel hak ve özgürlüklere sahip bir yaşam sürecekleri varsayılır. Herkesin kanunlar önünde eşit olabileceklerine dair kriterler ortaya konulur. Hele hele 'kuvvetler ayrılığı' diye bir düzeneğin demokratik rejimlerde olmazsa olmaz bir parça olduğu düşünülür. Tabii ki kuvvetler ayrılığından bahsedince de 'denge-denetleme' mekanizması ile kuvvetler arasındaki işleyişin önemi ifade edilir. Çoğu zaman bu beklentiler kağıt üzerinde kalsa da en azından herkesin bu koşulları oluşturmaya dönük adımlar atması gerektiğine dair bir ön kabul vardır.

Diğer taraftan şayet sosyal hayatı, toplumsal düzeni bir futbol topuna benzetecek olursak, kendi dinamiği ve fizik kanunları çerçevesinde bu top doğal olarak sürekli hareket edecektir. Fakat bu top futbol oyununu oynayan kişilerin arzu, istek ve kabiliyetlerine göre yuvarlanacak, top onların müdahalelerine göre yön belirleyecektir. Bu hareket bazen düzensiz ve gelişigüzel olarak da algılanacaktır. Karambol durumu belki de bunu açıklayan en önemli ifadedir. Sonuçta düzenin ve karmaşanın bazen iç içe geçtiği ortamların doğacağı açıktır.

Çok fazla hareket alanına sahip olan bu topun belirli kurallara tabi olması ve tabiri caizse çok da başıboş bırakılmaması gerekir. O yüzden oyun içinde sistemler konuşulur. Topa hakim olabilmek için taktikler belirlenir. Oyunun sonunda galibiyete ulaşılması için sistemi doğru kurgulayanlar çoğu zaman başarılı olurlar. Az önce yukarıda bahsettiğimiz demokratik sistemlerin olmazsa olmazları olan kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme gibi unsurlar da daha 'ince ve narin' oldukları için belki bir cam bilyeye benzetilebilir. Sağlıklı bir demokraside bu bilye topun üzerinde dengede durmalıdır. Bilindiği gibi bu düzenekte bilyenin topun üzerinde sabit kalabilmesi oldukça zordur, hassasiyet ister. Bilyeyi düşürmemek için her türlü dikkat, ihtimam ve itinanın gösterilmesi ve en önemlisi de hem topa hem de bilyeye azami saygı duyulması gerekmektedir. Öyle her isteyen aktörün, yapının veya siyasi ideolojinin kendi isteğine göre top ile bilyenin dengesini sarsmaması beklenir. Demokratik ülkelerdeki süreçlerin nezaketle ve dengeler gözetilerek oldukça yavaş ilerlemesi de hep bu düzenin korunmasına yönelik bir tavırdır. Yani hız her zaman mutluluk getirmeyebilir. Malumunuz Mandıra Filozofu filminde özel uçağıyla oradan oraya saatler içinde ulaşan işadamının, üzerinden geçtiği yerlerin güzelliklerinden mahrum kaldığına dair güzel ve can alıcı bir bölüm de vardır.

Demokratik olarak çok da sağlıklı olmayan ülkelerde ise tabir caizse bilye topun içerisindedir. Tahmin edilebileceği gibi, artık topa kim vurursa ve nasıl vurursa vursun bilye topun içinde yuvarlanmaya devam edecektir.

Bu algının aksine aslında böylece Farabi'nin el-Medinetü'l-Fazıla ismini verdiği 'İdeal Devlet' daha inşa edilmeden yıkılmış olacaktır. Yani bilye topun içinde olduğu için düzenin sürekli kalıcı ve korunaklı olacağı zannedilir ama aslında bilye artık topun içindedir, dışarı çıkma, nefes alma imkanı yoktur ve şiddetli darbelerle sürekli sarsıntılar geçirir.

Ülkemizde de maalesef bilye topun içerisindedir. Bu durum sadece günümüzün sorunu da değildir. Gündelik siyasette ne olursa olsun sanki her şey yolundaymış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Uluslararası siyaset bilimi literatüründe 'democratik tremors' (demokratik sarsıntılar) denilen bu geçici periyotlar sistem tarafından hemen müdahale edilerek ekonomik krizler mi, yolsuzluklar mı, eğitim kalitesinin düşmesi mi veyahut da siyasi istikrarsızlık mı her ne ise sağlıklı işleyişine döndürülmeye çalışılır. Fakat ülkemizde her geçen gün 'daha kötüsü olamaz' dediğimiz pek çok hadiseden ertesi günü daha kötüsü meydana gelmektedir. Bilye topun içerinde olduğu için hiç kimse özen göstermeden dilediğince ve hoyratça topa vurmaya devam etmektedir. Bilye topun dışına çıkarılmadığı ve dengede tutulmadığı müddetçe yarın da bundan farklı olmayacaktır. Rövanş alma üzerine kurulu bu düzenin insanımıza huzur getirmesini beklemek boş bir hayalcilik olur. Asgari müşterekler üzerine inşa edilmiş bir düzen ile ancak sağlıklı bir toplum ortaya çıkabilir. Herkesin kendisini güvende hissettiği, rekabet içinde dayanışmayı hedefleyen bir sistem kurulmalıdır. Ayrıca bu toplumun maddi-manevi değerler açısından donatılması şarttır. Ahlak her şeyin temelidir. Ahlakın olmadığı yerde düzen olmaz. Sistemlerin ruhunu belirleyen ahlaktır. Türkiye ahlakını kuşandığı takdirde, hem kendi sorunlarını çözecek, hem de çevresindeki olup bitenlere daha sağlıklı bir bakışla yaklaşabilecektir.