George Floyd'un vahşi bir şekilde öldürülmesinin ardından kendi derdine düşen Trump'ın Yüzyılın Anlaşması olarak dayattığı sözde barış planı ilk meyvelerini(!) vermeye başladı. Bu planı bir çıkış noktası olarak gören İsrail, 1967'den beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria'nın yüzde 30'luk kısmını ve Ürdün Vadisi'ni 1 Temmuz yani yarın itibariyle ilhak edeceğini açıkladı. Buna gerekçe olarak da insanların zorla ellerinden aldıkları yerlerdeki Yahudi yerleşimcilerin varlığını ileri sürüyorlar. Yani buralarda Yahudiler var, o zaman doğal olarak bizimdir gibi bir mantıkla hareket ediyorlar. Netanyahu ilhak planını her ne kadar erteleyebileceğini söylese de bu İsrail'in yakın gelecekte işgali ilhaka dönüştürmekten vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Hiçbir hak ve hukuku dikkate almayan, itirazları duymayan İsrail bu adımı atması için kendince 'tarihi' ve 'dini' gerekçelere sığınıyor. Filistin topraklarının atalarının yaşadığı topraklar olduğunu ve Tanrı'nın bu toprakları kendilerine vaat ettiği gibi tamamen sübjektif ve temeli olmayan sebeplerle hareket ediyorlar. Yani ilhaklar için sadece bunları yeterli görüyorlar. Başka hiçbir objektif kritere atıf yapamadıkları için herkesin bu haksız, hukuksuz, gayrimeşru işgal ve ilhak planlarına boyun eğmesini istiyorlar. Aynı zamanda Netanyahu, Amerika'nın İsrail'e açtığı bu yolu, "Siyonizm tarihinde yeni bir şanlı sayfa" olarak nitelendiriyor.

Peki, şimdi soruyorum, bu ifade planın kimin mutfağında hazırlandığının delili değil midir? Allah aşkına, bu mudur Ortadoğu'ya huzur ve barış getirecek plan?

Diğer taraftan kuruluş gerekçesi Filistin ve Kudüs olan İslam İşbirliği Teşkilatı'nın ise İsrail'in bu son adımına karşı ölüm sessizliğine bürünmesi ise yürekleri yakan bir acıdır. Radikal bir Avustralyalı Yahudi'nin 21 Ağustos 1969'da, Mescid-i Aksa'yı kundaklamasının ardından, bir ay sonra, 22 Eylül'de, Fas-Rabat'ta kurulan örgüt bugün kuruluş gerekçesini neredeyse unutmuş gibi bir yaklaşım içindedir. Bu tespitleri yapmanın ne kadar üzüntü verici olduğunu söylememize gerek yoktur ancak durum maalesef budur. Özellikle son yıllarda İsrail'in yayılmacılığını hızlandırması ve uluslararası hukuku yok sayan yaklaşımlarının artış göstermesinin ana sebebi, İslam dünyasının taammüden içine sokulduğu durumdur. Arap Baharı, İslam ülkeleri için özgürlük, hak, hukuk taleplerinin istismar edildiği bir bunalım ve uçuruma yuvarlanma süreci olmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi Yüzyılın Anlaşması'nın zeminini hazırlamıştır. İslam ülkeleri iç savaşlarla ve birbirleriyle uğraşırken, İsrail istediği her adımı atmaktan geri durmamıştır.

1969'dan sonra Filistin toprakları nice kundaklamalar yaşayıp, ne işgaller, ne kan ve gözyaşları gördü ama İslam ülkeleri bir türlü ilk günkü hassasiyetlerini ortaya koyamadılar.

Herkes bilir ki, Kudüs sıradan bir şehir değildir. Mescid-i Aksa da ilk kıbledir ve Müslümanlar için çok önemlidir. Kudüs'te bulunan Hıristiyanlara ait kutsal mekanların muhafazası için de İsrail'e bütün dünyanın dur demesi şarttır. Osmanlı zamanında bütün dinlerin mensupları özgür bir biçimde Kudüs'te bir arada yaşayabiliyorlardı. Ancak Kudüs bugün Siyonizm gibi dünyayı kendi inanç ve hedefleri doğrultusunda ateşe vermeye hazır, insanlık düşmanı bir ideolojinin tehdidi altındadır. İsrail için bir tek kendisi vardır. Kendisi dışında herkes, her ülke ikincildir, anlamsızdır, değersizdir. Bu bakış açısı bütün insanlığın geleceği açısından çok büyük bir sorundur. Bu anlayışla dünyanın huzur bulması mümkün değildir. Bu yaklaşım İsrail içinde yaşayan ve dünyadaki bazı Yahudiler için de kabul edilebilir değildir. Bugün Batı Şeria ve Ürdün Vadisi'nin ilhakına karşı hem İsrail içinde, hem de kimi Batılı ülkelerde ciddi tepkiler ortaya konulmaktadır. Bu tepkiler İsrail'in hukuksuzluklarına karşı önemlidir ve İsrail'e karşı ortak bir çıkış zemini oluşturabilir.

Sonuç olarak, bugün İsrail'in bu kadar pervasızca hareket etmesinin sebebi İslam ülkelerinin dağınıklığıdır. İslam ülkelerinin içine düşürüldüğü çatışma ortamları, birbirleriyle olan mücadelelerinden tek kazançlı çıkan İsrail'dir. Başta İslam ülkelerinin sonra da bütün dünyanın İsrail'in tek taraflı bu dayatmalarına karşı yekvücut olmak gibi bir sorumlulukları vardır. Unutmayalım ki, Filistin meselesi dünya barışının kilit taşıdır. Dini, dili, ırkı mezhebi ne olursa olsun, herkese düşen görev bu kilit taşını muhafaza etmek olmalıdır.