Mübarek Ramazan ayına bir kere daha kavuşmanın heyecanını yaşıyoruz. Dünyanın ve İslam aleminin içinde bulunduğu zorlu koşullar düşünüldüğünde, Ramazan ayı bir umut olarak her gelişinde yaptığı gibi hepimize yine bir fırsat kapısı açmış oldu.
Malum olduğu üzere kısmi bir rahatlama başlamış olsa da salgın hala sosyal hayatımızın eski haline dönmesine bir türlü müsaade etmiyor. Hatta Uzakdoğu'da vaka sayılarında artış yaşandığına ve karantina kararlarının alındığına dair haberler gelmeye başladı. Diğer taraftan Rusya-Ukrayna Savaşı bölgemizi ve dünya dengelerini değiştirmeye aday önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. Sivil can kayıplarının her geçen gün artış göstermesi, 4 milyona yakın insanın ülkelerini terk etmiş olmaları ve savaşı durduracak bir formülün henüz bulunamamış olması endişenin daha da artmasına sebep oluyor. İnsanın aklına getirmemek için özel gayret gösterdiği nükleer silahların kullanılması tehdidi ve böyle bir ihtimalin su yüzüne çıkması bile dünyayı nasıl bir felaketin beklediğine dair korku dolu yorumları beraberinde getiriyor. 1 ve 2. Dünya savaşlarının cephe savaşları olduğu hesaba katıldığında, üçüncüsünün ise ilk iki savaşı aratacağına dair delillerin kendisini göstermesi gerçeği ile yüzleşmek o kadar kolay değil.
Bunun yanında İslam dünyasının içinde bulunduğu olumsuz koşullar ise her Ramazan ayında birbirini tekrar edercesine tüm çıplaklığı ile yine karşımızda durmaya devam ediyor.
Mesela bizim Yemen diye bir sorunumuzun olduğunu unutalı çok zamanlar oldu. Orada devam eden açlığın, sefaletin, sivil ve masum can kayıplarının durdurulması adına bırakınız herhangi bir inisiyatif almayı, açıklamalara bile şahit olmuyoruz artık. Her Yemen haberi duyduğumuzda, gördüğümüzde hemen başlarımızı farklı bir yere çeviriyor, maalesef hep birlikte orada yaşananları görmezden geliyoruz.
Suriye sorununun nasıl çözüleceğine dair de bir umut henüz karşımıza çıkmış değil. Ülkenin neredeyse yarı nüfusu kendi anavatanlarını terk etti ve başta Türkiye olmak üzere çevre ülkelerde yaşamak durumunda kaldı ama bu sorunu kim, nasıl çözüme kavuşturacak sorusunun cevabını kimse net olarak verme cesaretini gösteremiyor. Burada ana sorumluluk Türkiye'nin üzerinde fakat hem küresel güçlerin farklı hesapları, hem de Ukrayna'da yaşanan gelişmeler sorunu geri plana atmış durumda.
Ayrıca geçtiğimiz Aralık'ta yapılması hedeflenen seçimlerin ertelenmesinin ardından Libya'da ise bir belirsizlik hakim. Evet, bir çatışma haberi gelmiyor, bu sevindirici ama süreç sanki Libya'nın bölünmesine altyapı oluşturulmasına doğru gidiyor. Türkiye'nin oradaki varlığının önemi her geçen daha net ortada ama sanki bu varlığın altının boşaltılması adına, mevcut yönetim ve halk arasında birileri özel bir dezenformasyon süreci yürütüyor.
Filistin ise bildiğiniz gibi. Yani baskının, zulmün, şiddetin sürekli devam ettiği bir süreç gözlerimizin önünde yaşanmaya devam ediyor. Her Ramazan ayında yaşanan saldırıların ve Gazze'nin bombalanmasına dönük işaretlerin ortaya çıkmasını büyük bir endişe ile takip ediyoruz. Bu arada Türkiye ve İsrail arasında yakınlaşma adımları ise ete kemiğe bürünmeye başladı. İsrail'de yaşanan, otomatik tüfekle yapıldığı söylenen saldırılar neticesinde ikisi polis en az 5 sivilin ölmüş olması ve saldırılardan birinin DEAŞ tarafından üstlenilmesi mutlaka titizlikle takip edilmelidir. Başta Filistinliler olmak üzere her aklıselim sahibi olan kişi, ipleri kimin elinde olduğuna dair birçok işaret ve derin şüpheler bulunan bu türden terör örgütlerinin, böylesine eylemlerinin karşısında olmalı ve Filistin halkı haklı mücadelelerinin içinin boşaltılması gayretlerine ve istismar edilmesine izin vermemelidir.
Diğer taraftan Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) çekilme kararının ardından Afganistan'da ise yoruma ve anlaşılmaya muhtaç bir süreç yaşanıyor. Afganistan'a ait dışarıda bulunan 9,5 milyar dolarlık paranın ABD tarafından dondurulmuş olması ve kısa vadede mevcut yönetimin ekonomik sorunlara çözüm üretmesinin mümkün olmadığı gerçeği yaşanan sorunları git gide derinleştiriyor. BM Genel Sekreteri Guterres'in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada halkın yüzde 95'inin yeterli gıdasının bulunmadığını, 9 milyon kişinin kıtlık tehdidi ile karşı karşıya olduğunu ve Afganistan için 4,4 milyar dolar yardım çağrısı yaptığını da göz önüne alırsak tehlikenin boyutlarının ne kadar büyük olduğunu daha net bir şekilde anlamış oluruz.
Bununla birlikte bizim bir de Arakan diye kapanmayan bir yaramız var. Myanmar ordusunun Müslüman nüfusa karşı uygulamış olduğu soykırım neticesinde, saldırıların başladığı 2017'den bugüne en az 1 milyon kişi komşu ülke Bangladeş'e sığınmak zorunda kaldı. Kamplarda hala büyük zorluk ve yokluklarla mücadele etmek zorunda kalan insanlar var. Teknelerle kaçmaya çalışırken saldırıların hedefi oluyor ve kadın, çocuk, yaşlı demeden katlediliyorlar. Hatırlanacağı gibi son dönem çatışmalar 2012 yılında baş göstermiş, sistemli bir etnik temizlik süreci başlamış, Rohingya Müslümanları hedef alınmıştı. Başta İslam dünyası olmak üzere, bütün dünya BM tarafından da 'Soykırım' olarak tanınan bu yaşananlarla ilgili bir an önce çözümler üretmeli ve bir halkın göz göre göre kendi vatanlarında yok edilmesine izin vermemelidir.
Bir de Doğu Türkistan sorunumuz var ki, hangi söz, hangi ifade orada yaşananları tarif eder bilemiyoruz. Milyonlarca Uygur Türk'ünün uyum adı altında toplama kamplarında yaşadığı, dışarıda yaşamak zorunda kalanların ailelerinden haber alamadığı bir Ramazan ayına daha girmiş olduk. Başta ABD ve Batılı ülkelerin çıkar hesaplarına, Çin'in ise devlet kapitalizminin tek tipleştirme politikalarının insafına terk edilmiş bir halk gözlerimizin önünde baskı ve zulümlerle mücadele etmeye çalışıyor.
Sonuç olarak dünyanın farklı bölgelerinde, sömürgecilerin rahat bırakmadığı Afrika ülkelerinde, büyük çoğunluğu İslam beldeleri olan diğer coğrafyalarda olup bitenlerin her birisini dile getirmeye çalışsak buna ne bu köşe, ne de sayfalar yeter.
Her şeye rağmen geliniz yeniden umutlarımızı kuşanalım. Mübarek Ramazan ayı buna bir fırsat olsun. Bütün insanlığın içinde bulunduğu maddi-manevi sorunların çözümünün bu toprakların değerlerinde olduğu gerçeği ile sorumluluklarımızı yeniden hatırlayalım.
Bütün eksik ve hatalarımıza rağmen çok şükür ki Ramazan heyecanı diye bir gerçek hala var. Ne mutlu ki bir çocuğun bayram sabahını karşılama hevesinde olduğu gibi içi kıpır kıpır olanların varlığı bize çoğu zaman dertlerimizi unutturuyor.
Hem ülkemizin, hem İslam aleminin, hem de bütün dünyada dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun bütün mazlumların gözyaşlarının dinmesi için bu Ramazan'ı hep beraber doğru değerlendirelim. Hani o Karadeniz türküsündeki gibi bu Ramazan da efkarlı günlerimize gelip çatmış olsa da buradan hep beraber bir çıkış bulalım, çözümler üretelim.
'Ey oruç tut bizi' diyelim. 'Elimize, belimize, dilimize sahip olmak' için bize güç versin diye bir talebimiz olsun. Bizi kanatlarının altında muhafaza et niyazında bulunalım. Nefislerimizin esaretinden, kibrinden korunmak için gayret edelim. Bizi değiştir, dönüştür, kuşat, bizi bize bırakma diye dua edelim.