Hindistan son yıllarda önemli sıkıntılar yaşıyor. Hindu milliyetçiliğinin aşırı bir yükselişe geçtiği ülkede, nüfusun yüzde 15'ini oluşturan, yani 180 milyon nüfusa sahip Müslümanlar zor günler geçiriyor. Karnataka eyaletinde halihazırda anlamsız bir şekilde başörtüsü yasağı uygulanıyor. Konu Yüksek Mahkeme'ye taşındı. Mahkeme de karar verme süreci tamamlanana kadar yasağın devam etmesine hükmetti. Yasağa karşı protestolar halen devam ediyor. Sadece Hindistan'da değil, Pakistan ve bazı diğer ülkelerde de itirazlar yükselmeye başladı.

Okul önlerine pusu kurarak kız öğrencilerin okullara girmesini engellemeye çalışan Hindu milliyetçileri ise ayrışmayı körüklemek için var güçleriyle çalışmaya devam ediyorlar. Bu olayları tırmandıran aslında Hindutva denilen ırkçı bir örgüt. Bu örgüt Hint milliyetçiliğinin ana omurgasını oluşturuyor. Şu anda işbaşında bulunan Başbakan Narendra Modi ve partisi BJP de seçimlerde Hindutva'nın hoşuna giden söylemleri öne çıkararak iş başına gelmişti. Şimdi onların taleplerine attıkları adımlarla olumlu yanıtlar vermeyi sürdürüyorlar. Peki, son yaşanan gelişmelerin başlangıç noktası nedir?

Modi hükümeti 2020 yılı başında Hindistan Parlamentosu'na bir yasa teklifi sundu. Bu yasa teklifi Müslümanlar dışında Güney Doğu Asya'dan gelen tüm mültecilere vatandaşlık hakkı tanıyordu. Yasa doğrudan Hindistan anayasasına aykırıydı. Çünkü vatandaşlık statüsü ile dini kimlik arasında bağ kuruyordu. Hedef aslında Müslümanlardı. Onlarca ayrı dilin konuşulduğu, onlarca ayrı dine inanan insanların yaşadığı güya çok kültürlü bir medeniyet olduğu varsayılan Hindistan'da sadece tek bir dinin mensuplarının hedef alınması hem düşündürücü ama aynı zamanda da kaygı vericidir.

Çin'de devam eden tek tipleştirme, Çinlileştirme projesi gibi Hindistan da kendi toplumuna en büyük kötülüğü yapmakta ve ayrımcı bir yaklaşımla hareket etmektedir. Hindutva denilen ideoloji neden sadece Müslümanlara karşı kullanılmaktadır? Buradan elbette diğer farklı kesimlere karşı da harekete geçsinler mesajı çıkarılmamalıdır. Demek ki bu sakat ideolojinin tek sorunu Müslümanlarladır. Hinduizm gibi pasif zannedilen ve hoşgörülü olduğu iddia edilen bir inanç bile yeri geldiğinde Müslümanlar aleyhine tavır ve tutum sergileyebiliyor. Asıl sorun ise devletin şiddet olaylarını görmezden gelmesi ve saldırganları neredeyse teşvik etmesidir. Dünyanın en büyük azınlığı olan Hindistan Müslümanları modern dünyanın gözleri önünde eziyete, zulme ve şiddete uğruyor.

Tam da bu noktada İslam dünyasının başlarını ellerinin arasına alıp düşünmesi gerekiyor. Batı medyasında dahi onlarca eleştiri yazısı ve yorum çıkıyor ama Türkiye medyası doğru düzgün konuyu gündeme bile almıyor. Hindistan Dışişleri Bakanlığı konunun 'iç mesele' olduğunu söylüyor ama evrensel insan hakları kurallarının kendilerine meşru zeminlerde hatırlatılması gerekiyor. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi söz söylemesi, hatta uyarı yapması gereken kurum ve kuruluşlar ise içinde bulundukları sessizlikle hangi dengeleri gözetiyorlar anlamak mümkün değil. Ortada önemli bir sorun var ve bu sorun Hindistan ile sınırlı kalacak gibi değil. Hint alt kıtasının barış ve huzurunu tehdit eden yeni bir tehlike olarak herkesi rahatsız etme potansiyeli taşıyor.

Hindistan yönetimi bir örgütün ideolojik saplantılarının çıkışı olmayan labirentlerinde boğulmamalıdır. Bu süreç her açıdan Hindistan'a zarar verir. Hindistan çok kültürlü yapısının gereğini yapmalı, toplumunun asli unsurları olan Müslümanlara hayatı zindan etmeyi bırakmalıdır. Hindistan hem bölgesinin, hem de dünyanın önemli bir ülkesidir. Aklıselimin gereği olarak bir an önce makul olanı, iç barışını muhafaza edici bir dil ve uygulamalar bütününü hayata geçirmelidir. Düşmanlıkların olumsuz sonuçları belki bugünün hengamesinde çok hissedilmez ama geleceğin inşasına çok olumsuz etkileri olur. Hindistan bir an önce yanlış karar ve politikalara son vermeli, kendi vatandaşı olan Müslümanların haklı taleplerini dikkate almalıdır.