Emekli amirallerin bildirisi, Montrö tartışmaları derken Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan kriz gündemin bir adım gerisine düştü. Oysa tartışmaları ateşleyen Karadeniz'de yaşanan bu olağandışı gelişmelerdi. Kamuoyu olanların Türkiye'yi etkileme derecesini ve sorunun tehlikeli boyutlarını tam anlamıyla hissedemedi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelensky´nin geçtiğimiz haftaki ziyareti ister istemez iki ülke arasında yaşanan sorunda Türkiye'yi merkez ülke konumuna getirdi. Aynı zamanda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar´ın Zelensky'nin heyetinde bulunan mevkidaşı Savunma Bakanı Andrey Taran ile görüşmesi de ilginç bir not olarak gündeme geldi. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Zelensky arasındaki görüşmenin 3 saat sürmesi ayrıca dikkatleri çekti.

Peki, Rusya ile Ukrayna arasında öteden beri devam eden kriz neden tekrar artış gösterdi? Bu noktada kısaca bazı önemli dönüm noktalarını hatırlamakta fayda var.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) 1991 yılında yıkılmasının ardından Ukrayna rotasını Batı'ya çevirmişti. İlk yıllardan başlamak üzere Ukrayna, Batı bloğuna sıcak mesajlar vermeye başladı. Ülkede Rus yanlıları ile Batı yanlıları arasında ayrışma zaman zaman içeride karışıklıklar meydana getirdi. Bir anlamda Ukrayna ABD ve Avrupa ile Rusya arasında zorlu bilek güreşlerinin yapıldığı bir alana dönüştü. İlk zamanlar Rusya kendi derdine düşmüştü. NATO'nun doğrudan kuşatmak istediği Ukrayna ile tam anlamıyla ilgilenemedi. Rusya Devlet Başkanı eski KGB ajanı Vladimir Putin ile birlikte işler değişmeye başladı. Rusya, Ukrayna siyasetine müdahale etmeyi ve kendi yanlılarını iş başında tutmayı hedefledi. Bunlardan birisi Viktor Yanukoviç'ti. Dünyaca tanınan spekülatör George Soros'un arkasında olduğu 2004 yılındaki 'Turuncu Devrim' ile Batı ilk müdahalesini yaptı. Soros, Ukrayna halkının Rus karşıtlığını Batı lehine kullanmak istemişti. Ancak başarılı olamadı. Seçimlerde Batı yanlısı Viktor Yuşçenko'nun çok az farkla kaybettiği açıklandı. Yuşçenko bugün yaşanan krizin de merkezinde olan Donetsk ve Lugansk bölgelerinde seçimlere hile karıştırıldığını iddia etti. Diğer taraftan aynı yıl yani 2004 Mart ayında Bulgaristan ve Romanya NATO üyesi oldu. ABD'nin hedefi Ukrayna ve Gürcistan'ı da bu halkaya katmak ve Karadeniz'e tam anlamıyla yerleşmekti.

Bunun yanında 18 Mart 2014'te Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesine tepki olarak AB Ukrayna ile 21 Mart'ta geçici Başbakanı Arseniy Yatsenyuk'u muhatap alarak ortaklık anlaşması yaptı. Rusya tarafından doğrudan desteklenen Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç bu anlaşmayı askıya aldı ve ortalık karıştı. Yanukoviç bu kararının ardından tepkiler sonucu Rusya'ya kaçtı. Tartışmalı bir referandum kararı ile Kırım Rusya'ya bağlandı. Ancak Kırım Baltık Denizi'ne kıyı Polonya ve Litvanya arasında kalan Kaliningrad gibi Rus ana karasından kopuktu. Kaliningrad'ı Rusya'ya sadece demiryolu bağlıyordu, Kırım'ı ise Azak Denizi'ndeki Kerç Boğazı'na inşa ettiği köprü ile ana karaya bağladı. Rusya şimdi iç karışıklıkların ayyuka çıktığı Donbass bölgesini ele geçirerek Kırım'ı daha güvenli hale getirmeyi hedefliyor. Çünkü Rusya Kırım'daki Sivastopol Limanı'nı Karadeniz hakimiyeti için hayati derecede önemli görüyor. Bu arada Sivastopol'ün Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'na girmesine sebebi ve Yavuz ve Midilli zırhlılarının bombaladığı liman olduğunu da unutmamak lazım.

Tam da bu gelişmelerle birlikte Türk Dışişleri Bakanlığı Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bu hafta 2 savaş gemisinin Karadeniz'e geçişi için bildirimde bulunduğunu açıkladı. Bu talebin Montrö Sözleşmesi'ne uygun olarak yapıldığı ifade edildi. Aynı zamanda Türkiye üretimi olan Bayraktar – TB2 dronelarının Donbass bölgesinde uçuş gerçekleştirdiği ve Rus ordusuna ait üslerin lokasyonlarını tespit ettiği ajanslara düştü.

Sonuç olarak Türkiye Kırım'ın Rusya tarafından ilhakını tanımıyor, doğru yapıyor ancak şimdi cevaplanması gereken sorular şunlar; Türkiye bu çatışma alanında doğrudan taraf olursa hedeflerine ulaşabilir mi? ABD'ye güvenerek yola çıkarsa Suriye'deki gibi bir tuzağa çekilme ihtimali var mı? Rusya ile Ukrayna arasında resmi açıklamalara yansıyan müzakere çağrısı için ciddi olarak bir efor ortaya koymak, Türkiye'nin bölgesel çıkarlarını koruması ve Kırım ile ilgili kaygılarının giderilmesi adına daha doğru bir yol haritası olmaz mı? Karadeniz'de kalıcı olmak için fırsat kollayan ABD'nin önünü açma girişimleri yüz yıl önce yaşananların başka bir açıdan tekrarı anlamına gelmez mi?