Suriye özelinde gelinen şartlar günden güne karmaşık bir hâl almaya devam ediyor. İdlib üzerinden yaşanan gelişmelerin nereye evirileceği tartışmaların merkezine oturmuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İdlib için, “Bir savaş diyebilirim” açıklaması ise anlaşılması ve tarifi zor bir dönemece mi giriyoruz sorusunu akıllara getirdi. Gerçekten bir savaşa doğru mu gidiyoruz, yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu kararlılık gösterisi olsun diye mi kullandı bilmiyorum. Ancak şurası önemli ki her hâl ve şart altında bu coğrafyada “savaş” ifadesini kullanmadan önce bir değil, bin sefer düşünmek lazım. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçen günlerde Karar gazetesine verdiği röportajda Suriye meselesi ile ilgili, “Batı’dan, ABD’den gelen çok ağır baskılar, çok radikal yaklaşımlar öyle bir noktaya geldi ki bu politikaların arkasına sanki güç de konacak intibaı verildi. Sonra bu yaklaşımların arkasına güç konmayacağı ortaya çıkınca da tabii ki bir ateş hattı açılmış oldu” açıklamasını yapmış olması bence en çok üzerinde durulması gereken noktadır. Bugün neredeyse vekâlet savaşlarının merkezine dönüşmüş olan Suriye’de girilecek bir “savaş” şayet farklı desteklerin geleceği beklentisi ile dillendiriliyorsa, bunun dün gerçekleşmediği gibi bugün de mümkün olmayacağını bilmek gerekir. Anlık gelişmelere göre herkesin her an farklı ittifakların içine girmesi muhtemel bir coğrafyada, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir bölgede “tuzakları” fark etmek için soğukkanlılığı sonuna kadar korumak önemlidir. Yani son aylarda o veya bu gerekçeyle Soçi Mutabakatı’nın tartışmaya açılmasının ardından Türkiye’nin sorunu, ABD ve İngiltere, Fransa, Almanya ile çözmek adına girişimlerde bulunmasının Suriye için ne anlama geldiğini dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yorumu üzerinden bir kere daha düşünmekte fayda var. Türkiye kendi göbeğini kendisi de kesebilir tabi. İş son noktaya gelince bir önceki yazıda da ifade ettiğimiz gibi elbette bu millet, bu devlet üzerine düşeni yapar. Fakat arazi hiç olmadık kadar karışık ve bu “savaşın” nizami ordular arasında olmayacağı ortadayken öngörülebilir adımları atmak en doğru olan yoldur. Bunun yanında ABD ile yakınlaşmanın veya da İdlib’deki olağanüstü şartlardan dolayı PYD/YPG’nin şu anda Türkiye’nin görüş alanından neden çıktığı veya çıkarıldığı da yoruma muhtaçtır. Pentagon’un 2021 yılı için Kongre’den PYD/YPG için 200 milyon dolar talep etmesinin ardından, 2017-2018 yıllarında DAEŞ ile mücadele adı altında Suriye’de PYD/YPG’ye sağladığı 715 milyon dolarlık silahın kaydını tutmadığı(!) ortaya çıkmasının nedenleri üzerine de iyice düşünülmelidir.
Sonuç olarak Pentagon’un da ellerini ovuşturarak açıkladığı gibi Türkiye aslında Suriye ile değil, Rusya ile “savaşın eşiğine” gelmiş durumda. Ayrıca yakın gelecekte planlanan bir başka senaryoda ise Türkiye’yi İran ile karşı karşıya getirmek istiyorlar. Bunu herkes biliyor. Bunların birer felaket olacağını söylemeye gerek bile yok. Bu felaket senaryoları kimlere yarar sorusu aklımızı başımıza getirmeli. Unutmayalım ki dış politikada da “el elin merkebini türkü çağırarak arar”. Bir de “tırnağın varsa başını kaşı” denir. Ayrıca Hz. Peygamber, “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşılaştığınız zaman da sabır ve sebat gösteriniz” buyurmuş. Yani savaş sözünü kullanırken kılı kırk yarmak lazım. Çünkü savaş silahlı diplomasidir ve bedeli herkes için ağır olan en son aşamadır. Sorunların savaş gibi dönüşü zor olan yollara girilmeden çözülmesine odaklanılmalıdır. 1991’deki 1. Körfez Savaşı’ndan beri yaşanan bütün gelişmeler bize bunları net olarak göstermiştir.