Mezarlığın yaşlı bekçisi, önünde durduğumuz büyük kapının kilidini açarken 'Şansınız varmış' dedi. Gerçekten de şansımız vardı: Duvarda yazılı ziyaret saatleri içinde gittiğimiz halde, kapı kapalıydı. Tam çevreye bakınıp birilerini soruşturacakken, kısa süreliğine mezarlığa uğrayan bekçi bizi görüp içeri almıştı. O anı denk getiremeseydik, ziyaret de mümkün olmayacaktı. 'Kabrin yerini biliyor musunuz?' diye sordu. 'Hayır' dedim. 'Şu karşı köşede, duvarın dibinde. Üzerinde Filistin bayrakları var' şeklinde tarif etti. 'Filistin bayrağı burada yasak değil demek ki' cümleme ise gülümsemeyle karşılık verdi.

Kudüs surlarının güney ucunda, Rum Ortodoks Mezarlığı'ndayız. Öğlen güneşinin yakıcı ışınları altında, oraya-buraya serpiştirilen ağaçların koyu gölgeleriyle serinleyen mezarların arasından yürüyoruz. Az sonra, duvarın dibindeki kabrin başına geliyoruz. Mermer taştaki ilk yazı: Nasrî Anton Ebû Akle (1932-2000). Hemen altında da o isim: Şirin Nasrî Ebû Akle (1971-2022). İsrail işgal güçleri eliyle, 11 Mayıs'ta Batı Şeria'nın Cenin kentinde kasten ve hedef gözetilerek öldürülen Şirin… İsrail polisi tarafından cenaze merasimine düzenlenen saldırıyla, dünya basınının manşetlerine tırmanan Şirin… Katolik Hristiyan -babası Ortodoks- olmasına rağmen, işgale karşı gösterdiği tavırla hak ve adalet peşindeki herkesin takdirini kazanan Şirin… Filistin tarihinde çok az kişiye nasip olacak bir kalabalıkla, on binlerin omuzlarında ebediyete uğurlanan Şirin…

'Ah keşke ben de orada olsaydım' hayıflanmalarıyla izlediğim bir törendi Şirin Ebû Akle'nin cenazesi. Perşembe akşamı Kudüs'te arkadaşlarla sohbet ederken, şehrin yaşadığı hüzünlü coşkuyu ve taşkın öfkeyi canlı tablolar halinde anlattıklarında, bunu bir kez daha derinden hissettim. 1997'den beri Filistin topraklarından dünyaya haber geçen Şirin'in sesi işgalciyi öylesine rahatsız etmişti ki, onu doğrudan hedef seçmişlerdi. Yine kendisi gibi El Cezire'de çalışan Kudüslü muhabir Civara el Budeyrî'nin anlattığına göre, İsrailli askerin silahından çıkan kurşunların kuvveti Şirin'in kafatasını paramparça etmişti. Şirin'e ilk müdahalenin yapıldığı Ramallah'taki hastanede cesedi görenlerden biri olan Civara, 'Kafatasında tek parça kemik kalmamıştı. Başının arkasını kavradığımda, elime bir tutam kanlı saçtan başka bir şey gelmedi' diyordu.

Mayıs ayının son haftasında Kudüs'te 'Bayrak Yürüyüşü' adı altında Müslümanlara yönelik nefret ve ırkçılık dolu eylemlere imza atan Yahudi yerleşimciler, Şirin'i de unutmamıştı. Şam Kapısı'nın önünde koro halinde attıkları sloganlardan biri, gayet ahlaksızca ve terbiyesizce ifadelerle Şirin'e hakaretler içeriyordu. Bu hıncın sebebi, Şirin'in işgalin çok çeşitli boyutlarını somut delillerle ve görüntülerle dünya kamuoyunun dikkatine sunma noktasındaki ısrarı ve istikrarıydı şüphesiz. Yerleşimci güruh, Şirin'in maaşının çoğunu Filistinli esirlerin aileleriyle paylaştığını, İsrail'in yetim bıraktığı onlarca çocuğa her ay düzenli yardım yaptığını ve geçtiğimiz ramazan ayında Mescid-i Aksa'da itikafa giren Müslümanlara iftariyelik dağıttırdığını, bunu da hiç kimseye duyurmadığını -Şirin'in arkadaşlarından biri, ölümünden sonra açıkladı- bilmiyorlardı muhtemelen. Bilseler, ağızlarından taşan öfke kim bilir nerelere yayılırdı?

Ziyaretin ardından, öğle namazı için Mescid-i Aksa'ya geçtim. Kubbetu's-Sahra'nın batı yakasında, yine Kudüs'ün yakın tarihinin ayrılmaz parçalarına dönüşen bazı şahsiyetlerin kabirleri vardı. Müslümanların bir araya gelmesi için yorgunluk nedir bilmeden çırpınan, bunun için dünya çapında toplantılar düzenleyen, vefatına yakın da 'Beni Aksa'ya defnedin' vasiyetinde bulunan Hindistanlı Müslüman aktivist ve siyasetçi Muhammed Ali Cevher (1878-1931)… Manda yönetimine muhalefeti nedeniyle İngiliz askerler tarafından dövülerek komaya sokulan ve bunun sonucunda vefat eden Kudüs eski Belediye Başkanı Mûsa Kazım Paşa el Hüseynî (1853-1934)… İsrail'in kuruluş sürecinde, işgale karşı kahramanca bir direniş başlatan, ama Siyonistlerce katledilen Abdulkadir el Hüseynî (1907-1948)… Filistin eski başbakanlarından Ahmed Hilmî Abdulbakî (1883-1963)…

Kudüs'e 'Kabirler tapu senedidir' hakikati ışığında bakınca, insanın karşısına büyük bir mücadelenin ışıltılarla dolu durakları çıkıyor. Nöbet tutan kabirlerin varlığı, işgalin günün birinde mutlaka biteceğini hatırlatan somut işaretlere dönüşüyor.

(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.