Not: Bu makale, Anadolu Gençlik Dergisinin 2014 yılı Aralık
sayısında kaleme alınmış makalenin tamamlayıcı hülasasıdır.’
İnficar: Tan yeri ağarma. Fecir sökme. Tohumun
yerde çatlaması.
Ortadoğu Kavramı’nın Etimolojik
Kökeni ve Avrupamerkezci Tanımına İtiraz
Birçok
boyutuyla netameli bir hal kazanmış Ortadoğu meselesinin en sorunlu/zor sorusu Ortadoğu’nun
neresi olduğu ile ilgili ilk sorudur. Bu noktadaki en esaslı itiraz Cemil Meriç
üstadımızdan gelir. Uzakdoğu, Yakındoğu, Ortadoğu ne demektir ve neresidir diye
soran Üstadımız, uzaklık ve yakınlık neye ve nereye göre tanımlanmaktadır
itirazı ile bugün ve gelecek için önemli bir zihinsel rehberlik yapmaktadır
tamda bir aydına yakışır şekilde. Tertemiz ve iffetli idrakinden süzdüğü için
değişen şartlara rağmen bugün ve gelecek içi cari bir perspektif sunmaktadır.
Ortadoğu, Uzakdoğu, Yakındoğu kavramlarını oluşturmak için bir sabiteniz olması
gereklidir ve bu sabiteye göre orta ve uzak tanımlamasını yapabilirsiniz.
Eurosantrik (Avrupa merkezci) bakış açısıyla bu sabite Greenwich’tir ve
Romadır. Coğrafi mekân ve zaman planı için Greenwich seçilmişken, medeniyet
odağı için Roma tercih edilir. Dante’nin ilahi komedyası esas alınarak bir ben
ve öteki algısı da oluşturulmuştur. Bu algının ve uygarlık inşasının merkezi ve
odağı Avrupa yani uygar, dışında kalan ise öteki ve barbar olarak kabul
edilmiştir Batılı ve batıl uygarlıkça. Bu hastalıklı telakki, mekân ve coğrafya
tasnifinin temel parametresi olarak karşımıza çıkar. Batı için en tehlikeli
öteki ise İslam medeniyetidir.
Ortadoğu,
Avrupa merkezli tanım içinde tasnif edilmiş bir bölgesel tanımlamadır ve ilk
esaslı itirazımız buna yöneliktir. Zira
bir toplum, tanımlamalarını ve mefhumlarını kendisi yapmadıkça tanımlanan
tarafından yutulmaya hazır hale gelecektir. Zira tanımlayan tanımlananı yutar.
Bahsi
geçen coğrafyanın tümü İslam medeniyet coğrafyasıdır. Tüm ilahi dinlerin
doğduğu bu ocak peygamberler eliyle medeniyet inşasının ana yurdudur.
Tanımlama
konusundaki ikinci temel problem ise, bir disiplin problemi olarak ele
alınabilir. Tarih biliminin tasnifi içinde yer alırken ayrı bir disiplin haline
gelen diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında da, Ortadoğu’nun herkes
tarafından kabul edilmiş ortak bir sınırı bulunmamaktadır. Bu amaçlı olarak
yapılan bir tasnif sorunudur. Yapısal olarak Avrupa merkezli tanımlanan
Ortadoğu’nun sınırları da açık bırakılmıştır. Küresel inisiyatifler bu belirsizlikleri bir siyasi, hukuki imkân
olarak kullanacak şekilde hareket etmektedir. Bu durum bölgeye yönelik paylaşım
ve bölücü hesaplar için yapılmış bir strateji olarak düşünülmelidir.
Hicazdan
Verimli Hilale Bölge Tarihine Kısa Giriş
Yakın dönem bölge tarihi
incelenirken bugüne yönelik en hassas ve kritik sürecin Osmanlı dönemi olduğu
görülecektir. Osmanlı dönemi milletimizin bu coğrafya ile en güçlü etkileşim
içinde olduğu dönem olarak ele alınabilir. Yüksek bir hürmet ile tüm Osmanlı
padişahları Hadimu’l Haremeyn sıfatı ile onurlanmışlardır. Pek çok Peygamberin
ve Resulü Zişan Efendimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) doğduğu topraklar ve ona
komşu olan tüm bölgeler en büyük hürmetin muhatabıdır. Hilafet vazifesi de bu
hürmetin en güçlü bir ikramı olarak Milletimizin tarihi seyrindeki en onurlu
hizmetlerinden biri olmuştur. Bugünde İslam dünyasının milletimize bakarken
hissettiği yüksek hürmetin temelinde Hilafet misyonu çerçevesinde Bilad-ı İslam’a
yönelik hizmetler belirleyici olmaktadır. Hilafetin dini ve siyasi misyonu
çerçevesinde ecdadımız İslam dünyasında inisiyatif almaktan çekinmemişlerdir.
Bunun neticesinde İslam toplumları tarafından diğer bir sıfat olan Cihan Penah
‘Cihan’ın Sığınağı, koruyucusu’ sıfatı ile taltif edilmişlerdir.
Tarihi
olaylar ve süreçler dikkatle incelendiğinde bugüne yönelikte çok önemli
mesajlar içermektedir. Hicaz ve Ceziretül Arap bölgesi başta olmak üzere
bugünde coğrafyada yaşananlar önemli benzerlikler göstermektedir. Temelleri o
dönemde atılan pek çok olay müteselsil bir şekilde bölge halklarının
istikrarına mani olmaktadır. Ayrıca atılan ayrıştırıcı tohumların etkisi ile
dış müdahalelere ve çatışmalara her an hazır bir coğrafya olarak bölge her
zaman gergin bir haldedir.
Yüzyılın
başında ince diplomatik ve istihbari operasyonların muhatabı olan Hicaz ve Arap
coğrafyası bugün de hala kendine gelebilmiş değildir. Sistematik bir karartma ve batı inşası etki operasyonu ile yaşananlarda
tam olarak bilinememektedir. Bugünden geriye bakıldığında özellikle
Lawrence ve Gerthurd Bell ve diğerlerinin arkeolojiden, antropolojiye, sosyolojiden
sosyal mühendisliğe, istihbarattan teknolojik aygıtlara tüm imkânları bu işgal
süreci için seferber ettikleri görülmektedir. Hicaz, Suriye ve Irak bölgesinin
tarihi sürecinde kırılma noktası Sykes-Picot anlaşması olarak bilinir. İngiliz
ve Fransız Siyonistleri eli ile ne kadar bölge bu anlaşma ile bölünmüş olsa da
bu anlaşmaya kadar geçen süreç Lawrence ve Gerthurd Bell tarafından ince ince
hazırlanmıştır. İki Siyonist ajan eliyle bölgenin sosyolojik, etnik ve sosyal
antropolojik haritası oluşturulmuş ve tarihin en hacimli etki operasyonu ve
ayrıştırıcı ajanlık faaliyeti ortaya çıkmıştır.
İsrail Bölgesel Krizlerin Yegane Sebebidir…
1898
ve 1948 tarihleri tartışmasız bölge için çok kritik tarihler olarak ele
alınmalıdır. Siyonist kongrenin ardından işgalci İsrail’in kuruluş süreci
başlamıştır. Theodor Herlz tarafından mübarek Kudüs-ü Şerif ve Filistin
toprakları Sultan İkinci Abdülhamid’den istenmiştir. Sultan’ın kati resti
karşısında Osmanlı topraklarında ve Filistin’de sistematik terör faaliyetleri
İsrail rejimi tarafından başlatılmıştır.
1895
yılında Siyonizm’in ulus devlet modelini ortaya koyduğu Der Judenstaat (Yahudi
Devleti) adlı kitabı ile siyonizm’i bir ideoloji olarak tanımlayan Theodor Herlz
`in öncülüğünde Siyonistler “İsrail Devleti hayali” ile Filistin`e göç
ettirilmiştir. Geldikleri topraklarda yeni yerleşim yerleri elde etmeleri için
yerli ahalinin göç ettirilmesi ya da katledilmesi gerektiğine inandıkları için
çeşitli örgütler kuran Yahudiler hızla terörist faaliyetler
gerçekleştirmişlerdir. Şüphesiz en önemli terör örgütleri Hagana, Irgun Zvai
Leumi, Stern, Balamah ve Şatiron`dur. Terör yöntemleri ile İsrail
devletleşirken Hagana altmış bin, Balamah beş bin, Irgun beş bin, Şatiron
bin ve diğer küçük çaplı örgütler de dört bin militan vererek sözde düzenli
ordu kurulmuştur. İşte İsrail rejimi bu iklimde ve bu nitelikteki insan
kaynağı tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
Bugün bölgesel kriz ve gerginliklerinin tümünün en önemli müsebbibinin Siyonizm
olduğu unutulmamalıdır.
Arap İsrail Savaşı, Arap Rejimlerinde Değişim
ve Yeni İmaj
Bölge’de
İsrail’in devletleşmesine karşı duran Arap rejimleri Batı destekli İsrail
ordusu karşısında savaşı kaybetmiştir. 1967 Haziran savaşı ise, İsrail ile
bütün Arap dünyasını karşı karşıya getiren ve neticeleri bakımından da Orta
Doğu’da, etkilerini günümüze kadar devam ettirecek bir yeni dönem açmıştır. Bu
durum siyonistleri daha da cesaretlendirmiş ve bölgedeki yaygın şer ve fitne
faaliyetlerine hız vermişlerdir. İslam dünyasının kalbinde siyonizm’in kâğıttan
kale devletçiği olarak bölgedeki tüm sorunların müsebbibi olarak İsrail
aranmalıdır.
Arap
İsrail savaşı neticesinde, kendi toprakları da İsrail işgaline uğrayan bu
ülkeler, Filistin topraklarının kurtarılması konusunu bir kenara bırakıp kendi
dertlerine düşmüştür. Arap rejimlerinde
değişim ve darbeleri başlatmıştır. Bu savaşın Araplar ‘da başlattığı sosyal
travma beraberinde darbe yoluyla yeni yönetimleri ortaya çıkartmıştır. Bu
yönetimler yüksek bir hamaset söylemini nasyonalist oluşumlara doğru evirerek Baasçı
nasyonalist sistemlere yönelmişlerdir. Savaşın neticesinde ortaya çıkan bu
rejim ve aktörler, ne kadar Arap istiklalinin yeni veçhesini oluştursalar da,
iki şeyden imtina etmişlerdir. Birincisi İslami kimliğin inkişafına müsaade
etmemişler, İslami hareketlere karşı oldukça sert bir tutum ortaya koymuşlar,
ikincisi var oluş gerekçeleri olan İsrail’le ve Siyonizm ile mücadele konusunu
sistematik ve güçlü hale getirmemişlerdir. Burada Kaddafi’yi ayrı bir başlıkta
ele almak gerekebilecektir. Kaddafi pek çok liderden farklı olarak Filistinli
grupları kollayan ve destekleyen bir rol seçmiştir. Bu ve benzeri olumlu
tercihlerinin sonucunda da Batılılarca örseleyici bir ölümle ve
itibarsızlaştırılarak katledilmiştir. Asimetrik hallerine rağmen Kaddafi kendi
bağlamı içinde dikkatle ele alınması gereken kritik ve önemli bir isimdir.
Arap
rejimlerinin ekseriyeti, kaybedilen savaşın romantizmi ile meşgul olurken
küresel yapılarla etkileşmeyi de ihmal etmemişlerdir. İsrail’in bölgesel
varlığının garantörü olan ülke ve uluslararası kuruluşlar, İsrail’e musallat
olmayan, İslami hareketleri kontrol altında tutan, Arap istiklalinin bu kahramanlarına!
tahammül göstermeyi bilmişlerdir. Aslına
bakılırsa toplumsal ve siyasal tercihler çerçevesinde bu tahammül süreci Arap
Baharı operasyonu ile tamamlanmıştır.
Kontrol
dışına çıkan Arap liderler olmuşsa da yeri ve zamanı geldiğinde müdahale
yetkisini kendilerinde görmüşlerdir. 1978 İran Devriminin ardından Saddam’ın
İran’a karşı savaşta desteklenmesi ve asimetrik olarak silahlandırılması dikkat
çekicidir. Batının bölgesel işgaline gerekçe oluşturmak amacıyla mı olmuştur,
yoksa Irak’ın kahraman despotu kontrolden mi çıkmıştır bilinmez, Kuveyt’e
saldırısının ve yeni bölgesel taleplerinin ardından ABD başta olmak üzere
küresel siyonizm’in bölgeye müdahale gerekçesi oluşmuş, barış ve demokrasi
getirme adına askeri müdahale gecikmemiştir. Yaşananlar bölgedeki aktörlerin
yeri geldiğinde desteklendiği yeri geldiğinde kötü bir temsile
dönüştürülebildiğinin de ispatı durumundadır. Körfez savaşı, bölgesel savaşın
işaret fişeğidir ve bugünde devam eden savaşın görünürdeki başlangıç
noktasıdır. ABD için bölgede bulunmak derin bir meşruiyet krizi yarattığından,
yeni bir imaj oyununa ihtiyaç vardır. Beklenen taze kan 11 Eylülde ABD’den ikiz
kulelerden gelmiştir.
Siyonizm’in Küresel Oyunu 11 Eylül
Ortadoğu’da
yaşanan süreci tamamlayacak bir gerekçeye ihtiyaç olduğu bir dönemde 11
Eylül’de ABD’de ikiz kulelere bir saldırı gerçekleşmiştir. Bu saldırı ile
birlikte tartışmaya bile mahal bırakmayacak sertlikte yeni ve güçlü bir
tanımlama ortaya çıkmıştır. Yargılama,
düşmanın tanımlanması ve devamındaki süreç ABD yönetimi tarafından yapılmıştır.
Düşmanın adı ABD eliyle konmuştur. Düşman İslami terör! ve İslam dünyasıdır. İslam
ve terör asla bir arada kullanılacak kavramlar olmamasına rağmen, 11 Eylül
sonrası etki operasyonları, İslam dünyası açısından gayreti ve söylemi imkânsız
bırakmıştır. Hayır, İslam terör ile anılamaz denememiştir. 11 Eylül’ün ardından
terör bir anlam ve kavram kayması yaşayarak sadece İslami terörü ifade eden bir
dönüşüm geçirmiştir. Olayın tüm dünyada yarattığı travmatik etki yüksek bir
söylem gücü, propaganda etkisi, olayın göz önündeliği ve devşirilmiş terör
unsurları marifetiyle bu durum küresel düzeyde kabul ettirtilmiştir.
11 Eylül terör
olgusunu, kendi tarihsel bağlamından kopararak tek bir anlam ve algıya muhatap
hale getirmiştir. Terör artık İslami terörü ifade eder hale gelmiştir. Terör
eşittir İslam konusunda ardı ardına pek çok çalışma başlatılmıştır. Fransiz
Fukuyama Tarihin Sonu ve Son İnsan, Samuell Huntington’un Medeniyetler
çatışması, Brezinsky, Buadillard gibi pek çok filozof ve sosyal bilimcide bu
iklimin teorik temellerini ikame etmeye yönelik gayretler ortaya koymuşlardır.
Bu süreci besleyen imaj fotoğraflarda da çok geçmeden kamuoyuna sunulmuştur. Terörle mücadele kapsamında ABD artık her
ülkeye ve toprağa müdahale edebilecektir. Aslında terör, bir devletin eliyle
tüm dünyaya devlet terörü olarak yayılmaya başlamıştır.
Arap
Baharı Bir Sosyal Mühendislik Harikası !!!
Yakın
zamanda ortaya çıkan olaylarda tarihsel geçmişin tekrarından ibarettir. Gerthurd Bell ve Lawrence tarafından elde
edilen verilerin yüz yıllık dönem içinde işlenerek güncellendiği ortadadır.
Bölgesel çalışmalar konusunda pek çok enstitü ve kuruluş çalışmalar
yapmaktadır. Ajanlık faaliyetleri yanında, etki operasyonları için yeteri
miktarda insan kaynağı da devşirilmiştir. Batılı kuruluşlar adına, İslam
dünyasında faaliyet gösterenlerin büyük bir kısmı orijin olarak bölgeden çıkmış
insanlardan olması, Batı istihbarat operasyonlarının bölgeden ele geçirilen
bilgi ve aktörler üzerine inşa edilmiş olması rastlantı değildir.
11
Eylül sonrası Siyonist ve Neocon saldırganlık dünyanın farklı yerlerinde farklı
şekillerde zuhur etmiştir. Afganistan ve Irak’ta aleni işgal olarak tezahür
eden küresel saldırganlık, zaten kodlarına hâkim olunan Verimli Hilal Bölgesi
ülkelerinde sosyal mühendislik uygulamaları ile tezgâha konulmuştur.
Değişim
sosyolojik bir olgu olarak, içsel güdülerle ve kaynaklarla
gerçekleştirildiğinde yönetilebilir. Değişimleme ise dış kaynaklarla bir gücün
inhisar ve himayesinde müdahaleci bir yöntemle yapılan sessiz ve kontrollü bir
manipülatif süreçtir. Arap Baharı süreci
içsel dinamikler gibi gösterilen bir kadro tasfiye süreci ve bölge ülkelerinin
İslami ve insani kapasitesini hedef alan bir küresel operasyon olarak tezahür
etmiştir. Müslüman coğrafyalarda bu sürecin sonunda ya kaos ve savaş yada
tasfiye süreci gerçekleşmiştir. Mısır, Libya, Suriye ve Yemen başta olmak üzere
geniş bir alanda büyük bir insani kıyım ortaya çıkmıştır.
Milli
Görüş perspektifi Arap Baharı sürecinin başından itibaren ihtiyatlı bir
yaklaşımla hareket ederek bu sürecin Siyonistlerin kontrolü altında bir
değişimleme ve yıkım operasyonu olduğunu ifade ederek bölgedeki kardeşleri
sürece karşı uyarmıştır. Bu sürecin küresel siyonizmin savaşı ve çatışmayı
geniş bir alana yayma, kaos marifetiyle kendisine muarız Müslüman insan
kaynağını yok etme girişimi olduğu ifade edilmiştir. Şartların dayatması,
küresel baskılar yanında, toplumsal olayların ve taleplerin oluşturduğu hacimli
baskı nedeniyle Müslüman Kardeşlerin zorunlu
olarak vaziyet aldığı bilinen bir gerçektir. Bu büyük operasyonun
oluşturduğu tahribat oldukça fazla olmuştur.
Arap
Baharı sonrasında bölgede içsel ve dışsal etkilerle büyük bir şiddet sarmalı
ortaya çıkmıştır. Göreli iktidarlar bölgesel ve ortak menfaatlerin koruyucusu
olmak yerine küresel organizasyonların bölgesel strateji ve amaçlarının bekçisi
durumuna düşmektedir. Müslüman halklar derin bir kaos ve çatışmanın orta yerine
düşmüşlerdir. Rahmetli Erbakan hocamız çok erken dönemlerden itibaren bu konuya
dikkat çekmeye devam etmiş ve en kritik müdahaleleri gerçekleştirmiştir. Milli Görüş düşüncesi tüm dünya’ da
sistematik olarak kaosun kaynağının Siyonizm olduğunu en yüksek şekilde
seslendirmektedir. Şahsen, 1995 yılında Arakan’a Milli Görüş teşkilatları
adına yaptığım bir ziyarette her türlü bölgesel kaosun içinde siyonizm’in
olduğunu bizzat görmüştüm. Arakanlı mücahitlerin ellerinde bulunan ganimet
silahlar içinde, hiç tanınmayan bir silah gördüm. Bu silahın İsrail tarafından
yapılarak Budist çetniklere gönderildiğini öğrenmiştim. İki sene önce de yine
Moro Müslümanlarının tamda barış sürecini zaferle taçlandıracakları zamanda
Marawi şehri işgal edilmişti. Bölgede yaptığım görüşmelerde de İsrail’in
bölgede bir kanton oluşumu peşinde olduğunu öğrenmiştim. O halde tüm dünya’da
yaşanan krizin planlayıcısı siyonizm’dir. Siyonizm etki alanını ülkeler üstü
kılmakta ve tüm batılı ülkelerin devlet aklına sızabilmekte ve ele
geçirmektedir. Bölgemizde yaşanan krizlerde Siyonizm tezgahında
planlanmaktadır.
Yaşadığımız
zorluklar şüphesiz Siyonizm’in çok güçlü olmasından değil çok çalışmasından
kaynaklanmaktadır. Maalesef Müslüman toplumlara ait kaynak ve imkânlarda
bilerek ya da bilmeyerek şuursuzca siyonizme hizmet etmektedir. Kapitalizmin
güdüleyici motoru siyonizm’dir. Faiz sisteminin ve küresel medya
organizasyonunun çekirdeği siyonizm’in elindedir. Müslümanlara düşen idrak
düzeyinden başlayarak hayatın tüm boyutlarında uyanık kalmaktır.
Dünya
Müslümanları, mahalli sorunları ile mücadele edip durmaktadır. Mahalli sorunlar
pek tabi önemlidir fakat ana sorun Şuurlu bir perspektifle siyonizm tarafından
kurulan yeni dünya sisteminin iyice bilinmesi, hangi mekanizmalarla nasıl bir
küresel kuşatmanın oluşturulduğundan haberdar olunmasıdır. Siyonizm’in
yarattığı lokal sorunlardan kurtularak hızla ortak bir zihin düzlemine
gelinmesi, kaynak planlamasının yapılması, küresel bir şuur ve mücadele zemininin
hızla inşa edilmesi gereklidir. Siyonizm’in tüm dünya’ da eş zamanlı başlattığı
yeni kaos iklimi tüm Müslüman toplumların kendi dertlerine düşmesine sebep
olmuştur. Bölgesel sorunlar Siyonizm tezgâhından çıkmış sorunlardır. Pek çok bölge’
de Müslümanlar birbirleri ile çatışmaktadır. Yakın zamanda Asya’da başlayan
yeni gerginlik alanlarının tamamında siyonizm’in parmağı vardır. Devasa Hint
coğrafyasında başlayan krizlerin, Güney Asya’da ortaya çıkan radikalizmin,
Afrika’daki bölgesel sorunların hepsinin içinde siyonizm’in gayreti vardır.
Bunu püskürtecek bir Ümmet Şuur düzleminin ivedilikle inşası gereklidir. Devasa
İslam Ümmetinin ortak bir Şuur, düşünce ve eylem etrafında kümelenmesi ile
ancak küresel operasyonların hakkından gelmek mümkün olabilecektir.