Türkiye koronavirüs salgın sürecini, maske yardımlarıyla kamu diplomasisi yürütmek adına bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışsa da aslında bütün bu girişimlerin bazı muhataplar, özellikle de Amerika nezdinde pek bir karşılığı yok. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun teşekkür mesajı da işin diplomatik teamülleri açısından yerine getirilmesi gereken bir prosedürden ibaret. Çünkü Türkiye’nin gönderdiği yardımlar Amerika’ya ulaştığı zamanlarda, sanki özel olarak tasarlanmış gibi eş zamanlı olarak ABD’nin PYD’ye yaptığı yardımlar bunu net olarak ortaya koydu.

Türkiye, Suriye’de Amerika’ya karşı Rusya ile birlikte adımlar atmak, Libya’da Rusya’ya karşı Amerika’nın desteğini aramak gibi aslında keskin bıçak sırtı zorlu bir sürecin içinde kalmış durumda. Malum, işin Suriye ayağında, yani son Moskova Mutabakatı’nda alınan kararların uygulanması, oldukça sıkıntılı bir hâl almaya başladı. Öteden beri verdiği mesajlarla ılımlı bir söyleme bürünmeye çalışan Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) örgütü, özellikle İdlib’deki varlığını daha da kalıcı kılmak için adımlar atmaya çalışıyor. Bu minvalde HTŞ, Türkiye-Rusya yakınlaşmasından en fazla rahatsız olan unsur olarak ortaya çıkıyor. Rusya’nın “radikaller” olarak tanımladığı İdlib’deki HTŞ gibi örgütlerin durumu hâlâ en çok tartışılan başlık olarak varlığını muhafaza ediyor. Daha önce birçok kez ifade etmeye çalıştığımız, Suriye’nin Afganistanlaştırılması projesinin başat aygıtı olarak kullanılmaya çalışılan HTŞ üzerinden, yeni planlar yapıldığına dair iddialar da öne çıkmaya başladı. Serhat Erkmen Hoca fikirturu.com sitesindeki yazısında, El-Kaide’nin ağırlık üssünü Suriye’ye taşımak istediğine dair işaretlerin belirdiğini, HTŞ ile sanki fikir ayrılığı olduğu izlenimi veren Hüraseddin Örgütü’nün sayıca az olmasına rağmen bu anlamda El-Kaide adına öne çıktığını ifade ediyor. Yani bu durumda, böyle bir plan hayata geçirildiği takdirde, sorun Türkiye açısından daha da içinden çıkılması zor bir hâl alacak demektir. İşin bir ayağı maalesef bu.

Bir de şu gerçek var ki, Amerika’nın bölgedeki planları hız kesmeden devam ediyor. Son olarak ABD’nin 2011 yılında Suriye’deki ilk çatışmaların yaşandığı Deyr Ez Zor vilayetinde, daha önce kurduğu El-Omar petrol sahasını genişletecek şekilde askeri üs kurma hazırlıklarına başladığı ortaya çıktı. El-Omar, en zengin petrol rezervlerinin olduğu bölge olarak biliniyor. Amerika’nın Suriye’de kendisine yerel partner/güç olarak konumlandırdığı ve vazgeçmeyi düşünmediği PYD/YPG ile yakın çalışmasını, bu tür üslerin varlığıyla daha da kalıcı hale getirmek istediği çok açık.

Sonuç olarak, salgın sürecinin gözlerden uzaklaştırdığı, dış politikadaki kriz alanları mevcudiyetlerini muhafaza etmeye maalesef devam ediyorlar. İşin can sıkıcı tarafı ise mevcut politik yaklaşımlarla bu çetrefilli ortamlardan çıkış için seçenekler oldukça sınırlı ve zayıf. Çünkü çözüm adına atılacak her adım kendi içinde çok hayati riskleri barındırıyor.

Bundan dolayı, Türkiye hem bölgesel açıdan hem de küresel bazda mutlaka yeni adımlar atabilmelidir. Tam da bu noktada küresel anlamda bazı şeylerin yapılabileceğine dair yeni bir umut ışığı doğdu. Nasıl mı? Malezya’daki son iktidar değişimi ile Malezya İslam Partisi (PAS) de koalisyonda yer aldı. Peki, bu durum nasıl bir umut ışığı olarak yorumlanabilir?

Şöyle; Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu yakından tanıyan, aynı zamanda hem ülkemizde, hem de bölgede tanınan ve etkili olabilecek altyapıya sahip olan PAS lideri Abdülhadi Awang Bey, yeni Başbakan Muhyiddin Yasin’in Ortadoğu özel elçisi olarak tayin edildi. Türkiye, Awang Bey’in bu konumunu iyi değerlendirebilir. Aynı zamanda D-8 üyesi olan Malezya’da önemli bir siyasi liderin bu bölgeden sorumlu olması, Türkiye için yeni bir fırsat oluşturabilir. Olur mu acaba diye düşünerek vakit kaybetmeden bir an önce gereken adımlar atılmalı ve bu umut ışığı mutlaka değerlendirilmelidir. Belki de bu ışık karanlık tüneli aydınlığa açacak bir ışıktır.