Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, bir sosyal medya mesajında İstanbul'da daha bir gün önce imzalanan Tahıl Sevkiyatı Antlaşması'nın hemen ardından Rusya'nın Ukrayna'nın Odessa limanını bombalamasını eleştirmişti.

(https://twitter.com/JosepBorrellF/status/1550799638059532288?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1550799638059532288%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.euronews.com%2F2022%2F07%2F23%2Fgrain-deal-on-knife-edge-after-russian-missiles-hit-key-ukrainian-port)

Bilindiği gibi Ukrayna'nın ürettiği tahıl savaş sebebiyle ihraç edilemiyordu. Konu sadece Ukrayna'nın savaş sebebiyle uğradığı maddi kayıpların ötesinde özellikle Afrika ülkeleri gibi buğday ve diğer tarım ürünlerine ihtiyacı olan milyonlarca insanı ilgilendirmekteydi. Gerçi Rusya'nın uluslararası hukuku hiçe sayarak giriştiği bu işgal girişiminde, Ukrayna'dan zor şartlar altında üretilen hububatı çalarak Kırım üzerinden dış dünyaya sattığı iddiaları da ortaya atılmıştı.

(https://twitter.com/EuromaidanPress/status/ 1552899537748082688?s =20&t=IwF3u80oI-6-MXWPMCcBXA)

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sırasında alışveriş merkezlerini, hastaneleri veya tren istasyonları gibi sivil yerleşim birimlerini bombalaması artık sıradan hale geldiği için Karadeniz kıyısındaki bir limanın bombalanması Borrell gibi isimlerin dikkatini neden daha fazla çektiği üzerinde durulması gereken bir husustur.

Bilindiği gibi savaşlar farklı teknolojileri kullanan silahlar ile yapılır. Taraflardan birisinin diğeri üzerine hakimiyet kurabilmesi için her türlü imkanı hatta hileyi kullanabileceği savaş ortamları öteden beri su yollarının kontrol altına alınarak rakibi zor durumda bırakma yöntemi uygulanmış ve kalelere sığınan halkın yiyecek tedariki kesilerek teslim olmaya zorlanmıştır.

Ama günümüzde 'işgalci' bir gücün işgal ettiği ülkedeki tahıl ürünlerini bir 'silah' gibi kullanarak tüm dünyayı tehdit etmesi pandemi gibi zaruretlerin üzerine tuz biber ekmiştir. Zaten gıda tedarik zincirindeki kopukluklar herkesi etkilemişken dışa bağımlı ülkeler daha da zorlanmıştır. Vladimir Putin gibi savaş öncesi güçlü bir algısı olan ve gizemli bir görüntü veren liderin başında bulunduğu Rusya dünya kamuoyu nezdinde her geçen gün itibar ve güven kaybetmektedir.

Kendi ürettiği doğal gaz veya diğer petrol ürünlerini kendisine karşı uygulanan ambargo ve yaptırımlara karşı bir tehdit olarak kullanması bir dereceye kadar zaten tahmin edilebilirdi. Hatta kendi ürettiği tahıl ürünlerini de 'kendi vatandaşlarının refahını düşünerek' ihraç etmeme kararı da normal karşılanabilirdi. Ama işgal ettiği bir ülkenin ürünlerini dünyaya bir tehdit hatta bir silah gibi kullanabilmesi anlaşılabilir bir yaklaşım değildir. Gelinen bu noktada ülkeler teknolojik ve sanayi olarak ne kadar ilerlemiş olurlarsa olsunlar öncelik her zaman kendi vatandaşlarını doyurabilmektir. Yoksa 'bir tane insansız hava aracı satıp karşılığında buğday filan alabiliriz' iddiaları çok da tutarlı değildir.

Gün gelir Rusya gibi bir ülke haksız işgalinin karşılığında Batı'nın uyguladığı yaptırımlara karşı tahılı bir silah gibi kullanabilir. Dünyada artan yiyecek fiyatları vatandaşların kendi hükümetlerinin politikalarını eleştirmelerine ve bu sayede Rusya'nın sempati olmasa bile daha az eleştirilmesine sebep olabilir. Bu da süreç yönetimine olumsuz etki yapabilir. İşlerin bu noktaya gelmesinde Batı'nın, NATO'nun elbette katkısı vardır ancak Putin'in kriz yönetiminde kendisinden beklenmedik acemice adımlar atması tuzağa çekilmesinin delili olmuştur.

Ayrıca Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce tansiyonu yükselten açıklamaları da hep savaş tehdidinden dolayı petrol fiyatlarının artmasına sebep olmuştu. Gerilimi yükselterek en çok kazanç elde ettiği petrol ürünlerinden gelecek gelirini artırmak da petrolün silah gibi kullanılmasıydı.

Yiyecek fiyatlarının geçtiğimiz Mart-Nisan aylarından beri sürekli artması enflasyonun yükselmesine ve küresel olarak bir endişeye neden olmaktadır. Hemen her ülkede hayat pahalılığından şikayet eden kalabalıkların protesto eylemlerine katılması artık gündelik rutin haline gelmiştir. Hatta son yirmi yıldır Sri Lanka'da iktidarda olan hükümetin artan pahalılık neticesinde düşmesine de Rusya-Ukrayna Savaşı'nın da bir etkisinin olduğu söylenebilir.

Ülkemizde de mevcut hükümet yapısal sorunlara doğru çözümler üretemediği için enflasyon ve artan hayat pahalılığı insanlarımızı daha çok etkilemektedir. Rusya-Ukrayna krizinin Türkiye'deki ekonomiye olumsuz bir etki yaptığı muhakkaktır ancak iktidar bu durumu beceriksizliğine gerekçe olarak kullanmaya başlamıştır. 1990'ların ekonomik verilerine dönen kimi istatistikler endişe verici boyutlardadır.

Bundan dolayı yiyecek fiyatlarının artması sadece Rusya'nın makul olmayan siyasetine bağlamak doğru olmayacaktır. Zaten Kovid-19 salgınından dolayı tedarik zincirinin hasar görmesi, artan enerji fiyatları, iklim değişikliği ve özellikle de gübre fiyatlarının artışı tüm dünyada yiyecek fiyatlarını artırıyordu. Salgın dolayısıyla kendi vatandaşlarını düşünen Kanada veya Çin gibi devletler de tahıl ihracatına kısıtlama getirmiş ve bu da arzın azalmasına sebep olmuştur.

Bütün bu şartlar altında yine de Putin'in savaşa başlamadan önce Ukrayna'nın Karadeniz ile irtibatını kesmeye çalıştığını görmüştük ve bunun Kırım ile ilgili olabileceğini düşünmüştük.

Halbuki zamanla tarlaların, ambarların ve siloların hedef alınarak bilinçli bir şekilde yıkıma uğratıldığına şahit olunca Putin'in aslında ülkenin tarımını hedef aldığı çok daha belirgin hale geldi. Hele Odessa limanına ulaşımı sağlayan bir köprünün hedef alınması sadece tahıl ürünlerinin ihracını önlemeye yönelik değil aynı zamanda dış dünya ile irtibatını kesmeyi de amaçlamıştır. İstanbul'da imzalanan mutabakat elbette önemli bir adımdır ama sadece limanların mayınlardan temizlenmesi, tahıl yükü alacak gemilerin sigortası ve güvenliği gibi hususların bir anlaşmaya dahil edilmiş olması iyi bir gelişmedir. Fakat Rusya'nın anlaşmanın hemen ardından limanlara ve başkent Kiev'e doğrudan saldırısı mutabakata ne kadar uyacağı konusunda endişelere sebep olmaktadır.

70 milyon tona ulaşacağı tahmin edilen Ukrayna tahılı özellikle fakir ülkelerdeki milyonlarca insanın umududur. Beş yıl önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin arasındaki bir görüşmeye domatesin damga vurduğu hatırlardadır. Türkiye Rusya'ya domates ihraç etmeye çalışıyor ama Rusya belirli özellikleri mazeret göstererek satın almıyordu. Rusya'nın kabul edip satın aldığı domatesler ise bu sefer içeride fiyatların artmasına ve enflasyonun yükselmesine sebep oluyordu. Yine de Türkiye döviz gelmesi için enflasyonu göze alıyordu. Halbuki bu tecrübeden Türkiye yiyeceğin ve tarım sektörünün önemini kavraması gerekiyordu. Merhum Mehmet Genç hoca Osmanlı'nın tarım ürünlerini ihraç etmeyip ülke içinde tutarak kendi vatandaşlarının refahına öncelik verdiğini söylüyordu. Bugün ise Türkiye 'buğday ithal ediyoruz ama işleyip tekrar ihraç ediyoruz' diye övünerek iç siyasete algı oluşturmaktadır.

Halbuki 'self-sufficiency and import substitution' da denilen bu yöntemde 'ülkenin aslında kendine yeterli olduğu ama ihracat yapabilmek için ham madde ithal etme' çok da sağlıklı hatta sürdürülebilir değildir. Mevcut konjonktürde olduğu gibi değişen şartlar dengeleri her an alt üst edebilir. Türkiye'nin diğer alanlardan önce tarım ve hayvancılık sektörüne gereken önemi vererek kendine yeterli bir ülke haline getirecek yeni bir iktidara ihtiyacı olduğu çok bariz bir şekilde gözlerimizin önünde durmaktadır. Çünkü bu iktidar algıları yönetmeye çalışmaktan olgulara odaklanma problemi yaşamaktadır.

Önümüzdeki kışı en az sıkıntıyla geçirmek için bugünden seferberlik ilan eden Avrupa ülkeleri, kriz yönetimine erken geçiş yapmış durumdadır. Gerek elektrik üretiminde, gerekse de ısınma sorununun aşılması için yapılan planlar en azından bir hazırlık yapıldığının göstergesidir. Bir barış sağlanmaz ve Avrupa bu kışı atlatmayı başarırsa işte o zaman asıl problem Rusya için oluşacaktır. Bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi barış şimdi herkes için hem psikolojik hem de siyasi bir başarı olarak ifade edilebilir. Tahıl anlaşması herkes için önemli bir düşünme fırsatıdır ve sürecin aşılmasına dönük çıkarılacak derslerin başında gelmektedir.