Geçtiğimiz hafta Rusya'nın, Ukrayna'nın NATO'ya alınmaması yönündeki talebini ilettiği mektuba Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yazılı cevap vermişti. Bu mektupta Dışişleri Bakanı Antony Blinken, talebe olumlu yanıt vermediklerini ve NATO'nun 'açık kapı politikasında' değişiklik olmadığını belirttiklerini söyledi. Bu mektup diplomasisindeki derin uzlaşmazlığa rağmen Ukrayna'da tansiyon yavaş yavaş düşme eğilimine girmiş durumda.

Herkes bir savaş halinde karşı karşıya kalacakları maddi-manevi maliyetlerin hesabını yapmaya başladı. Başkan Joe Biden ise ısrarla bir şeyler deniyor ve Şubat ayında Rusya'nın Ukrayna'yı işgal edebileceğini söylüyor. Ya ön almaya çalışıyor, ya da bilinmeyen bir kurgu ile Rusya'yı bir yerlere çekmeye çalışıyor. Bunu gören Rusya ise temkinli olan dilini daha da dikkatli bir noktaya çekti. Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Biden'ın ifadelerine karşı, 'Eğer bu Rusya'ya bağlı ise savaş olmayacak. Biz savaş istemiyoruz' açıklaması yaptı. Bu arada Putin'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daveti üzerine Türkiye'ye gelmeyi kabul etmesi de önemli bir gelişmedir. NATO üyesi olan bir Türkiye, Ukrayna ile yakın siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip bir Türkiye'nin davetine evet demek Putin'in sıkışan diplomasiye alan açmaya çalıştığını gösteriyor. Yani burada Putin'in Bakanı Lavrov'un ifadelerinin gerçekliğini bütün dünyaya anlatabilmenin farklı yollarını kullanmayı hedeflediğini söyleyebiliriz.

Diğer taraftan Ukrayna'dan da milli birliğin inşasına dönük açıklamalar gelmeye başladı. Tartışmanın merkezinde olan ama sanki bu süreçte hiçbir iradesi yokmuş, hatta iradesinin önemi de yokmuş gibi bir algıya teslim edilen Ukrayna'dan gelen sesler ciddi içeriklerle dolu. Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelensky'nin, 'NATO'da olalım ya da olmayalım, ordumuzu kesinlikle geliştiriyoruz, kendimizi korumalıyız' ifadesini sadece bir motivasyon cümlesi olarak görmek yanıltıcı olabilir. Ayrıca Zelensky, 'Yabancı gazeteciler gelsinler, Ukrayna'yı görsünler. Burada sokaklarda tanklar mı geziyor, baksınlar. Eğer Ukrayna'da değilseniz, böyle bir izlenim yaratılıyor. Bizim böyle bir paniğe ihtiyacımız yok' açıklamasıyla krizin kontrolünü ele almaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Bununla birlikte yine Zelensky, 'Ukrayna'daki meselenin Biden ile Putin arasındaki bir anlaşmanın sonucu olarak çözüme kavuşmasını istemiyorum. Biden dün bana defalarca güvence verdi. Devletimizin akıbeti, bugünü ve geleceğine Ukrayna karar verecek' diyerek aslında güvencelere göre de hareket etmenin risklerini gördüklerini ortaya koymuş oluyor.

Gelinen nokta itibarıyla ilk yapılması gereken şey herkesin bir adım geriye çekilmesidir. İnatlaşmanın, dünyayı sonuçlarını kimsenin şimdiden tahmin edemeyeceği bir kaosa sürükleme potansiyeli var. Bu gerçeği çok açık bir şekilde görmek gerekir. Hani bazen bir taş var ve onu bulunduğu yerden çektiğinizde bina olduğu yere yığılır ya, Ukrayna da aslında böyle bir taş gibi. Malum olduğu üzere kavgada yumruk sayılmaz ve kim vurduya gitti diye sözlerimiz var. Ukrayna krizi kendisiyle doğrudan hiçbir bağlantısı olmayan sorunları bile harekete geçirebilme gücüne sahip. Yani daha önce de söylediğimiz gibi Suriye ile örtüşen birçok tarafları var. Suriye 20 milyonluk bir ülke olarak görüldü ve arkasında barındırdığı dengeler dikkate alınmadı. Ukrayna da nihayetinde 40 milyonluk bir ülke denilerek etki alanı göz ardı edilmemelidir.

İstikrarsız Orta Doğu'nun yanında, istikrarsız bir Doğu Avrupa'nın sadece kendi bölgelerini etkilemeyeceğini tahmin etmek için uzman olmaya gerek de yok. Bu bölgelerin merkez noktasında da Türkiye var. Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin ne denli önemli olduğunun yaşanan süreçte anlaşılmış olması gerekir. Montrö delinirse Karadeniz Akdeniz'den daha beter olur, Karadeniz ateş çemberine dönerse de kaybedenlerin başında Türkiye gelir.

Bu bölge için savaş son seçenek değil, sonda da olsa hiçbir zaman seçeneklerin içinde olmamalıdır. Savaş, diplomasinin son seçeneği ve silahlı versiyonudur. Ukrayna bu aşamaya gelmeden mutlaka bir çözüm bulunmalı ve sürecin kazananı silahsız diplomasi olmalıdır.