Bosna Hersek, bu yıl 512'ncisi düzenlenen 'Ayvaz Dede Şenlikleri' vesilesiyle yine renkli görüntülere sahne oldu. Ülkenin dört bir yanından yola çıkan atlı birlikler, Travnik yakınlarındaki Doni Vakuf'a bağlı Prusac kasabasında toplanarak, Bosna topraklarını İslam'la tanıştıran şahsiyetlerden Ayvaz Dede'yi yad ettiler. Geleneksel kıyafetler giymiş kırmızı fesli öncülerin taşıdığı yeşil bayraklarla ve mehter takımıyla renklenen coşkulu merasim, binlerce kişinin cemaatle eda ettiği öğle namazıyla sona erdi.
Yaygın inanışa göre, Manisa-Akhisarlı bir derviş olan Ayvaz Dede, 1463'te Fatih Sultan Mehmed'in Bosna Seferi sırasında Balkanlara gelerek, bugünkü Bosna'yı yurt tutmuş bir isimdir. Prusac'ta hemen bir tekke tesis eden Ayvaz Dede'nin tertemiz karakteri bölgenin İslamlaşmasında büyük rol oynar, kendisini de halkın gözünde çok saygı duyulan bir karakter haline getirir. Ancak Ayvaz Dede'yi 'efsane'ye çevirecek olan hadise, bir kıtlık zamanında Prusac'ın susuzluktan kurtulmasına vesile olmasıdır: Yakınlardaki Şulyaga Dağı'nda bir su kaynağı vardır, ancak suyun Prusac'a gelmesinin önünde devasa bir kaya kültesi engel bulunmaktadır. 74 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğinde bir kayadır bu ve insan eliyle kırılıp suya yol verilmesi imkansız gibidir. Ayvaz Dede inzivaya çekilerek, 40 gün-40 gece dua etmeye koyulur. Son günün sabahında, Kur'an tilavet ettikten sonra uyuyakalan Ayvaz Dede, rüyasında iki beyaz koçun büyük bir gürültüye boynuz tokuşturduklarını görür. Gözlerini açtığında, kaya ortasından ikiye ayrılmış, oluşan 3-4 metre genişliğindeki yarıktan Prusac'a doğru gürül gürül bir su akmaya başlamıştır.
Artık Ayvaz Dede öylesine ünlü bir isimdir ki, tesiri ve namı Doni Vakuf-Travnik havalisini çoktan aşmış, hatta Bosna sınırlarının dışında payitahta kadar ulaşmıştır. Prusac'ın adı 'Akhisar' olarak değiştirilir ve statüsü yükseltilerek kadılık merkezine dönüştürülür.
Ayvaz Dede hem kendi döneminde hem de başrol oynadığı hadisenin katmerli efsanelere konu edildiği sonraki yüzyıllarda sayısız Boşnak'ın Müslümanlığı seçmesine vesile olmuş. Osmanlı asırları boyunca her yıl haziran ayının sonunda düzenlenen Ayvaz Dede'yi anma etkinliklerinin, geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren artık Bosnalı Müslümanlar için 'ispat-ı vücut' yerine geçmeye başladığını görüyoruz. Komünist Yugoslavya'da şenliklere katılmanın resmen 'suç' oluşu da, yöneticilerin meseleyi 'Müslümanların ülkedeki varlığı' noktasından değerlendirdiğini gösteriyor. 1990'lı yıllara kadar katı bir şekilde uygulanan 'Ayvaz Dede'yi anma yasağı', çok sayıda Müslümanın mahkemelere sevk edilmesine yol açmış.
İslamî yaşantının renklerindeki çok çeşitli ton farklılıklarına rağmen, Ayvaz Dede, bugün Bosnalıları bir arada tutan ve onlara dinî-millî kimliklerini düzenli biçimde hatırlatan güçlü bir sembol. Başlarında kırmızı fesleri ve üzerlerinde yelek-şalvarlarıyla geleneksel kıyafetlere bürünmüş atlılar şehirlerin caddelerinde arz-ı endam ettikçe, Bosnalıların yüreklerinde birçok duygu köklü biçimde yer bulmayı sürdürecek. Ayvaz Dede bu yönüyle, Akhisar'dan Balkanlara, asırların ötesinden çakılmış şık bir selam adeta…
Ayvaz Dede Şenlikleri'nin hatırlattığı bir husus daha var:
Zaman zaman, Selefîliğin Müslüman dünyada giderek yayılmakta olduğuna dair yorumlar göze çarpıyor. Hatta bazı kalemlere göre, Selefîler ekseriyeti ele geçirdi-geçirecek. Oysa hadiselere yakından baktığımızda, geleneklerle ve halk inanışlarıyla savaş halindeki Selefî düşüncenin toplumların geneline ve yaygın biçimde nüfuz etme kabiliyetinden yoksun olduğunu hemen fark ederiz. Derinlere sirayet bakımından Şiîlik daha etkili. Zira bırakın geleneklerle ve halk inanışlarıyla çarpışmayı, aksine bunları kucaklayarak ve körükleyerek ilerliyor. Üzerine bir de 'Ehl-i Beyt muhabbeti' üzerinden geliştirilen duygusal söylemleri eklediğinizde, Şia sempatisinin kitlelerde yaygınlaşmaya başladığı, bir hakikat olarak karşımıza çıkıyor.
Sözün özü, Ayvaz Dede, etrafına örülmüş onca masal ve efsaneleriyle birlikte, Bosna'nın (ve hatta tüm Balkanların) Osmanlı mazisiyle arasındaki en güçlü köprülerden biri olmayı sürdürüyor. 500 yılı aşkın ömrüyle, taşları sapasağlam, nice fırtınalar ve afetlerle sınanarak kendini ispatlamış kavî ve haşmetli bir köprü...
(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.