Ulus devletlerin ortaya çıkışından beri diplomasi büyük bir önem teşkil etmektedir. Savaşların önlenmesi, ulus üstü konuların varlığının garanti altına alınması, uluslararası kuruluşların kendilerine biçilen görevleri yerine getirilmesi gibi alanlarda diplomasinin önemi ortada. Ancak son dönemde diplomasinin de klasik yorumunun dışına çıktığını görmekteyiz. Öyle ki inşaat diplomasisi, stadyum diplomasisi gibi ilginç kavramlar tartışılmakta.

'Debt-trap diplomacy' olarak ifade edilen ve borç tuzağı diplomasisi olarak çevrilebilen terim, özellikle Çin ile alakalı olarak sıklıkla kullanılır hale geldi. Sri Lanka'nın Çin ile ilişkisinde geldiği nokta üzerinden daha fazla görünür hale gelen bu durum, yalnızca bu ülke ile sınırlı kalmadı. Meseleyi anlamak için Sri Lanka örneğine daha yakından bakalım. İç savaş sonrasında yeniden yapılanma hedefinde olan Sri Lanka'nın, bu hedefi gerçekleştirmesi kendi başına mümkün gözükmüyordu. Dış destek olmadan zor olacak bu amaca ulaşmak için Çin, çoğu zaman olduğu gibi olması gereken yerdeydi. Çin'in 1960'lı yıllarda Afrika bağımsızlık hareketlerine verdiği destekleri, Zhou Enlai'nin kıtada büyük beğeni toplayan ve dostluklar edinmesini sağlayan hamleleri araştırılabilir. Sri Lanka, zaman içerisinde aldığı borçları ödemeyecek duruma gelmişti. 2017 yılında Hambanthota limanı, borçlara karşılık Çin'in kullanımına verildi. İşte bu hamle sonrasında Çin'den borç alan pek çok ülke benzer kaygıları yaşamaya başladı.

Çin'in verdiği borçların ortak özelliği, Batı'nın borç verme hususundaki sert kriterleri yerine oldukça esnek ve kolay şartları talep etmesidir. Bu bağlamda düşük faizli krediler, demokrasi endeksinde üst sıralarda olmayı gerektirmeyen, siyasi bağlamda şeffaflığı öncelemeyen şartlar altında talep eden ülkelere sağlanıyor diyebiliriz. Özellikle Afrika'da Çin'in bu şartları ile borç alan pek çok ülke var. Hem Batı'ya alternatif olması hem de kimi zaman diktatörlükle suçlanan Afrikalı liderlerin ülke içindeki tutumuna müdahil olmaması ile beraber Çin, oldukça iyi bir dost olarak görülüyor. Başka ülkelerin iç işlerine karışmama, Çin'in dış politikadaki ilkelerinden de biri. Bu şartlarda alınan krediler ise genellikle ekonominin kötü yönetilmesi, yolsuzluk ve israf gibi etkenler geri ödenemiyor. Kıtanın bazı ülkeleri krediler için yeni ödeme planları talep etmekte. Bu talepler kabul edilse bile yine de borçların ödenmesindeki problem sürüyor.

Ülkelerin içinde bulunduğu böylesine ödeme zorluklarında imdada yetişen ülke kim oluyor dersiniz? Elbette yine Çin. Ödenemeyen yeni borçlar için tekrar krediler alınıp eski borçlar kapatılırken yeni borçlar oluşuyor. Bazı ülkeler adeta bir kredi kartı borcunu ödemek için başka banka kredi kartından nakit çeken kişi konumunda. Tek farkla, bankalar aynı, alacaklı aynı.

Böyle bir ortamda şeffaflıktan söz etmek de mümkün değil. Yapılan anlaşmalar genel itibarıyla gizli tutuluyor. Bazı yerel medya kuruluşlarının sızan belgelerden temin ettiği anlaşma koşulları da alıcı ülkenin aleyhine olsa bile, bir süre konuşulup ardından gündemden düşüyor. Borç tuzağı diplomasisi adı verilen bu sistemin ülke bazlı sonuçları başka bir yazıda tartışılabilir.