Bartolomeo de las Casas, İspanya sınırlarındaki Sevilla şehrinde 1474 yılında doğan bir papazdı. İnsanların onu bugün bilmelerinin en önemli sebebi sömürge karşıtı söylemleriydi. Üstelik bu söylemler, Hristiyanlık ve Kral adına yapılan seferlerin oldukça fazla olduğu bir dönemde olmuştu. Veliaht prens Felipe'ye yazdığı mektupta şöyle söylüyordu:
'Efendim, Yeni Dünya'da insanın tasavvur bile edemeyeceği kadar büyük kötülükleri, katliamları, yakıp yıkmaları ve ülke boşaltmaları unutamıyorum… Ekselansları birkaç olay hakkında bilgi sahibi olursa, Majestelerine adına 'fetih' dedikleri bu kötülükleri icat eden, gerçekleştiren ve yaptıran zorbalara yetki ve izin vermemesi için ısrarla yalvaracağı kanaatindeyim. Eğer bu yetki verilirse bu zorbalar benzer katliamlara devam edecekler (Casas, 2006:9; Casas, 2014:26-27).'
Kendi topraklarında yaşayan insanların Batı tarafından yerlerinden edilmeleri bugün şaşırılan bir gerçek değil. Bilakis kanıksanmış, normalleştirilmiş bir sürecin parçası olarak görülmektedir. Azteklerin, İnkaların, Kızılderililerin yok edilmesi hep bir zafer etiketi taşıdı. Akan kan, zulüm, gözyaşı gibi insana dair olgular görmezden gelindi. Talan, istila, sömürgecilik kendi dönemlerinin moda kıyafetlerine bürünerek çok can yaktı. Avrupa merkezci bakış açısı ile önce bir medeniyet seviyelendirmesi yapılıp ardından bu seviyenin 'altında' olduğu düşünülen yerlere pozitif imgelerle gitmek, İkinci Dünya Savaşı'na dek süregeldi.
Geçmişte 'Üçüncü Dünya' olarak tabir edilen bölgelerin bugün tam bağımsızlık süreçleri halen gerçekleşmiş değil. Dışa bağımlılık, sömürgeci güçler tarafından oluşturulan elitlerin yönetimlerdeki etkisi, kültürel yozlaşma pek çok ülkenin kendi ayakları üzerinde duramamasına sebep oluyor. Bu ülkelerin çoğunda yönetim şeffaf ve demokratik değil. Günün sonunda kısır bir döngü ortaya çıkıyor ve belli bir zümre refah seviyesini sürekli artırırken kalanlar için günü kurtarmak başarı sayılıyor. Bu kısır döngüyü mikro ve makro seviyelerde düşünmek mümkün. Kentlerin köylere oranla yüksek refahı, kentteki bürokrasi ve elit kadronun kentin geri kalanına göre refahı mikro seviyede değerlendirildiğinde, ulusların refah düzeyi makro düzeyde bir uçurum gösteriyor.
İlk başta yazdığımız yere dönersek, içerisinde yaşadığımız gelip geçici dünyanın yerlilerin gözyaşları üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. İnsan, kendi eliyle kaynakların paylaşımındaki adaletsizliği medeniyet zırvalamasıyla meşrulaştırmış ve sonucunda yüzlerce yıllık farkın oluşturduğu adaletsiz bir sınıflandırma mecburi olmuştur. Az gelişmiş ülkelerin siyasetten ekonomiye kadar az gelişmeye neden olacak onlarca hatası bulunabilir. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ise, az gelişmiş ülkeler diye sınıflandırılan ülkelerin kaynaklarının onları sınıflandıranlar tarafından talan edildiği görülebilir. Elbette modern siyasi literatür böyle bir tanımı kabul etmeyecektir. İndeksler, eğriler, ortalamalar ve sayıların her şey olduğu bir dünya tasavvuru içerisinde suçlu her zaman gelişmeyi 'başaramayan' uluslar, ülkeler olacaktır. Yine de bir gün sömürgecilerin fiili anlamda biten işgallerinin, kültürel, eğitimsel ve ekonomik anlamda biteceğine inancımız tam. Belki yerlilerin gözyaşları kuruduğunda…
Kaynaklar
- Casas, B. (2006). Brevisima Relacion de la Destruccion de las Indias. Medellin: Universidad de Antioquia.
- Casas, B. (2014). Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi (O. Etiman Çev.). Ankara: İmge.