Rüya ile gerçek arasında bir araftayım. İmam-ı Buhari'nin Sahihi Buhari'yi okuttuğu Camii Kalon'dan şöyle tüm dünyaya nazar kıvamındayım. Yazının ilk cümlelerini burada kurmaya başlamanın kendisi tek başına bir ihsan. Maveraünnehir'i yazmayı uzun zamandır çok arzu ediyorum; bir sebep, bir zuhurat, bir haber bekleyip duruyorum. Yıllar önce henüz yirmi yaşında iken gittiğim Semerkant anılarını mı yazsam, bölgede ki hassas politik iklimimi, kültürel diplomasi aklımıza hizmet edecek bir teknik yazı mı kaleme alsam diye uzun zamandır düşünüp dururken bugün işte Buhara'dayım ve elimde bilgisayarım ve yazıyorum. Maveraünnehir'in kalbinde Buhara'da Buhara'yı yazıyorum. Evet bu yazının besmelesini Buhara'da Mir Arap medresesinin karşısında Minare-i Kalon'un dibinden geçerek girdiğim İmam-ı Buhari'nin ilim meclisine ev sahipliği yapan Camii Kalon'da yazıyorum. Uzun bir seri olarak yazacağım Maveraünnehir'in hikayesi ile bugün arasında bir ilişki kurmaya ve hatta buradan geleceğe yürümeye çalışacak bir yazı kaleme almalıyım. Bilgilerimizdeki noksanlıklardan bizi kurtaracak, ufkumuzu besleyecek, aidiyetlerimizi yeniden hatırlatacak, yaptığımız yanışları yeniden yapmamamızı temin edecek bir Maveaünnehir hikayesi yazmak zorundayım. Çokta kolay olmayacağını bilsem de adeta çağlar öncesinden, uzak diyarlardan haber getiren bir ulak gibi Büyük Asya'dan Küçük Asya'ya haber getirmenin bilinci ile yazmak zorundayım. Sanki ilkmiş gibi, sanki o diyarlardan ilk defa bir haber geliyormuş gibi, sanki uzun zamandır beklenen bir mektup gibi, zarfın içinden mazruf çıkarken daha şöyle Buhara kokusu sinmiş haberler ulaştırmak istiyorum. Büyük hasret, benim bu mütevazı gayretimle bitsin diye, Asya yine buluşsun, Ümmeti İslam yine ve en güçlü hali ile bir araya gelsin arzu ve duasıyla yazıyorum. Evet, Buhara'da başlayacağım bu cümleler Anadolu'da devam edecek. Zaten bizim hikayemizde tam böyle değil mi? Maveraünnehir'de başlattığımız hikayemiz bugün Konya'da, İstanbul'da, Saraybosna'da, Şam, Kahire, Laçin, Şuşa, Bakü, Halep, Bağdat, Üsküp'te devam etmiyor mu? O halde gücüm yettiğince dünün, bugünün ve geleceğin hikayesini yazmaya çalışmalıyım.

Türkistan Bizim İstiklal Hikayemizin Mütemmim Bir Cüzüdür

Türkistan bizim istiklal hikayemizin de bir parçasıdır. Asya'dan başlattığımız maddi ve manevi göçümüz ile her dokunduğumuz coğrafyada yeni ve fetih ve oluşumlar gerçekleştirdik. İnsanlığın, numune olarak gösterdiği devlet deneyimlerimiz kendi hikayemiz kadar evrensel insan uygarlığının da bir hikayesi. Siyaset tarihi yanında ilmin tarihi de milletimiz olmadan eksik kalır. Her yeni coğrafya ile diğerini eskitemeyiz, her dokunduğumuz coğrafya bizim hikayemizin yaşandığı her toprak, dokunduğumuz her millet, kültür ve topluluk bizim bir parçamızdır. Bu eşsiz tarih yürüyüşü sadece milletimize has bir özelliği de beraberinde getirmektedir. Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun bir mazlumun derdi ile hemhal oma hali bu eşsiz hikayenin bize bahşettiği hasbi ve sosyal bir servet ve sermayedir. Bugün Kafkasya ne kadar farklı devletlerin toprağı olsa da, Filistin nasıl başka bir devlet olsa da Buhara, Semerkant, Kaşgar ve Urumçi dertlendiğinde acı çekmek bizim millet vasfımızdır. Oralarda kurulmuş kardeş topluluk ve devletler iyi ise bizde iyiyiz, onlar rahatsa biz rahatız. Bu durum standart diplomasi ve ülkeler arası ilişkinin oldukça dışında olan, yaşanmışlığın ve büyük medeniyet olmanın doğal bir sonucudur. Bu sebeple bizim İstiklal algımız medeniyet coğrafyamızın istiklali ile bir bütündür. İstiklal algımız, Misakı Milli sınırlarını aşar ve Pamir'den, Hindikuşa ve Tanrı Dağlarına kadar dayanır. Bu telakki bizi terbiye eden bir yüksek ve sorumluluk duygusu ile ahlaklanmayı zorunlu kılar. İşte İstiklal yılımız da Türkistan'ın kalbine yaptığımız ziyaret bu derin anlamları da içermektedir.

Bir Zuhuratla Maveraünnehir'in Kalbine Doğru

Aralık ayının son günlerinde bir içki firması, içki kutusunun üzerine Taha En-Nehriye ait olan Nehri Dergahının resmini basarak büyük bir adapsızlık yaptı. Küresel ölçekli bir ticari kuruluş halkın değerlerini ve dini hassasiyetlerini aşağılama anlamı taşıyan bu çılgın ölçüsüzlüğü nasıl ve neden yapmıştı? Bu türden bir davranış sadece dikkatsizlikle açıklanamaz. Bu davranışın arka planında mutlaka bir amaç olmalıydı. Bu konunun üzerine gittikçe enteresan malumatlara ulaştım. Her şeyden önce Halidi Nakşibendi geleneğinin Anadolu yurdundaki en önemli dergahlardan birinin Nehri Dergahı olduğunu ve Osmanlı hilafet merkezi ile bil istişare hassas görevler üstlendiğini, dergah mensuplarının Rus- Osmanlı savaşı, İngiliz- Osmanlı savaşı ve Siyonist saldırılarında Osmanlı Devlet ile birlikte hareket eden hassas misyon sahibi bir müessese olduğunu yazdım. Her bölgede Tuborg olarak teşkilatlanan Carlsberg firmasının, Tuborg'daki 95.6 hissesini İsrailli Central Bottling Company isimli Siyonist şirkete sattığını tespit ettim. Yani ülkemizin temel bir değeri olan Nehri Dergahının resmini bira kutusuna basan bir Siyonist şirketti. Bölgede Sykes-Picot'tan itibaren terör estiren Siyonizm önündeki en büyük engellerden biri olan Nehri Dergahını yıllar sonra bu şekilde kendince cezalandırmıştı. İsrailli bir firmanın dini nosyona sahip bir müesseseyi bira kutusuna basması rastgele yapılmış bir hata değildir. Bu organize bir sürecin parçasıdır. İşte tamda bu konuyu bütün mevzilerde yazdığım günün akşamında bir telefon aldım, Buhara'ya gidiyorsun dediler. Ben inanıyorum ki, Halidi Nakşi bir dergah olan Nehri Dergahının izzetini korumaya yönelik bu gayretim neticesinde bir zuhurat olmuş ve nimetlendirilmiştim. Bunun için Allaha Hamd ederim.

Şubat ayının 10'unda Özbekistan Hükümetinin bir programı vesilesi ile davet aldık. İçeriği Kurtuba Tur, Özbekistan Hava Yolları ve Asia Lux firmaları tarafından yapılandırılmak üzere Özbekistan'ın tarihi lokasyonları başta olmak üzere ziyaret ve kurumsal temas ve toplantılardan müteşekkil bir program. Özbekistan Hükümeti'nin tanıtım ve etkileşim amaçlı olarak planladığı programa; aydınlar, fikir adamları, Kamu ve Kültür Diplomasisi alanında çalışmalar yapan entelektüeller, insani diplomasi çalışması yapan STK'lar, gazeteci, blooger ve youtuber'lar davet edildi. Bizde Başkanlık Müşaviri olarak hizmet verdiğimiz Cansuyu Derneği, icrasında görev yaptığımız Sebilürreşad Dergisi ve Derneği, , Başkanlığını yaptığımız USSAP ve yazar olarak katkı verdiğimiz Muslimport ve Milim Analiz adına katılım sağladık.

Uzun zamandır kendisini dünyaya kapatan Özbekistan'ın bu hamlesini gerçekten değerli buluyorum. Yazının ilerleyen kısımlarında ayrıntılı olarak paylaşacağım çok önemli çalışmalar ve üstün bir gayreti gördüğüm Özbek Hükümeti'nin bu tavrını gerçekten başarılı ve profesyonel buldum. Özbek hükümeti kendisini siyasi ve politik nedenlerle yirmi yılı aşkın zamandır kapatmış durumda idi. Kısaca Özbekistan ile yakın zamanda yaşanılan hassas süreçten biraz bahsetmek istiyorum.

Özbekistan'ın Kayıp Yılları

Özbekistan Hükümeti İstiklalini kazanmasının ardından ülkemiz ve dünya ile bir etkileşim içine girmiştir. Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde Özbekistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuş, 4 Mart 1992 tarihinde ise iki ülke arasında diplomatik ilişkiler tesis edilmiştir. İlişkilerin hukuki temelini oluşturmak amacıyla bu ülke ile 100'ün üzerinde ikili anlaşma ve protokol imzalanmış, karşılıklı çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleştirilmiştir. Ekonomik alanda başlayan çok boyutlu etkileşim hızla farklı alanlara yayılmışsa da kısa bir zaman sonra bu süreç durağan bir iklimin içine girmiştir. Kısa bir zaman sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov tarafından alınan bir kararla Türkiye başta olmak üzere bazı ülkelerle olan ilişkiler kontrollü bir şekilde sınırlandırılmıştır. Henüz İkili Kültür Anlaşmaları karşılıklı tekamül etmiş olan Türkiye ve Özbekistan arasındaki ilişkiler böylece sınırlandırılmış oldu. Özbekistan'da yaşanan siyasal ve toplumsal olayların ardından Özbek muhalefet liderlerinin ülkemize gelmesi ve İslam Kerimov'un kendisine yapıldığını öne sürdüğü suikasttan Türkiye'yi sorumlu tutması, muhalif isimlerin Türkiye'de barındırılması gibi yaklaşımlar sebebi ile Asya'daki en kritik iki dost ülkenin ilişkileri siyasi nedenlerle sınırlandırılmış oldu. Türkiye'nin Kamu kurumları başta olmak üzere, sivil girişimleri de bu süreçten doğrudan etkilenmiş oldular. 90'lı yılların hemen başında ortaya çıkan siyasi iklim ve bunun yarattığı diplomatik travmadan en çok Türkiye ve Özbekistan etkilenmiş oldu. Aslında bu sürecin birkaç önemli avantajı olduğunu da ifade etmek lazım. Bu tahdit ile Marjinal ve diyalogcu yapılarda bölgeden kovulduğu için bölgede etkinlik kuramamış oldular. Birde kapalı siyaset Özbek toplumunun temiz ve makul bir sosyolojiye sahip olmasına sebep olmuş oldu. Tabii Özbekistan için en zor ve maliyet getiren konulardan biri Demokratikleşme sürecinin hırpalanması olarak algılanan bu kapalı dönem nedeniyle tüm dünyada olumsuz bir algının oluşması oldu.

Özbekistan'da Açılım Süreci ve Yeni Siyaset

Ülkenin yeni Cumhurbaşkanı Şevket Miramanoviç Mirziyoyev 4 Aralık 2016'da göreve gelmesi ile birlikte ülkesini hızla dış dünya' ya açma gayreti içine girerek pek çok ülkeye ziyaret gerçekleştirmiştir. Son dönemde, Özbekistan ile ikili ilişkilerimizde büyük bir atılım yaşanmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımız 17-18 Kasım 2016 tarihlerinde Özbekistan'ı ziyaret etmiş, Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev ise 25 Ekim 2017 tarihinde ülkemize resmi ziyarette bulunmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız, 29 Nisan-1 Mayıs 2018 tarihlerinde Özbekistan'a devlet ziyareti gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret çerçevesinde, ülkemizle Özbekistan arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) kurulması hususuna yer veren bir Ortak Açıklama da dahil olmak üzere, çeşitli alanlarda daha önce hitama erdirilenlere ek olarak 25 belge imzalanmıştır. Hızla başlayan bu süreç Özbekistan için oldukça umut verici bir süreçtir.

Sn. Mirziyoyev büyük bir gayret içinde etrafındaki komşu ülkelerle ilişkilerini geliştirme çabası içine girmiştir. Ülkenin tarihi İpekyolu üzerinde oynadığı rolün tekrar dünya kamuoyunun gündemine sunulması için bir büyük gayretin olduğu gözlenmiştir. Tarihi ve hassas rolünü kazanmaya yönelik bir çabanın olduğu ortadadır.

Heyet olarak yaptığımız bu ziyarette Özbekistan'ın tanıtımı konusundaki gayretin bir ürünü olarak ele alınmalıdır. Sn. Mirziyoyev ülkesinin gecikmelerini telafi yönünde büyük bir gayret içinde. Ümit ediyorum ki, ülkesinde ortaya koyduğu bu gayret sosyal, siyasal ve demokratikleşme serüveninde de kendini hissettirir ve tüm dünyada oluşmuş olan olumsuz algı hızla dağılır. Aynı zamanda tüm dünya'daki yaygın antidemokratik görünüm konusunda da adımlar atılır. Zira Özbekistan'a yönelik algı ve profili en fazla örseleyen unsurlardan biri maalesef antidemokratik görünümü. Ben bu konuda da Mirziyoyev'in oldukça kritik ve ülkesinin menfaati için önemli adımlar atacağını düşünüyorum.

Zira Özbekistan bulunduğu lokasyon, tarihte aldığı rol itibariyle Asya'nın kalbindeki en önemli ülkelerin başında geliyor. 33 milyonluk nüfusu ile Özbekistan sahip olduğu potansiyellerle çok önemli bir ülke. Özbekistan ekonomisi; pamuk, altın, uranyum ve doğal gaz dahil olmak üzere ağırlıklı olarak metal üretimine dayanıyor. Amuderya ve Siriderya nehirlerinin arasında bulunan Özbekistan'ın toprakları da oldukça verimlidir. Bu sebeple Sovyet zulmü döneminde de bölge tarım Kolhoz ve Sovhozlarına dönüştürülmüştür. Uzun yıllar boyunca bölgenin ekonomik imkanları ve insan kaynağı gücü Sovyetler tarafında istismar edilerek sosyalist tekel sağlanmıştır. Tarım Kolhozlarında oluşturulan yüksek kota baskısı ile üretilen kaynak Moskova'nın güçlenmesi için kullanılmıştır. 20 Haziran 1990'da egemenliğini, 1 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan eden Özbekistan o günden bugüne kendi bağımsızlığı ve halkı için gayret ortaya koymuştur. 90'lı yılların başında kendini kapatan Özbek siyaseti dünya'dan kendisini adeta soyutlamıştır. Bu soyutlamanın gözlemlerimize dayanarak en önemli avantajının halkın yozlaşmaması olduğunu söylemek mümkündür. Munis, iyi niyetli ve temiz bir tabiata sahip olan halkının kadirşinas ve ikramkar tavrı çok dikkat çekicidir. Özellikle Türkiye'ye ve Türk insanına duyduğu saygı ve muhabbet oldukça değerlidir. Bu yeni açılım sürecinin ülkemiz açısından çok dikkatli, teenni içinde sürdürülmesi bizim açımızdan oldukça önemlidir.

90'lı Yıllar Bölge Temsiline Eleştirel Yaklaşım

90'lı yılların başında özgürleşen Orta Asya halkları ile ülkemiz ve milletimiz çok başarılı bir sınav verememiştir. 90'lı yılların başında bölgede ailecek ticaret ve sivil toplum çalışmalarının içinde bulunmamız münasebetiyle bu süreci yakinen tecrübe etme fırsatı bulmuştuk. 70 yıl boyunca ağır bir Sovyet endoktrinasyonuna muhatap olan halklar bir anda özgürleşince sudan çıkmış balığa döndüler. Sadece adlarında kalan İslam adına bir şey bilmeyen halklar neredeyse kültür ve örflerini de unutmuşlardı. Zira din, Sosyalistlerce en büyük afyon olarak sistemin dışına atılmış, kültür ve örfü yaşamak suç olarak kabul edilmeye başlanmıştı. Eski İslam Türkistan'ını çağrıştıracak hiçbir şeye tahammül göstermeyen Sovyet emperyalizmi Türkistan'da çok ağır zulümler yaptılar. Bir kısmı şehit edilen, bir kısmı dünyanın farklı bölgelerine göç eden mazlum Türkistan halkları çok büyük zorluklar çektiler. Kalanlarda en ağır zulümlere muhatap olarak yetmiş yılı bir zulüm hikayesi olarak yaşamak zorunda kaldılar. İşte 90'lı yılların başındaki muhtariyet bu zulümden kurtuluş oldu. Büyük bir şaşkınlık hali yaşayan Orta Asya'nın Müslüman halkları bu süreçte en çok Türkiye'ye ve Türk halkına yakınlaştılar. Kültürel paylaşım başta olmak üzere, sosyal paylaşımlarını ve ticari mesailerinde ülkemize yakın durdular. Fakat bu süreç ülkemiz ve milletimiz tarafından iyi yönetilmediği için maalesef çok kritik hatalar ortaya çıktı. Buyurgan ve üstenci bir bakışla, dayatma etkisi oluşturan diplomasi ve etkileşim maliyet yarattı. Kültürel ve etnik dayatmacı dil başkaca önemli maliyetler yarattı. Ülkemizdeki bir kısım yapıların ve grupların din ve ideoloji adına kendi fikir ve yaklaşımlarının dayatan yaklaşımları, aceleci ve kontrolsüz tutumları da önemli maliyetlere sebep oldu. İlgisiz diplomatlar, zayıf bürokratlar eli ile ortaya çıkan diplomatik sorunlara, kontrolsüz ve aceleci tüccarların eklenmesi ile Orta Asya'da trajik bir sürecin içine doğru savrulmuş olduk. Müslüman ve kardeş olarak algılandığımız Ortaasya'da yarattığımız tahribat ve olumsuz etkilerle kötü bir imajın oluşmasına sebep olduk. İş dünyası ve bölgedeki yatırım süreçlerinde zayıf insan kaynağının sebep olduğu olumsuz manzaralar kötü bir Türkiye ve Türk imajı oluşmasına sebep oldu. Yapılan iyi, makul işler bu olumsuzlukları örtmeye yeterli olacak nitelikte, yaygın ve güçlü olmadığı için önümüzde büyük bir enkaz olduğunun farkında olmalı ve bundan sonraki bölgesel çalışmalarda çok dikkatli olmak zorundayız.

Yeni ve Makul Bir Orta Asya Stratejisinin İp Uçları

İşte Özbekistan'ın bugün önümüze açtığı süreç bu deneyimleri gözümüzün önüne alarak yeni ve yaygın bir etkileşim dili ve stratejiyi zorunlu kılıyor. Bölgede örselenmiş Türk ve Türkiye imajını tutup yerden kaldırmak zorundayız. Özbekistan'da henüz fazlaca örselenmemiş olan imajımızı koruyarak her alanda güçlü yatırımlar ve alanlar oluşturabiliriz. Özbekistan Hükümeti, daralan ekonomik alanlarını açmaya yönelik bir çaba içerisinde ve bu konuda Türkiye'den çok önemli beklentileri var. Bazı destek formülleri konusunda da istekli olan Özbek hükümeti özellikle Kültürel tabanlı bir etkileşim ve Turizm'i kurtarıcı süreç olarak okuyor. Buhara, Semerkand, Hiva, Harezm ve Taşkent gibi millet ve din tarihimizdeki müstesna yerlere bütün dünya halklarını davet ediyor. Sn. Mirziyoyev'in bu açılımcı tavrını büyük bir takdir ile karşılıyorum. Bunu bir davet olarak algılayarak bölgeye milletimizin ve Müslüman halkların ziyaretini çok önemli buluyorum. Fiziki etkileşim beraberinde pek çok yeni imkanın kapısını inşallah açacaktır. Farklı sektörlerde ortaya çıkacak etkileşim bereketlere vesile olacaktır. Ülkemiz açısından en hassas nokta geçmişte yapılan hataların tekrar edilmemesi, salt ticari kazanımlarla kardeş halkların algılarının örselenmemesine çok dikkat edilmemelidir. Temsil ve standartlar etrafında bölgede bulunmayı temin edecek bir yaklaşımla hareket edilmeli, ilgili devlet birimleri ve Özbek tarafının ortak çalışmaları ile iki ülke ve millet ilişkilerini örselemeye yönelik her tutum kontrol altında tutulmalıdır. Bu bize verilmiş ikinci bir fırsattır. Türkistan'a doğru kapıdan, teenni ve edep içerisinde giren herkesin nasibi vardır. Bu buluşma bizi her açıdan kendi öz ve gerçeğimizle buluşturacak bir fırsattır.

Sonuç Yerine……

'Daha Konuşacak Çok Başlığımız Var'

İnşallah bu sürece hizmet edecek bir yazı serisi ile konuyu tüm boyutları ile bir süre daha gündemde tutmak istiyorum. Farklı sosyal ve ideolojik evrenlerden konuya bakan herkesi düşündürerek, makul ve herkes tarafından kabul edilebilir bir Orta Asya ve Türkistan algısı oluşturmaya gayret edeceğim. Zira bir zamandır farklı öncelikler temelinde ihmal ettiğimiz bu coğrafya ile tekrar buluşmak çok önemli. Bölgede çalışma yaptığını düşündüğümüz yapıların başka amaçlara hizmet eden ve maliyet yaratan çalışmalarının yerine İslami ve milli hassasiyetleri koruyan, gücünü din ve tarih bilincinden alan yeni bir buluşmaya ihtiyacımız var. Unutulmamalı ki Türkistan ve Orta Asya'nın Müslüman halkları Ümmet halkasının en müstesna noktasıdır.

Tüm gayretimiz İslam'ın en müstesna bölgesi olan Türkistan'ın kalbi olan Buhara ve Semerkant'a hizmet etmektir. Buhara'ya ve Semerkant'a hizmet etmek İmam-ı Buhari ve İmam-ı Maturidi'ye, Bahaddin Nakşibendi hazretlerine hizmet etmek, İbni Sina'ya, Uluğ Bey'e, Ali Şir Nevai'ye dolayısıyla Allah'ın dinine hizmet edenlere ve Allaha hizmet etmektir. Allah dininde hizmetkar olanları nimetlendirir ve yüceltir.