16. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan sömürgecilik 18 ve 19. Yüzyılda Afrika’da tahammül edilmez boyutlara ulaşmıştır. Batılı ülkeler tarafından Asya, Afrika ve Güney Amerika’da vahşi boyutlara ulaşan sömürgecilik hareketi için Güney Afrika kritik bir ülkedir. Okyanusa kıyısı olan tüm ülkeler Batılı sömürgecilerin zulmünden daha fazla etkilenmişlerdir.

Ümit Burnu üzerinden köle ve mamul ticareti yapan sömürgeciler için Güney Afrika özelikle bir köle piyasası olarak değer kazanmıştır. Afrika’nın iç kısımlarından getirdikleri insanları okyanus kıyısındaki limanlarda satanlar sonraki dönemlerde ülkeleri kendi aralarında bölüşme yoluna gitmişlerdir. Güney Afrika’yı ayrıca değerli kılan özelliklerinden biri de yer altı ve yer üstü değerlerinin fazlalığı olmuştur.

Güney Afrika’da Kavganın Sebebi Madenlerdir….

Yeraltı madenleri açısından oldukça zengin bir ülke olan Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ihracat gelirlerinin %50'sini bugün bile hala madenler oluşturmaktadır. Ülke gerçekleştirdiği krom ihracatı ile dünya genelinde gerçekleştirilen krom ihracatının %44'ünü tek başına sağlamaktadır. Bunun yanında platin, vanadyum ve mangan ihracatı da ülke ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Ülkede yeraltı madeni olarak bulunan diğer madenler ise altın, elmas, kömür, demir cevheri, nikel, titanyum, antimon ve paladyum olarak tanımlanabilir. Bu düzeydeki maden alt yapısı nedeniyle Hollanda ve İngiliz sömürü şirketleri arasında paylaşılamamıştır. Her sömürgecinin sömürme biçimindeki farklılıklar nedeniyle iki sömürgeci yapı tarafından fazlaca örselendiği bilinen bir gerçektir.


Beyaz’ın Beyaz’dan Kıskandığı Güney Afrika’da Yeni Beyaz Afrikanizmi

1867'de elmasın, 1886 yılında da altının bölgede bulunması ile ticari açıdan önem kazanan bölgeye Avrupa kıtasından büyük bir göç dalgası olmuştur. Bu göç dalgası yerli halkın daha da ayrımcılığı uğramasına ve sömürü altında yaşamasına sebebiyet vermiştir. Özellikle İngiltere, Hollanda, Almanya ve diğer batılı ülkelerden altına ve elmasa büyük bir hücum gerçekleşmiştir. Bu türden bir beyaz insan çeşitliliği bölgenin sahip olduğu imkânlarınında etkisi ile kendisini bu coğrafyanın mutlak sahibi olarak hissetmeye başlamıştır. Bölgedeki kaynakların tek başına sahibi olma arzusu ile kendi beyaz ırkından da bölgeyi kıskanacak yeni bir ulusal tarifin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ulusal Parti etrafında kümelenen yeni ırkçı beyaz insan tipinin Ana kıta Avrupa evreninden kopması ile bölgede yeni ve bölgesel bir zulüm nizamının adı konmuştur. Bu süreci Avrupa ve Amerikan halklarının paylaşım konusundaki çatışması olarak algılamak yanlış olmaz. Soğuk Savaş süreci de buna doğal bir zemin hazırlamıştır.

Modern Sömürgecilik ve Kirli Sınıfçılık ‘Apartheid Zulmü’

Güney Afrika’yı diğer ülke ve bölgelerden ayıran süreç Apertheid rejimidir. Ulusal Parti öncülüğünde Apartheid politikalar otoriter bir şekilde uygulamaya konulmuştur. Bu politikalar doğrultusunda ülkede sistematik olarak iki sınıflı, birçok kişinin haklarını kısıtlayan bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Beyazların birinci sınıf, Afrikalı ve Asyalıların ise ikinci sınıf ilan edildiği yüz kızartıcı bir düzen ortaya çıkmıştır. Bu zulüm düzeninin adı Apertheid Rejimidir.

Bölgedeki madenlerin de etkisi ile 60’lı yıllarda büyük bir refah artışının oluştuğu ve bu refahın sadece beyazlar arasında dağıtıldığı görülecektir. Artan ayrımcılık karşısında karşı bir mücadelenin oluştuğu da söylenmelidir. Bu mücadele tüm etnik gruplarca desteklenmiş ve mücadele temelinde farklı etnik, dinsel ve toplumsal gruplar bir araya gelerek Apertheid zulme karşı birlikte mücadele vermişlerdir. Zira Apertheid rejim (colord) renkli olarak tasnif ettiği Asya’lı toplumları da aynı şekilde ikinci sınıf insan olarak algılama eğilimi içine girmiştir.


Özellikle Müslümanlar bu mücadelenin en aktif tarafı olmuş ve mücadeleyi siyahilerle birlikte taşımışlardır. Apertheid zulmü 1990’lı yılların başına kadar devam etmiştir. Bu sürecin artık devam edebilme imkânının ortadan kalktığı bir dönemde insanlığın gündemine Nelson Mandela girmiştir. Apertheid ile mücadele konusunda pek çok isim arasından öne çıkan Mandela, cezaevinden çıkmasının ardından hızla bir siyasi süreç ortaya konmuş ve bir siyasi kahramana dönmüştür. Tartışmasız mücadele içinden gelen bir insan olmakla birlikte sürecin İngilizler eliyle ve kolayca yürütülen bir operasyon olup olmadığı hala tartışmalı bir süreçtir. Bunu irdeleyebilmek için Mandela’nın yaşamı ve mücadelesine biraz yoğunlaşmakta fayda var.

Mabida ‘ Beklenen Kahraman’

Güney Afrika’da en çok dikkatimizi çeken şeylerden biri Mandela’ya ait görsel ve resimler. Her taraftalar ve rengârenk bir hayal kahramanı gibi ve kafanızı kaldırdığınız her yerde. Bir kahramandan çok bir hayal kahramanı ya da biz çizgi sinema kahramanı gibi.

Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba. 1918 doğumlu Güney Afrikalı lider artık tüm dünya tarafından tanınan bir isim. Tembu kabilesinde, kabile şefinin oğlu olarak doğan Mandela, hukuk eğitimi görmüştür. Johannesburg'ta yaşarken sömürgecilik karşıtı hareketi benimsemiş ve Afrika Ulusal Konseyi ANC'ye katılarak bu partinin gençlik kolunun kurucu üyesi olmuştur. Ulusal Parti tarafından 1948 yılında uygulamaya konulan Apartheid düzene karşı başkaldırmıştır. Sosyalist bir fikre de sahip olan Mandela Apartheid karşıtı mücadelenin içinde avukat ve mücadele adamı olarak etkin görevlerde bulunmuş ve 1962 yılında tutuklanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Mandela cezasını önce Robben Adası'nda daha sonra Pollsmoor Hapishanesinde çekmiştir. Hapishaneden çıkmasının ardından 1994 seçimlerinde devlet Başkanı olarak seçilerek yeni bir anayasanın oluşturulmasını sağlamıştır. Toprak reformu, yoksullukla mücadele, sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerinin araştırılması için bir izleme birimi oluşturmuştur. Kendi arzusu ile çekilen Mandela daha sonra ulusal lider olarak hayır işlerinde görev alarak, 2013 yılında ölmüştür.

Mandela’nın bir mücadele adamı olduğunda hiç şüphe yoktur. Şüphe yaratan konu 1994’te ortaya çıkan sürece yöneliktir. Hiçbir beyazın yaptığı zulümlerden yargılanmadığı, İnterpol marifetiyle hiçbir küresel takibin yapılmadığı ve adeta hiçbir tanımlı suçlunun olmadığı ve herhangi bir ülke hakkında bir bühtan ve sorgulamanın yapılmadığı kolay bir geçiş süreci adeta hazırlanmış gibidir. Bazı Batı devletleri, Amerikan yönetimi ve Amerika’daki şirketler de Güney Afrika’daki Apertheid rejime sert yaptırımlar uygulamaya başlamışlardı. Uluslararası kamuoyu Nelson Mandela’nın ve diğer siyasi aktörlerin koşulsuz serbest bırakılmaları konusunda diretmiştir. Amerika ve Avrupa Apartheid rejimini yıkmak için Mandela’ya destek vermekten geri durmamışlardır. Bu durum ABD başta Batılı ülkelerin adalet ve insan haklarına duydukları saygıyla açıklanacak bir sonuç değildir.

Klasik sömürge modelinin yerine yeni modellerin tartışıldığı bir dönemde küresel sömürge unsurlarının Afrika’dan ve Güney Afrika’dan çekilmediği de ortadadır. Sakin, sessiz ve kitlelerin isyan haykırışlarını stabil kılmaya yönelik rahat bir geçiş süreci oluşmuştur. Bölgede beyazlar eliyle oluşan rejimin Avrupa siyaset gövdesinden kopuk hareket ettiği sürecin küçük diyeti taraflara ödenmiş olmalıdır. Güney Afrika üzerine hesapların henüz bitmediği kesindir. Bugüne yönelik okumalar ve bölgedeki gözlem ve görüşmelerimizde bize bu süreci anlama konusunda özgün fırsatlar sunmuştur.

Bunlardan ilki ülkede adeta planlı bir şekilde bitirilmeyen şiddet ve güvenlik sorunudur. Yüksek refah düzeyine sahip bir ülkede bu türden bir güvensizlik ikliminin ortadan kaldırılmaması belli şüpheleri derinleştirmektedir. Siyahilere teslim edilen bir ülkenin refahı ve ticari gövdesi ile uyumlu hali herkes için bir cazibe etkisi yaratacağından cazibe kontrol altında tutulmalıdır. Başka millet ve toplumlar kendini çok da rahat hissetmemelidir. Bunun gerektirdiği endişe Güney Afrika sokaklarında canlı tutulmaktadır.

Bir başka küresel stratejinin ülke yansıması ise, siyahi ulusal hareketlerin Apertheid yaklaşımları aratmayacak karşı ırkçı hareketlerine uluslararası müsamahadır. Bazen kontrolden çıkan bu ırkçı şovenizm tersten siyahi bir Apertheid görünüm ortaya koymaktadır. İstenerek bıçak sırtı bir toplumsal sistem oluşturulmuştur. Bu durum kendini hissettiren bir küresel denge siyasetidir. Güney Afrika toplumu bıçak sırtı bir gergin vaziyette tutulmaktadır.


Photo: İMÖ (İmam Abdullah Harun’un Kolu / Apartheid Museum)

(*) USSAP (Uluslararası Siyasal, Sosyal Araştırmalar Platformu) Başkanı İsmail Mansur Özdemir'in Güney Afrika seyahati ile kaleme aldığı 'Afrika'dan Ümmet Notları' yazı dizisi devam edecektir.