Afrika kıtasında bağımsızlık sonrasındaki demokrasi denemeleri askeri müdahaleler, darbeler, dış müdahaleler gibi sebeplerle kesintiye uğramıştır. Çoğunlukla sömürgeci ülkelerin mirası olan Afrika’ya özgü demokrasi modeli, genellikle ordu gücünü arkasına alan askeri veya sivil liderin muhaliflere karşı güç tehdidi veya doğrudan müdahalesi ile ilerlemek zorunda kalmıştır. Bunun en doğal sonucu da uzun süren iktidarlar ve yürümekte zorlanmasına rağmen koltuğunu bırakmak istemeyen liderlerdir.

Ömür boyu liderlik fenomeninin sağlanması için kimi zaman anayasalarda belirlenen seçim yasalarının değiştirilmesi kimi zaman ise farklı ülkelerin dolaylı yardımları kullanılmıştır. Bu problemin asıl nedeni, bağımsızlık sonrasında birçok ülkenin gücün dönüşümü ve paylaşımı konularında yaşadığı sıkıntılardır. Bazı ülkelerde kanlı geçen bağımsızlık mücadelesi bazı ülkelerde daha sakin bir geçiş şeklinde olmuştur. Bu mücadelelerin halk önderleri olan liderler ise bağımsızlık sonrasında da lider olmaya talip olmuşlardır. Bu istekleri haklı nedenlere dayansa da daha sonrasında iktidarın paylaşımı hususunda yaşanan sıkıntıların başlamasına da neden olmuştur. Kıtada bugün babadan oğula geçen iktidarlar, kurucu kadroların kendi aralarında olan değişimler, ordu gücü ile alınan iktidarları görmek mümkün. Hiç mi şeffaf seçimler yoluyla değişen iktidar yok derseniz, elbette var. Çeşitli demokrasi indekslerini incelediğinizde Botswana, Senegal, Zambia, Mauritius gibi daha pek çok ülke sayılabilir. Farklı demokrasi kriterlerine göre oluşturulan bu listelere ulaşmak kolay. Ancak uzun süreli iktidarlar Afrika’nın belli bölümlerinin değişmez gerçeği.

Gabon’da Omar Bongo iktidarı 41 yılı gördü. Ekvatoryal Gine’de Mbasogo 41 (devam), Angola’da dos Santos 38, Togo’da Eyadema 37 yıl görevde kaldı. 2017 yılında iktidardan uzaklaştırılan Mugabe de bu örneklerden biriydi. Uganda’da tartışılan Yoweri Museveni 33 yıldır ülkenin başında. Kamerun’da Biya iktidarının 38. yılına girildi. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Göreve gelen liderlerin gidişi kabullenmeleri her zaman kolay olmayabiliyor. Gambia’da Jammeh, bunun örneklerinden. Jammeh seçimi kaybetmesine rağmen koltuğu bırakmamaya karar verince ülkede çıkan krizin üzerinden çok geçmedi. Zimbabve’de Mugabe’nin gidişinde olduğu gibi muhaliflerin askerleri iktidara gelmek için kullandığı ülkeler de var. Afrika Birliği’nin yaptırımlar tehdidi vasıtasıyla bazı ülkelerdeki bu tip askeri müdahaleleri önlediği bilinmekte ancak dış destekli bu tip girişimlerde dışarıdan verilen kredi ve yardım sözleri Afrika Birliği’ni de devre dışı bırakabiliyor.

İnsan hakları ihlalleri, sansür gibi uygulamaların neden olduğu baskı bazı durumlarda patlak verebiliyor. Ancak bugün demokrasi narası atan, Batı müttefiklerinin Afrika’daki bu rejimlere destek verdiği ortada. Kıtadaki terör örgütleri ile mücadele kapsamında bu ülkelerin Afrika’daki uzun süreli iktidarlarla iyi geçinmesi sahada bilinen bir durum. Ayrıca bu mücadeleler kapsamında, bu liderlerin cömert askeri harcamalarının önemli bir kısmının kendilerine destek veren ülkelere gitmesi başka bir meşruiyet vesilesi olarak karşımıza çıkıyor.


Çalışma yaptığımız ülkelerde genelde gördüğümüz sorun liderlik koltuğunda bulunanların dış yardımlar sayesinde iktidarlarını sağlamlaştırdıkları ve kendi yönetimlerine yönelik herhangi bir tehditte bu yardımlara sarılmalarıdır. Müttefik ülkeler tarafından sağlanan askeri teçhizatlar, teknolojik ekipmanlar, teknik destekler muhalefete karşı kolayca kullanılabilmekte ve iktidara yönelik tehdit görülen olaylar başlamadan bastırılabilmektedir. Müttefiklerden kastı yalnızca ABD ve Avrupa ülkeleri olarak anlamamak gerekiyor. Çin ve Hindistan’ın Afrika’da giderek artan önemi, bazı ülkelerin liderlerini cezbetmekte ve yeni müttefik ilişkilerine dönüşmektedir. Özellikle insan hakları ve sansür alanında Çin’deki yasaların örnek alınması, bu durumun örneklerinden olmaktadır. Zimbabve’de önceki lider Mugabe döneminde yüz tanıma sistemlerinin oluşturulması, Doğu Afrika’nın bazı ülkelerinde internete yönelik kısıtlamaların getirilmesi aslında daha önce silahlar yardımıyla yapılan baskı metotlarının yerini bugünün yöntemlerine bıraktığını gösteriyor.

Aslında asıl odaklanılması gereken nokta iktidarların süreleri de değil. Otuz yıllık bir yönetimin işlerin tamamını yanlış yapacağı veya baskıcı metotlara mutlaka yöneleceği gibi bir varsayımdan yola çıkarak eleştiri yapmak doğru olmaz. Fakat özellikle Afrika’da uzun süredir yöneten liderlerin kendilerinden sonra gelecek isme kadar belirleyici olduğu bir yapının şeffaf olarak adlandırılması da mümkün değildir. Kaldı ki birçok seçimden sonra yaşanan tartışmalar ve gösteriler, yüzde doksanların üzerinde oranlara seçim kazanan liderler ve sonrasında uygulamaya konan tartışmalı kanunlar otoriter ve totaliter rejimlerin oluşmasına fırsat veriyor.

Uzun süreli iktidarların olduğu ülkelerde yönetim kavramının yönetişime evrilme gerekliliği, bu geçişin sözde özgürlük yanlısı müttefiklerin ve yayılmacı Asya’nın dış yardımları ile değil, Afrika halklarının kendi özgür iradeleri ve yönetim sürecine katılmaları ile olabileceği açıktır. Afrikalı liderlerin, bürokratların gerçekten ülkelerine karşı görevlerini yerine getirecek eylemlerde bulunmalarının koltuklarından daha kıymetli olduğunu bilmeleri, halkın refahına doğrudan katkıda bulunabilir.