Muslim Port Haber Merkezi | Büşra Zehra Çamdalı
Bu durum, gazetecilere ve medya kuruluşlarına yönelik yaygın bir saldırganlığı, onları boyunduruk altına almaya çalışmayı ve direnişi destekleyen ve işgal devletinin suçlarını öne çıkaran sesi susturmayı da kapsıyor. Bu sayede “İsrail” duygusal düzeyde de olsa “farkındalığı ortadan kaldırmaya” yani basitçe; katliamların konuşulabileceği, kader birliğinin ifade edilebileceği, Gazze’de kuşatma altındaki ve hedef alınan insanlarla özdeşleşip onlara “sözle dahi” destek olunabilecek her türlü alanı bastırmaya çalışıyor.
İsrail, insanların Batı Şeria’da “yaşamaya” devam etmelerini, kişisel hayatlarıyla meşgul olmalarını istiyor ve onları, tüm gücüyle, halkının geri kazanmak için mücadele ettiği Filistin’in tamamından uzaklaşmaya zorluyor. Batılı söylemlerdeki ve medyadaki etkili sesi yok etmeye çalışmasının yanı sıra, Batı Şeria’da, bırakın kamusal medya çalışmalarını, Gazze’deki kardeşlerinin başına gelenler hakkında WhatsApp gruplarında konuşmalarını bile engelleyen bir “korku hali” yaratmayı amaçlıyor.
GAZZELİ GAZETECİLER: HAKİKATİN ŞE(A)HİTLERİ
Gazze’deki gazeteciler ilk hedef alınanlar arasındaydı. İşgal savaş uçakları bugüne kadar 56 kadın ve erkek gazeteciyi öldürdü; bunların bir kısmı gazeteci üniformasıyla görevlerini yaparken, bir kısmı da Alâ Tahir Hasanat ve Ayat Al-Hadura’da olduğu gibi evleri hedef alınarak aileleriyle birlikte kaçarken şehit oldular. Bu durum aynı zamanda katliamları gizlemek ve medyanın savaş sırasında oynayabileceği rolü bozmak için bazı medya ofislerinin hedef alınmasını da içeriyordu. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre Gazze’de her gün bir veya daha fazla gazeteci şehit ediliyor.
Filistin Gazeteciler Sendikası’nın yayınladığı istatistiklere göre Gazze’de onlarca gazeteci evini kaybetti. 45 gazeteci toplam 250 aile üyesini kaybetti, 1.200 gazeteci ise yerinden edildi. 61 medya merkezini de bombalandı. Bombardıman, yakıtın bitmesi, elektrik ve iletişim kesintileri nedeniyle 24 radyo istasyonu kapatıldı. Bu rakamlar minimum rakamlar ve saldırılar devam ettikçe de bu sayı artıyor.
Gazeteci şehitleri arasında yaklaşık bir hafta önce bir video klip yayınlayan gazeteci Sari Mansur da var: “Tehditkar bir tutumla Filistin içeriklerinin defalarca silinmesine maruz kalıyoruz. Sizden beklenen tek şey, Gazze halkının azmine ve fedakarlığına yakışacak şekilde bu hesapları yaymanız ve desteklemenizdir. Böylece sizlere Gazze halkının görüntüsünü seslerini sözlerini ve yaşadıkları acıyı ulaştırabilelim.” İşgal uçakları Mansur’a içeriğinin tüm dünyaya ulaşmasını görme fırsatı vermedi çünkü onu ve meslektaşı Hassuna Salim’i, 18 Kasım’da Gazze Şeridi’nin güneyindeki Bureij mülteci kampında basın zırhlarıyla görevlerinin başındayken hedef alarak şehit ettiler.
Hizbullah ile işgalci İsrail arasında tırmanan olaylara tanık olan Filistin-Lübnan sınırında da durum farklı değil. İşgal devleti kasıtlı olarak gazetecileri hedef alıyor ve onları görevlerinin başındayken bombalıyor. Bunlardan sonuncusu Al-Mayadeen TV muhabiri Farah Omar ve fotoğrafçı Rabii Ammari’nin şehadetiydi. El-Cezire muhabiri Wael Al-Dahdouh,Gazze Şehri’ndeki evlerini hedef alan, eşini ve iki çocuğunu kaybettiğini bombalı saldırının ardından “Sorun değil” diyerek üzüntüsünü bastırdı ve inanılmaz bir şekilde işgal devletinin katliamlarını anlatmaya devam etti. Aynı şekilde gazeteci Mustafa Al-Savaf Facebook’ta şunları paylaştı:
“Allah’a hamd olsun. Evimiz bombalandı ve aralarında annem, babam, iki kardeşim ve onların çocuklarının da bulunduğu 45’ten fazla kişi şehit oldu. Yüzümden yaralandım ve ne yazık ki henüz bana yardım edecek bir doktor bulamadım. Gazze’de hastane yok, doktor bile yok. Her şeye rağmen yayın yapmaya devam ediyoruz.”
BATI ŞERİA: TEHDİTLER, KIŞKIRTMALAR VE TUTUKLAMALAR
Batı Şeria ve Kudüs’te işgal güçleri, savaşın başlangıcından şu ana kadar 30 gazeteciyi esir aldı, bazılarını çeşitli sebepler göstererek “idari gözaltına” aldı, bazılarını ise sosyal medya aracılığıyla “terörizm” olarak adlandırdıkları şeye kışkırtmakla suçladı. Bunlar arasında, askeri mahkemelerde davasının müzakereleri devam ederken zor koşullar altında serbest bırakılan Kudüslü gazeteci Mervat Al-Azza ve Nabluslu gazeteci Sumeyye Jawabra da yer alıyor. İkili, sözde “kışkırtma” suçlamasıyla suçlandı.Telegram’da bir grup yerleşimci tarafından denetlenen “Nazi Avcıları” grubunun, aralarında gazeteci Jawabra’nın da bulunduğu bazı gazetecileri kışkırtarak, işgal güçlerine bu gazetecileri tutuklamaları yönünde çağrıda bulunması da dikkat çekiyor.
Zulme uğrayan gazeteciler arasında ve kocası Muhammed Bedir de vardı. Geçtiğimiz Ekim ayının yirmi dokuzunda işgal ordusu, Ramallah’ın kuzeybatısındaki Beyt Liqya’dan gazeteci Muhammed Bedir’e teslim olması için baskı yapmak amacıyla onun gibi gazeteci olan ve hamileliğinin sekizinci haftasında ola Sujûd Assi’yi tutukladı.. İşgal daha önce de kendisine baskı yapmak amacıyla Bedir’in babasını ve iki erkek kardeşini tutuklamıştı. Sujûd şöyle anlatıyor: “Ordu, polis köpekleriyle evi bastı, ben de 7 yaşındaki kızım Sabah’la birlikte oradaydım. Kadın askerlerden biri, beni bir odaya götürüp sağlık durumumu dikkate almadan şiddetli bir şekilde üzerimi aradı. Daha sonra beni kasabamıza oldukça uzak olan Beyt Sira kontrol noktasına doğru yürüttüler ve tutukladılar.” Aynı gün Muhammed, Sujûd’un serbest bırakılması için teslim olmaya zorlandı ve bu, beşinci tutuklanmasıydı. Sujûd’un söylediğine göre, idari gözetime nakledildiği sondan bir önceki gözaltında yapılan sorgusu gazetecilik çalışmaları etrafında dönüyordu.
BASINDA ÇALIŞMAK YASAKTIR!
İsrail’in basına yönelik kampanyası, bazı medya kuruluşlarının tehdit edilmesini, fiilen yasaklanmasını ve faaliyet göstermesinin engellenmesini içeriyordu. Yaklaşık bir ay önce işgal hükümeti, işgal altındaki Filistin’deki El Cezire kanal ofisinin kapatılmasına izin veren bir kararı onayladı. İsrail gazetesi Haaretz’in aktardığına göre, İsrail Yayın Otoritesi tarafından yapılan açıklamada, “Hükümet, İsrail askerlerini ve vatandaşlarını tehlikeye maruz bıraktığı için El Cezire’nin İsrail’deki faaliyetlerinin kapatılmasına izin verecek acil durum düzenlemelerini onayladı.” Ancak, İşgal Hükümeti Bakanı Binyamin Netanyahu’nun Katar arabuluculuğuna zarar verme korkusuyla kanalın kapatılması kararını engellemesinin ardından El Cezire ofisi kapatılmadı ve kanalın ekibi çalışmalarına Filistin’den devam ediyor.
Al-Mayadeen’e gelince, Mescid-i Aksa Tufanı operasyonu sonrasında işgal devletinin Enformasyon Bakanı’nın olağanüstü hal düzenlemeleri uyarınca “İsrail’in güvenliğine” zarar verdiği iddiasıyla aldığı karar akabinde ,İsrail Güvenlik Konseyi yaklaşık bir hafta önce kanalın faaliyetlerinin durdurulması kararını onayladı. Kararla ilgili olarak Al-Mayadeen Network Yönetim Kurulu Başkanı Ğassan bin Jeddû şu yorumu yaptı: “İşgalci devlet bu kararla Al-Mayadeen’e yeni bir tehdit mesajı gönderdiğine, bu mesajlarla da özgür basına bir mesaj gönderdiğine inanmaktadır. Yayından men edildik. Bu, işgalin, insanları tutuklama, susturma, basın ve ifade özgürlüğüne el koymaya yönelik daimi politikasının bir parçasıdır.”
Bundan önce de işgal ordusu, “G Media” medya şirketi ve “Al-Qastal” haber ağını, “Hamas” hareketine bağlı olduklarını ve yasadışı örgütler olduklarını öne sürerek kapatma kararı vermişti. Ardından G Media yaptığı bir açıklamayla çalışmayı bırakacağını duyurdu ve açıklamasında Filistin hükümetine, hedef alınan gazetecilik organının korunması ve muhafaza edilmesi konusundaki sorumluluklarını yerine getirmesi çağrısında bulundu. Yasaklamanın ardından işgal, teşkilat müdürü Alâ Rimawi’yi tutukladı.
“El-Qastal” ağının çalışanlarından biri ise İşgal Ordusu Bakanı Yoav Galant’ın El-Qastal’dan bahsettiği ve Hamas hareketiyle bağlantılı olduğunu iddia ettiği videoyu izlediğinden ve söz konusu kararı İsrail medyasından duyduğunu belirtti. İki gün sonra da yasaklama kararı çıktı.
Buna paralel olarak sosyal medya siteleri de Filistin içerikleriyle mücadele ediyor. İşgalin suçlarını veya gerilla operasyonlarını yayınlayan ve belgeleyen onlarca sayfayı yasaklamaya devam ediyor. Sada Sosyal Merkezi, geçen Ekim ayında “sosyal medya platformlarında 11.000’den fazla Filistin içeriğinin dijital ihlaline” tanık olunduğunu belirterek, bu ihlallerin “medyayı ve gazetecilik kurumlarını hedef aldığını ve toplam ihlallerin %45’ini oluşturduğunu” belirtti. Medya kuruluşlarının sayfalarının silinerek kısıtlamalara tabi tutulması da buna dahil.
YAYIN DEVAM EDİYOR
“İsrail”in istediği, Filistinlilerin içeriklerini sosyal medyada yayınlamadan önce herhangi bir soruşturma korkusuyla binlerce kez düşünmesini sağlamak. Sosyal medya yönetimi yayınlananlara göz yumsa dahi, İşgal ordusu bunu yaymıyor ve yayıncısını tutuklayıp tehdit ediyor. Mesele artık sadece aktivistlerle ya da sosyal medya hesabı öncüleriyle de sınırlı değil, gazetecilik gerçekliği de bu tehdidin içine dahil oldu. Saldırıları ve suçları kim yayınlıyor, fotoğraflıyor, belgeliyorsa, ya kendisi ve ailesi Gazze Şeridi’nde olduğu gibi bombalanarak öldürülecek ya da tahrik suçundan hatta açık bir suçlama dahi olmadan da tutuklanıp hapse atılacak, dosyası idari gözetime gönderilecek. Veya Batı Şeria ve Kudüs’te olduğu gibi hapis ve para cezasıyla tehdit edilecek.
Sonuç olarak, “İsrail”in Filistin’de basını ve gazetecileri hedef alması yeni değil, ancak “El-Aksa Tufanı” savaşının başlangıcından bu yana mevcut hedef alma giderek daha da tırmandırıcı ve zalim hale geldi. “İsrail”, zaptedilemez olduğunu düşündüğü “kalelerinin” ihlal edildiği “o anın” etkisini tersine çevirmek istiyor. İnsanların ruhuna umut yerine korku ve dehşet ekiyor. O tarihi anı, sözle ve görüntüyle bile olsa yaşatmaya ve ona dair bir şeyler biriktirmeye yönelik her türlü girişimi ve çabayı bastırıyor. Ancak yüksek bir ses bütün bunları bastırıyor ve şöyle diyor: “Yayın devam ediyor.”