George Orwell 1949 yılında yazdığı “1984” adlı romanını hangi ruh haliyle kaleme aldı bilemiyorum ama bugünleri görseydi herhalde hiç şaşırmazdı. Çünkü onun kitabının kısaca özeti demek olan “Büyük Birader Seni İzliyor” ifadesi, bugün hiç olmadık kadar gerçek ve hayal bile edilemeyecek ölçüde daha da çeşitlenerek son hız devam ediyor.

Malumunuz koronavirüs salgını ile mücadele adı altında, insanlara çip takılacağına dair iddialar son zamanlarda çok sık dile getirilir oldu. Hatta İsveç gibi kimi batılı ülkelerde doğrudan virüsle ilgili değil ama farklı gerekçelerle çipler takılmaya başlandı bile. Oysa insanlar çipleri uzun zamandır üzerlerinde zaten taşıyorlardı. İlla da derinin altına gizlenen bir aygıta gerek de yoktu. Ayrılmaz uzuvlarımıza dönüşen cep telefonlarını aslında birer çip olarak tanımlayabiliriz. Neden? Çünkü sağlık verilerimizden, banka hesaplarımıza kadar her şeyimizi akıllı telefonların içinde taşıyoruz. Bazı programları indiriyor, sıklıkla kullanıyoruz. Çoğu zaman hepsinin yüzde yüz güvenli olmadığını da bilerek bunu yapıyoruz. Parmak izi, yüz tanıma, göz retina taraması ile açılan telefonlar kimileri için aslında statü gösterisi ve imtiyaz olarak bile kabul ediliyor. Oysa bütün bunlar bir insanın kolaylıkla takip edilebilmesi için her türlü imkânı isteyene altın tepside sunuyor.

Bunun yanında sosyal medya hesaplarımızda, yaşamlarımızın her anını paylaşmamız ortama bıraktığımız izler değil mi? Evlerimizde konforumuzu artıran ve yokluklarını hayal bile edemediğimiz, dijital altyapıyla donatılmış her bir eşya da aslında birer iz değil midir? Belki sizler de duymuşunuzdur. Anahtarları kaybolan, yolda kalan, içine girilse bile kilitlendiği için çalıştırılamayan araçların sorunları, Avrupa’dan, uydu üzerinden çözülebiliyor. Bu tür durumlarla karşılaşan insanların yaklaşımı olumsuzluktan öte, aksine, “Vay be adamlara bak, neler yapıyorlar” gibi takdir cümleleri oluyor. Kendi bireysel sorunu çözüldükten sonra çoğu kimse, gizlilik tartışmasına girmiyor, özel hayatın muhafazasını falan düşünmüyor.

4 Nisan’da Shanghai Üniversitesi’nden Çin Uzmanı Nurettin Akçay Independent Türkçede, “Gelecekte bizi nasıl bir dünya bekliyor: Aslında biliyoruz!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda Çin’de salgınla birlikte yönetimin 2000 yeni teknoloji kullandığı ifade ediliyor. Ayrıca Çin kullandığı bu altyapıyı dünyaya ihraç etmeye hazırlanıyormuş.

Şimdi yazıda geçen, Çin’de hali hazırda kullanılan bazı sistemlerden bahsedelim.

Mesela “Sosyal Kredi Sistemi” uygulanıyormuş. Çin, vatandaşlarının davranışlarını “sosyal güven” başlığı altında puana tabi tutuyormuş. Kurallara uyanlar ödüllendiriliyor, uymayanlar ise cezalandırılıp teşhir ediliyormuş. Sistem kriter olarak harcama alışkanları, sosyal medya kullanımı, arkadaş çevresi gibi son derece kapsamlı bir algoritmayı kullanıyormuş. Yani devlet de bankalar gibi kara liste uygulamasını hayata geçirecek ve listeye girenlerin seyahat ve sağlık hakları bile kısıtlanabilecekmiş. Kırmızı ışıkta geçmek, kapalı alanda sigara içmek bile değerlemede belirleyici olacakmış. Çin bu yılın sonuna kadar tüm vatandaşlarını puanlamayı amaçlıyormuş. Bunun yanında 200 milyondan fazla “yapay zekâ” ile donatılmış, her yere yerleştirilmiş olan kameralar bir insanın sakin mi, sinirli mi olduğunu, yüzündeki mutluluk oranını, üstünde nasıl bir elbise olduğunu, saç rengini, cinsiyetini, adını, soyadını hatta ırkını bile anında tespit edebiliyormuş.

Bu örnekler dünyanın evirildiği noktayı net bir şekilde ortaya koyuyor.

Tabi bir de nakit para kullanımı üzerinden yapılan yorumlar var. Kredi kartları ile beraber para zaten kısmen fiili olarak hayatımızdan çekilmişti. Şimdi tartışmalar daha ileri bir noktaya taşındı. Kripto paralar ve yapay zekâ kullanımında en önde olan şirketler kendi paralarını icat etmeyi konuşuyorlar. Hatta Apple CEO’su Tim Cook gelecek neslin “paranın ne olduğunu bile bilmeyeceğini” söylüyor.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bütün bu gelişmeleri engellemek, durdurmak, hele de bu kadar tabana yayılmışken ortadan kaldırmak mümkün görünmüyor. Teknolojiyi o malum örnekte olduğu gibi bıçak olarak tanımlayabilir, katilin elindeyse öldüren, cerrahın elindeyse şifaya vesile olan bir olgu olarak tarif edebiliriz.

Peki, teknoloji Allah’ın bir nimeti ve günümüzde onu kullanmamız da gerekliyse, bunu hem kendimiz hem de tüm insanlık için nasıl daha faydalı hale getirebilir ve doğru kullanılmasını sağlayabiliriz? Aslında onun yolları da belli; teknolojiye izan, insaf, diğerkâmlık ve kul hakkı elbiselerini giydirmek.